2011 yılından beri devam eden Black Mirror serisi son yıllarda hayatımızı dönüştüren antolojilerin başında geliyor. Her bölümünü ayrı bir merakla bekliyoruz, her bölümü farklı bir gözle izliyoruz. Charlie Brooker’ın yaratıcısı olduğu ve Channel 4 kanalında serüvenine başlayan mini dizi bir fenomene dönüşmüş durumda. Dizinin fanları olarak öyle bir noktaya geldik ki diziyi izlemeyen arkadaşlarımızı hor görüyoruz, diziden bihaber olan kişileri kınıyoruz. Geçtiğimiz hafta diziye alternatif olan Black Mirror: Bandersnatch filmi de Netflix platformu üzerinden izleyicilerle buluştu. İnteraktif bir deneyim sunan film olay örgüsüyle çok konuşuldu. Black Mirror: Bandersnatch ortalığı yakadursun, biz bu türün sevdalılarının muhakkak izlemesi gereken filmleri bir hatırlayalım.
1. Blade Runner (1982)
Blade Runner, tüm zamanların en özgün, en derin ve en yaratıcı filmlerinden biridir. Hatta Ridley Scott birdir, Blade Runner tektir diyebilirim. Film neo-noir bilim kurgu kültüdür ve sinema dünyasında kuralları altüst etmiştir. Bu filmle Philip K. Dick gibi hayal gücü benzersiz, dâhi bir yazarın eseri beyazperdeye muhteşem bir yoğunlukta aktarılmıştır ve Ridley Scott bizleri siberpunk evreninde, replikantların varoluşuyla melankoliden melankoliye sürüklemiştir. Denis Villeneuve tarafından çekilen 2017 yapımı devam filmi Blade Runner 2049 da ilk film kadar güçlü bir sinematografiye, hikayeye ve dramatik altyapıya sahiptir. Her iki filmi de tekrar tekrar izlemek ve eşsiz bir sinematik deneyim yaşamak gerekir.
2. A Clockwork Orange (1971)
Kitabı ayrı sansasyon, filmi ayrı sansasyon. Anthony Burgess’in ellerinden çıkan eser modern zamanların en kendine has, çığır açan metinlerinden biridir. Böylesine ayrıksı, böylesine çarpıcı bir yapıtı da Stanley Kubrick’ten başkası bu denli görkemli şekilde sinemaya uyarlayamazdı herhalde. İşin ironik tarafı ise Kubrick’in ilk başta bu filmi yapmak istememesi ve kafasında başka bir projenin olmasıdır. A Clockwork Orange, karabasan gibi bir gelecek atmosferini anlatır. Gece vakti sokaklarda dehşet saçan, şiddet dolu gençler üzerinden modern toplumu hicveder. Hatta Burgess anti kahramanı için orijinal metinde yeni bir dil bile yaratmıştır. Yakın geleceğin argosu “nadsat”ı kurgulamıştır ve Kubrick de filmi çekerken bu dile sadık kalmıştır. Belirsiz bir gelecekte, düşüncelerin ve hareketlerin kontrol edildiği bir ortamda mekanizmalara dönüştürülen, evcilleştirilen insanlar… Hepsi ve daha fazlası bu eserde. Tüm zamanların en acayip filmlerinden biri kuşkusuz!
3. Metropolis (1927)
Metropolis, zamansız bir filmdir, klasiktir! Avusturyalı büyük sinemacı Fritz Lang’in en unutulmaz filmlerinin başında gelir. Fritz bu filmle bilim kurgu sinemasının temellerini oluşturmuştur ve döneminin en görkemli prodüksiyonlarından birisine imza atmıştır. Metropolis filmi çağının çok ötesine geçmeyi başarmıştır ve günümüz dünyasına da ışık tutmuştur. Üç katmandan oluşan distopik bir şehirde, işçiler, makineler ve zevk içinde yaşayan patronlar üzerinden güçlü bir anlatı vardır. Fritz Lang’in yönetmenlik becerisini konuşturduğu film teknikleri açısından da tarihi ve özel bir yerde durur.
4. Brazil (1985)
Terry Gilliam üstat ne çekse izlemek, ne verse almak lazım. Brazil filmi George Orwell’ın 1984’üne benzer karanlık bir gelecekte geçer. Devlet olgusunun tüm zorbalığının hissedildiği bir distopya içerisinde bireyler kafeslere hapsedilmiştir, boyunduruk altına alınmıştır. Kafkaesk bir atmosferde ilerleyen filmde bireylerin mutlu olabileceği tek yer hayallerdir. Zaten filmde bir noktadan sonra hayalle gerçek iç içe geçer. Terry Gilliam, bu yapımıyla bürokrasinin çürümüşlüğüyle alay eder ve hayal gücü kullanımıyla bizleri bir fantezinin içine iter. Film göndermeleriyle, alt metniyle ve ayrıksı müzik kullanımıyla izleyenleri zorlar.
5. Ghost in the Shell (1995)
“Bedenim var ama acaba bir ruhum var mı?”
Sadece bir tane anime seçmek zorunda kalsam, Ghost in the Shell’i seçerdim. Üzgünüm Miyazaki, seni de çok seviyorum ama Masamune Shirow tarafından yaratılan Ghost in the Shell’in bendeki yeri ayrıdır. Mamoru Oshii tarafından filmleştirilen eser, yüksek teknolojinin hüküm sürdüğü bir dönemde geçer ve her şey tek bir ağın parçası halindedir. Sayborglar, robotlar, sanal yaşam formları ve insanlar siberpunk dünya içerisinde müthiş şekilde kurgulanmıştır. Ghost in the Shell sahip olduğu temayla, hikayesiyle, müzikleri ve karakterleriyle çok özel bir animedir. Rupert Sanders tarafından çekilen ve başrolünde Scarlett Johansson’un oynadığı 2017 yapımı film ise görsel anlamda tatmin edici olsa da senaryo ve derinlik bakımından animenin etkileyiciliğinden uzaktır.
6. The Matrix (1999)
The Matrix için Wachowski kardeşlerin “magnum opus’u” diyebiliriz. 3 bölümden oluşan Matrix serisi sinema dünyasını değiştirmeyi ve dönüştürmeyi başarmış yapıtlardandır. İlk film 1999 yılında gösterilmiştir ve filmdeki felsefi alt metin herkesin kafasına girmiştir. Eminim birçoğumuzun kafasını kurcalamaya da devam ediyordur. İnsanlığı bir matrisin içinde köleleştiren makineler, özgür irade kavramının bir illüzyon olduğunu anlatır bizlere. Bir bilgisayar ağının içinde kaybolan insanlık için gerçek dünyayla imgeler dünyası birbirine girmiştir. Keaunu Reeves, Laurence Fishburne, Hugo Weaving, Carrie Anne Moss gibi yıldız isimlerin de oyunculuklarıyla parladığı film yarattığı siberpunk estetiğiyle ve aksiyonuyla kültleşmiştir.
7. THX 1138 (1971)
THX 1138, George Lucas’ın ilk uzun metraj filmidir. Sonrasını ise tüm dünya biliyor zaten, Star Wars! Ama oraya gelene kadar işler çok kolay yürümemiştir. THX 1138, yapımcılığını Francis Ford Coppola’nın üstlenmesiyle çekilebilmiştir ve film gişede beklentileri karşılayamamıştır. George Lucas THX 1138’de metalaşan insanın yabancılaşmasını nefis bir estetik yapı içinde anlatır. Filmdeki kamera kullanımları, beyaz tonlar, minimal ve deneysel yapı oldukça sanatsaldır. George Lucas bu filminde oldukça cesur ve yaratıcı bir yönetmenlik sergilemiştir. Ünlü oyuncu Robert Duvall’ın performansı ise dersliktir.
8. Donnie Darko (2001)
Richard Kelly’nin yazarlığını ve yönetmenliğini yaptığı Donnie Darko “mindfuck” filmlerin piridir. David Lynch sinemasına benzeyen kurgusuyla, olay örgüsüyle ve fantastik ögeleriyle izleyeni ilk andan itibaren içine çeker. Richard Kelly seyircileri anti kahraman Donnie ile karanlık bir yolculuğa çıkartır. Donnie Darko sistem göndermeleriyle ve tabu yıkan tarzıyla benzersiz bir eserdir. Jake Gyllenhaal’un oyunculuğunun akıllara kazındığı filmlerden de biridir.
9. Her (2013)
Spike Jonze her alanda üretim sergileyen, ilham verici bir yönetmendir. CV’sinde yok yoktur yani. Charlie Kaufman’ın yazarlığını yaptığı Adaptation ve Being John Malkovich filmleri oldukça orijinal, oldukça nitelikli işlerdir. Spike Jonze “Her” filminde ise senaryoyu kendisi kaleme almıştır ve Charlie Kaufman’ın yazarlığı olmadan da özgün bir iş ortaya koymayı başarmıştır. Romans ve drama yönü kuvvetli bir bilim kurgu olan Her, yapay zekânın ihtiyaçlarımızı, davranışlarımızı nasıl değiştirdiğini işliyor. İlişki formlarını yenilikçi bir şekilde ortaya koyan film, Joaquin Phoenix’in göz kamaştıran oyunculuğuyla da ışıldıyor.
10. Minority Report (2002)
Steven Spielberg sevmeyen var mı? Varsa adresini yollasın bana, Steven filmleri göndereyim ona. Yönetmenliğini Spielberg’in yaptığı Minority Report filmi Philip K. Dick’in kısa bir öyküsünden uyarlanmıştır. Film toplumsal suç olgusunun sınırlandırılmaya çalışıldığı yakın bir gelecekte geçer. Rahmetli Fransız düşünür Jean Baudrillard bu filmi örnek göstererek, suç geninin daha bebeğin doğum aşamasında alınıp, bizleri potansiyel suçlu gören iktidarların bir tür sterilizasyona başvuracağını belirtmiştir. Minority Report geleceği görme ve harekete geçme paradoksları hakkında yapılmış güçlü bir eserdir.