Bugün 17. yüzyılda yaşamış bir şair; Nâbî ve bir gazeli konumuz… Dili hayli eski, yani Osmanlıca olmasına karşın yaklaşık dört asır önce yazılan bu şiir sanki günümüzü anlatıyor… Bir edebiyat dersi kıvamındaki listemizde dizelere baktığımızda asırlar geçse de “insanlardaki iktidar hırsının” hiç değişmemiş olduğunu görüyoruz şaşkınlık ve ibretle…
1. Urfa’da başlayan yaşam
1641 senesinde Urfa’da doğan Yusuf Nâbî yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyür. 24 yaşındayken İstanbul’a gelerek burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. Müsahip Mustafa Paşa’nın yanında çalışır. Paşanın ölümünden sonra gittiği Halep’te 25 yıl kalan Nâbî eserlerinin bir kısmını burada kaleme alır.
2. Toplumdaki çürümeye ayna tutar
Nâbî, Osmanlı’nın duraklama devrinde yaşadığı için idare ve toplumdaki bozukluklara şahit olur. Çevresinde gözlemlediği olumsuzluklar onu didaktik (öğretici) şiir yazmaya sevk eder, eserlerinde devleti yönetenleri, toplumu ve sosyal hayatı eleştirir. Edebiyatın iyi ve kötü taraflarıyla hayatın içinde olmasını, övgüye yer verildiği kadar gerektiğinde eleştiriye de yer verilmesini savunan Nâbî, toplumun o günlerdeki halini şu beyitlerinde çok güzel açıklar:
Vermezdi kimse kimseye ekmek minnet olmasa
Hiçbir iş görülmez idi rüşvet olmasa
Yok karşılıksız muamele ehl-i zamanede
Kimse ibadet etmez idi cennet olmasa.
3. Şiir güzeli ve çirkiniyle yaşamın içinde olmalı
Nâbî’ye göre şiir, karşılaşılan sorunların ve günlük hayatın içinde olmalı; hayattan, insandan ve insani konulardan uzak kalmamalı. Bu yüzden o, şiirlerinde hayatla ilgili, çözümler üretmeye çalışan, aksaklıklar karşısında yer yer nasihatte bulunan bir şairdir. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istediği için eserlerinde kullandığı dil dönemine göre yalın ve süssüzdür.
4. Nâbî ekolü
Toplumcu bir şair olan Nâbî, devrin sanatçılarının aksine, güzellikten çok, iyi ve doğrunun peşindedir. Şiirlerinde o devrin modası olan rindâne, âşıkâne duygular, şarap ve sevgili heyecanları değil, düşünce esastır. Bu yüzden şiirleri lirik değil didaktiktir. Nâbî’nin bu yönüyle kendinden sonra gelen şairler üzerinde önemli etkisi olmuş, böylece edebiyatımızda “Nâbî Ekolü” diyebileceğimiz bir edebiyat çığırı meydana gelmiştir.
5. “Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre;
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere”
(Bende sabır ve sakinlik kalmamıştır, sende de vefanın zerresi bile yoktur. Bu iki yokluktan ne çıkar bir düşünelim.) diyen Nâbî kastettiği iki yokluğu, yani sabır ve vefayı Farsçada yok anlamına gelen “Nâ ve bî” eklerini birleştirerek kendine mahlas (takma isim) olarak seçmiştir.
6. Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Biz neşatın da gamın da rüzgârın görmüşüz
(Biz bu dünya bahçesinin hem sonbaharını hem de ilkbaharını görmüşüz. Sevincin de üzüntünün de yaşandığı zamanları görmüşüz.) Nâbî’nin asırlar önce yazdığı ama her devri, hatta günümüzü bile anlatan “görmüşüz” redifli bu gazelini dikkatle okuduğumuzda mevki hırsıyla sarhoş olanlara çeşitli benzetmelerle öğütler verdiğini görürüz. Osmanlının duraklama döneminde yaşanan sıkıntılardan nasibini alan Nâbî’nin de bu dönemde hem evinin elinden alındığı hem de maaşının kesildiği bilinmektedir. Şairin “Görmüşüz” redifli bu gazelini bu dönemde yazdığı tahmin edilir.
7. Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde
Biz hezarân mest-i mağrurun humarın görmüşüz
(Talih meyhanesinde çok da gururlanma çünkü biz sahip oldukları mevkiler yüzünden zafer sarhoşu olanların binlercesinin daha sonra sersemlemiş, zavallı hallerini görmüşüz.)
8. Top-ı ah-ı inkisara pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengin hisarın görmüşüz
(Biz yüksek mevki ve ikbal ülkesinin taştan yapılmış, nice sağlam kalelerini görmüşüz ki o kaleler, aldıkları beddua toplarıyla yıkılıp yerle bir olmuşlardır.)
9. Bir huruşiyle eder bin hane-i ikbali pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisarın görmüşüz
(Biz dertlileri, zulüm görenlerin sel gibi akan öfke gözyaşlarıyla ettikleri beddualarının, binlerce talih evini yerle bir ettiğini görmüşüz.)
10. Bir hadeng-i can-güdâz-ı âhtır sermayesi
Biz bu meydanın nice çâbuk-süvarın görmüşüz
(Biz bu yüksek mevkiler meydanında koşturan nice usta binici görmüşüz ki onlar bir can alıcı “ah” okuyla yerlere serilmişlerdir.)
11. Kase-i der yûzeye tebdil olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîya çok bâde-hârın görmüşüz.
(O elinde gururla kaldırıp içtiğin arzu ve isteklerinin kadehi var ya, o kadeh bir gün gelir, dilenci çanağına döner; çünkü biz bu meclisin iktidar hırsıyla kendinden geçmiş pek çok sarhoşlarını görmüşüz.) diyen şair, yüksek mevkilere gelen kişilerin gururlanmamaları gerektiğini, gururlu davrananların yanlış yollara saparak kötü durumlara düşebileceklerini, her yükselmenin bir de inişi bulunduğunu anlatır. Kibirli davrananlar, sahip oldukları gücü kötüye kullananlar, haksızlık ettikleri kişilerin “ah ve beddualarıyla” günün birinde her şeylerini yitirebilirler, o nedenle güç ve iktidar sahipleri her şeyden önce adil ve alçakgönüllü olmalıdır.