Aile, insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur. Bu nedenle hem Türk Anayasası’nda hem de dünyanın çeşitli yerlerinde aile toplumun temeli kabul edilmektedir. Eşler, toplumun sürekliliğini sağlamak ve mutlu bir ömür geçirmek için hayatlarını aile kurumu çatısı altında birleştirirler. Fakat bu evlilik birliği her zaman istenildiği gibi gitmez. Bazen sarsıntılı süreçlerden geçer bazen de aile birliğine son vermek kaçınılmaz olur. Boşanma sadece duygusal değil ekonomik sorunları da beraberinde getirir. Bu nedenle dünyanın neredeyse her yerinde boşanmanın ardından “nafaka” ismi verilen finansal bir çözüm önerisi sunulmaktadır. Nafaka tarihi söz konusu olduğunda bu finansal çözümün; beslenme, barınma, giyinme, ve sosyal ihtiyaçların karşılanması amacını taşıdığı görülüyor.
Türkiye’deki aile mahkemeleri cinsiyet farkı gözetmeksizin boşanmalarda dört ayrı finansal çözüm sunar. Bunlar; maddi ve manevi tazminat, iştirak nafakası, mal paylaşımı ve yoksulluk nafakasıdır. Nafakanın hangi şartlarda verileceği Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre: “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” 175. maddede herhangi bir cinsiyet ayrımına yer verilmiyor. Ancak boşanma davaları çoğunlukla kadınların lehine sonuçlanmaktadır. Bunun en temel sebebi ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Ülkemizde kadın istihdam oranının düşük olması, eşit işe eşit ücret almaması gibi nedenlerle nafaka genellikle kadınlara ödenmektedir. Peki dünyada ve Türkiye’de yoksulluk nafakası nasıl ortaya çıktı? Nafaka tarihi ve diğer detaylara birlikte bakalım.
Dünyada nafaka tarihi
Nafaka tarihi Eski Mezopotamya toplumlarına kadar geriye gidiyor. Sümerler ve Babillerde konuyla ilgili düzenlemeler yapıldığı tarihi kayıtlarda görülmektedir. Nafakayla ilgili ilk düzenlemeler Ur-Namnu Kanunu’nun 6, 7 ve 8. maddelerinde yer alıyor. Benzer şekilde Babil hükümdarı Hammurabi Kanunları’nda da nafaka üzerine hükümler bulunmaktadır. Mezopotamya toplumları dışında Roma döneminde de nafaka taleplerinin hukuki düzlemde değerlendirildiği bilinmektedir. Modern anlamdaki nafaka kavramı ise ilk kez İngiliz dini mahkemesinde dile getirilmiştir. 19. yüzyıla kadar boşanan bir erkeğin eski eşine “süresiz” maddi destekte bulunma zorunluluğu vardı. O döneme kadar nafaka ödemesinin iptal edilmesi için hiçbir şart aranmıyordu. 19. yüzyılda ise nafaka hakkı boşanmaya sebep olan “kusur” kavramına bağlandı. Eğer boşanma erkeğin kusurundan kaynaklanıyorsa karısına ömür boyu nafaka ödemek durumundaydı. Ancak boşanmanın sebebi kadınsa, erkek kadına nafaka ödemek zorunda değildi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda nafaka uygulaması
Arapça “infak” mastarından türeyen nafaka kelimesi, bir kimsenin ihtiyaçlarını giderebilmesi amacıyla harcanan para anlamında kullanılmaktadır. Bireylerin sosyal yaşam tarzları birbirinden çok farklı olduğu için nafakanın kapsamı oldukça geniştir. Anadolu coğrafyasında, erken dönemlerden itibaren nafaka uygulamasının olduğu bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde nafaka, İslam Hukuku’na göre düzenlemiştir. Aslında Osmanlı hukuk sistemi örfi ve şer’i olmak üzere iki kaynağa dayanmaktaydı. Fakat hukuk sisteminin temelini şer’i hukuk oluşturuyordu. Hukuk sisteminin uygulanmasından sorumlu olan kadılar, nafakanın nasıl ödeneceği ve miktarı gibi konularda tek yetkiliydi. Osmanlı toplumunda nafaka süreci aile bireylerinin mahkemeye başvuru yapmasıyla başlardı. Ödemeler, kadıların kararına uygun bir şekilde günlük ya da aylık olarak yapılırdı. Aynı zamanda nafakalar kuruş ya da akçe üzerinden hesaplanırdı.
Nafaka ödemesine hükmedilen kişi, mahkemede karar verilen nafakanın fazla olduğunu düşünüyorsa bu miktarın düşürülmesi için talepte bulunabilirdi
Aynı zamanda nafaka ödemesi alan kişinin ihtiyaçlarının değişmesi durumunda nafakanın artırılması için mahkemeye başvurulabilirdi. Nafaka kararlarında, davalının ekonomik durumu ve mal varlığı en belirleyici unsurdu. Ancak ortalama nafaka ödemeleri, günümüze ulaşan kadı sicillerinden incelenebiliyor. Osmanlı toplumunda kadınlara iddet, boşanma ve zevciyet gibi nafakalar verilirdi. Boşanan kadınlar yeniden evlenebilmeleri için belirli bir süre beklemeleri gerekirdi. Bu süre iddet olarak adlandırılırdı. İşte iddet süresi boyunca erkeğin kadına ödediği nafakaya iddet nafakası denirdi. 16. yüzyılda kadınlara ödenen iddet nafakasının miktarı günlük 1 akçe olarak hesaplanmıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde bu miktar 8 akçeye kadar çıkmıştır.
Bir kadın kendisine tahsis edilen 8 akçelik bir nafaka parasıyla; ortalama 1,7 okka ekmek ya da 2 okka süt alabilmekteydi. Bu dönemde boşanma nafakalarının miktarı, iddet döneminde alınan nafaka ödemesinin yaklaşık iki katıydı. 1691 yılının kayıtları incelendiğinde boşanma nafakası için ortalama 15 akçe ödendiği görülmektedir. Fakat bu dönemde 4 akçe gibi düşük miktarlarda nafaka alan kadınlar da vardır. Bu farklılık davalının ekonomik durumundan kaynaklanmaktadır. Son olarak boşanan kadınlara verilen nafakaların dışında evlilik esnasında ödenen nafakalar da bulunmaktadır. Bu nafaka türü Zevciyet nafakası olarak adlandırılmıştır. Ancak Zevciyet nafakası, boşanma nafakaları kadar yaygın değildir. Sonuç olarak Osmanlı toplumunda, kadınlar boşanmanın ardından kısıtlı da olsa ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda hukuki haklara sahip olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nde nafaka tarihi
Türkiye’de ilk Medeni Kanun, İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanmıştır. 1926 yılında TBMM tarafından kabul edilen bu kanun aynı yıl yürürlüğe girmiştir. Söz konusu 743 sayılı kanunun 144. maddesinde “Kabahatsiz olan karı yahut koca, boşanma neticesi olarak büyük bir yoksulluğa düşerse, diğeri boşanmaya sebebiyet vermemiş olsa dahi kudreti ile mütenasip bir surette bir sene müddetle nafaka itasına mahkûm edilebilir.” şeklinde bir ibare bulunur. Bu maddeyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda şer’i hukuk gereğince ödenen nafaka ilk defa yasalarla güvence altına alınmıştır. Ancak 144. maddede geçen 1 yıllık süre uzun yıllar kadınlar açısından büyük mağduriyetlere yol açmıştır. 1988 yılında bu madde değiştirilmiş ve süresiz nafaka talep edilmeye başlanmıştır: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan eş, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer eşten, mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir, ancak erkeğin kadından yoksulluk nafakası isteyebilmesi için kadının hali refahta olması gerekir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz”.
2001 yılında kabul edilen ve 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda eşler arası eşitlik ilkesi göz önünde bulundurulmuştur. Kanunun 175. maddesinde nafaka konusu şu şekilde açıklanmaktadır: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Kanunun 176. maddesinde ise nafaka alan kişinin ölmesi veya evlenmesi durumda nafaka ödeme yükümlüğünün kalkacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede taraflar boşanma davası sırasında kamu düzenine ve toplum ahlakına aykırı olmaması şartıyla, Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarında ve hakim tarafından onaylanması kaydıyla yoksulluk nafakası talep edebilmektedir.
Hakim, nafaka isteminde bulunan tarafın ihtiyaçlarına, çalışma durumuna, sigortası olup olmadığına bakarak nafakanın miktarını belirler. Nafaka miktarının belirlenmesinde davalının ekonomik durumu ve mal varlığı da dikkate alınmaktadır. Hakimin kararından sonra öngörülemeyen değişiklikler meydana gelirse nafaka miktarı yeniden düzenlenmektedir.
Yoksulluk nafakası tartışmalarının ortaya çıkışı ve kamuoyu oluşturma süreci
Özellikle son 10 yıldır, yoksulluk nafakasının süresiz verilmesine ilişkin sayısız itirazlar yükseliyor ve eleştiriler yapılıyor. İtirazların odağındaki kadınlar neredeyse toplumsal alandan dışlanacak şekilde eleştirilere maruz kalıyor. Kendisini “nafaka mağduru” olarak tanımlayan boşanmış erkekler, mağduriyet hikayeleriyle Türk Medeni Kanunu’ndaki maddenin değiştirilmesine ilişkin kampanyalar düzenliyor. Peki her iki tarafın da “mağdur” olarak tanımlandığı bu durum nasıl “daha adil” bir hale getirilebilir? Günümüzde medya organlarının manşetlerinde sıkça süresiz nafakanın mağduriyet yarattığına ilişkin haberler yapılıyor. Nafaka konusundaki “adaletsizliğin” giderilmesi için ilk adımı 2018 yılında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül attı. Gül yaptığı açıklamada, yoksulluk nafakasının düzenlendiği kanun maddesinin değiştirileceğini duyurdu. Bu açıklamada her iki tarafın mağdur olmayacağı bir düzenleme yapılacağına dikkat çekti. Aynı zamanda bu açıklamada nafakaya alt ve üst süre sınırı getirileceğini açıkladı. İktidar tarafından benzer bir söylem yine aynı yılın Ağustos ayında yapıldı. Yeni başkanlık sisteminin ilk 100 günlük planı açıklanırken nafaka ödeme sisteminin “daha adil” bir hale getirileceği ifade edildi.
Nafaka tartışmaları devam ederken Ankara, İstanbul ve İzmir baroları da nafaka çalıştayları düzenleyerek konu üzerine raporlar yayınladı
Baroların yayınladıkları raporlarda; kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sorunlar yaşadığı, kreş hizmetlerinin yetersiz olduğu, kadın istihdamının düşük olduğu ve nafaka ücretlerinin yetersiz olduğuna dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla hukukçular Türk Medeni Kanunu’nun nafaka ile ilgili maddesinin değiştirilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Barolar aynı zamanda tartışılması gereken konunun nafaka ödemesi değil “tahsil edilemeyen nafakalar” olduğunu belirtmektedir.
2019 yılında Kadın Dayanışma Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’de nafaka tutarının ortalaması 370 TL’dir. Öte yandan hükmedilen nafakaların %50,7’si yükümlüler tarafından ödenmemektedir. Nafaka miktarı bu denli düşükken ve bir de hükmedilen nafakalar ödenmiyorken tartışılması gereken konu kanun maddesi değildir. Bütün veriler ülkemizdeki kadınların ekonomik ve sosyal yönden erkeklere kıyasla güçsüz olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda çocuk ve yaşlı bakımı gibi sorumluluklar da kadınlara bırakılmıştır. Böyle bir durumda kadınların iş bulması ve çalışması imkansızdır. Kadınların istihdam oranı artırıldığında, okuma yazma oranları yükseltildiğinde, ülke genelinde kreş imkanları yaygınlaştırıldığında, şiddet oranları düşürüldüğünde elbette “sınırsız nafaka” hükmü yeniden tartışılabilir.