Ana sayfa » Yaşam » Kontrast Yalnızlık: Çevreniz İnsanlarla Doluyken İçsel Olarak Yalnız Hissetme Durumu
Kontrast Yalnızlık: Çevreniz İnsanlarla Doluyken İçsel Olarak Yalnız Hissetme Durumu
Modern yaşamın en büyük paradokslarından biriyle karşı karşıyayız: Her zamankinden daha fazla insanla temas kuruyor, daha çok sosyal ortama giriyor, daha fazla “bağlantı” kuruyoruz ama bir o kadar da yalnız hissediyoruz.
Kalabalıklar içindeyken hiç kendinizi daha da yalnız hissettiğiniz oldu mu? Belki bir doğum günü partisinde ya da dostlarınızla uzun zamandır planladığınız o buluşmada… Gülüşüyorsunuz, fotoğraflar çekiliyorsunuz, hatta sosyal medyada paylaşılacak birkaç an da yakaladınız. Ama sonra… eve dönerken ya da gece yatağa uzandığınızda, içinizin tuhaf bir boşlukla dolduğunuzu fark ettiniz. “Bu kadar insanlaydım, neden hâlâ bu kadar yalnız hissediyorum?” diye kendinize sordunuz mu hiç? Eğer bu duyguyu tanıyorsanız, bilin ki yalnız değilsiniz. Hatta psikoloji literatüründe bu deneyimin bir adı bile var: kontrast yalnızlık. Yani, çevreniz insanlarla doluyken bile içsel bir yalnızlık hissine kapılmak. Üstelik bu durum düşündüğünüzden çok daha yaygın. İçsel dünyamızla dış dünyadaki sosyal bağlar arasında kopukluk olduğunda, kalabalığın ortasında bile yapayalnız hissedebiliriz. Bu yazımızda, tam da bu çelişkili hissin nedenlerini, kimleri daha çok etkilediğini ve bu durumla nasıl başa çıkabileceğinizi birlikte keşfedeceğiz. Çünkü bazen yalnızlık, sandığınız gibi yalnız kalmakla değil, bağ kuramamış olmakla ilgili olabilir. Bakalım kontrast yalnızlık nedir?
“İnsanlarla vakit geçirdim ama kendimi daha da yalnız hissediyorum?” Bu cümleyi ilk duyduğunuzda kulağa çelişkili geliyor, değil mi?
Ama aslında çok yaygın bir durum. Harvard mezunu sosyal bilimci Kasley Killam da bu konuda şöyle diyor: “Bazen bu şekilde hissetmek tamamen normal. Her arkadaş buluşması harika geçmek zorunda değil.” Bu söz aslında bir iç ferahlığı veriyor, çünkü çoğumuz sosyal hayatımızda böyle hisleri zaman zaman yaşıyoruz ama adını koyamıyoruz.
Killam’a göre özellikle içe dönük kişiler bu duyguya daha sık kapılabiliyor. Neden mi? Çünkü bu insanlar sosyal ortamlardan sonra enerjilerini yeniden toplamak için yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyor. Kalabalık, sohbet, gürültü… bir noktadan sonra fazla geliyor ve yalnız kalmak bir ihtiyaç haline geliyor. Ama bu yalnızlık, huzur vermek yerine “eksiklik” hissi yaratabiliyor. Yani, hem “çok geldiniz” diyorsunuz hem de “yetmediniz.”
Bir de işin psikolojik tarafı var. Klinik psikolog Paul Losoff, bu durumun altında yatan bir başka nedeni şöyle açıklıyor: Eğer depresyon, anksiyete ya da kendiyle sürekli savaş halinde olma durumu yaşıyorsanız, insanlar arasında bile kendinizi yalnız hissedebilirsiniz
Yani yanınızda birileri var ama aklınız “Yeterince komik değilim, iyi görünmüyorum, söylediklerim saçmaydı” gibi düşüncelerle meşgulse, gerçek anın dışında kalıyorsunuz.
Diyelim arkadaşlarınızla dışarı çıktınız, ama akşam boyunca “Ben buraya ait değilim” hissi peşinizi bırakmadı. Eve geldiğinizde bir rahatlama değil, “Keşke hiç gitmeseydim” duygusu oluşuyorsa işte bu kontrast yalnızlık kendini göstermiş oluyor.
Belki o ortamda gerçek benliğiniz gibi hissedemediniz. Belki sustunuz, belki kimse sizi gerçekten anlamadı ya da söyledikleriniz hafife alındı. Psikolog Losoff, bunun da kontrast yalnızlık hissine neden olabileceğini söylüyor. Gerçekten görülmemek, duyulmamak, hatta yanlış anlaşılmak… bunlar insanı, tam ortasında olduğu sohbetlerin bile dışında hissettirebilir. Düşünsenize, oradasınız ama sanki hiç olmamışsınız gibi…
Brigham Young Üniversitesi’nden Prof. Julianne Holt-Lunstad’a göre kontrast yalnızlığın en büyük nedenlerinden biri, sosyal beklentilerle gerçek deneyim arasındaki fark
Bazen bir arkadaş buluşmasına öyle bir anlam yüklüyoruz ki… “Saatlerce derin sohbet ederiz, çok eğleniriz, aramızdaki bağ güçlenir” diye düşünüyoruz. Ama akşam boyu sadece gündem muhabbeti, havadan sudan konuşmalar olduysa, içimizde bir eksiklik kalıyor.
Ve evet, siz de fark ettiniz değil mi? Kontrast yalnızlık, en çok “beklediğimiz bağı kuramadığımızda” ortaya çıkıyor. Çünkü biz insanlar temas isteriz, yüzeysel değil, içten bağlantılar kurmak isteriz.
Bir de şu durum var: Uzun zamandır beklediğiniz bir etkinlik biter bitmez içinizde tuhaf bir hüzün baş gösteriyor olabilir
Sosyal danışman D’Jay buna “etkinlik sonrası hüzün” diyor. Belki arkadaşınızla çok güzel bir gün geçirdiniz ama şimdi yeniden kendi hayatınıza döneceksiniz ve bu kopuş sizi boşlukta bırakıyor.
Bazen de şöyle oluyor: Buluşmaya kadar “eh işte” hissediyorsunuz ama arkadaşınızı görünce “Ben bu insanı ne kadar özlemişim” diyorsunuz. Sonra eve dönünce özlem geri geliyor. Yani sosyal bir anın güzelliği, sonrasındaki yalnızlığı daha da derinleştiriyor.
Kontrast yalnızlık ile başa çıkmak mümkün! Uzmanlar diyor ki, bu duyguyla baş etmenin birkaç yolu var. Ama önce şunu bilmeniz gerek: Bu duyguyu yaşamanızda hiçbir sorun yok
Hatta bu hissi yaşamak, sosyal becerilerinizin eksik olduğu anlamına da gelmiyor. Tam tersi, bu sizi duyarlı ve farkındalığı yüksek biri yapabilir. Çünkü hislerinizi tanıyorsunuz.
Psikolog Ackerman’a göre böyle bir anda kendinize şefkat göstermek çok ama çok önemli. Yani kendinize “Neden böyle hissediyorum ki? Ne saçma!” demek yerine, “Demek ki bugün beklediğim duygusal bağlantıyı kuramadım, bu çok insani bir şey,” demek gerekiyor. Kendi duygularınızı yargılamak yerine anlamaya çalışın.
Uzmanlar bu yalnızlık hissini biraz analiz etmenin faydalı olabileceğini söylüyor. Şöyle düşünün: O gün daha küçük bir grupla mı olsaydınız, daha iyi hissederdiniz? Ortam çok kalabalık mıydı? Belki de çok tanımadığınız insanlarla olmak sizi yordu. Bu içgörüler sayesinde, bir dahaki etkinliği daha kendinize göre tasarlayabilirsiniz. Belki iki kişiyle kahve içmek, on kişiyle bir barda buluşmaktan daha tatmin edici olacak sizin için.
Killam ise biraz detektiflik yapmanızı öneriyor. Geçmişte gerçekten keyif aldığınız sosyal anları düşünün. Ne yapıyordunuz? Kimlerleydiniz? İşte bu, sizin için işe yarayan sosyal etkileşimlerin şifresini çözer. O bulmacayı çözdüğünüzde, sosyal planlarınızda hedefi 12’den vurmanız çok daha kolay olur.
Ama tabii ki her sosyal deneyimin mükemmel geçmesini beklemek biraz hayalcilik olur. Holt-Lunstad da bu konuda çok net: “Bir etkinlik seni tatmin etmediyse, bu o etkinlik türünden sonsuza kadar kaçmanız gerektiği anlamına gelmez.” Belki o gün senin modun yoktu, belki karşındaki kişi çok dalgındı ya da ortam beklentilerini karşılamadı. Bu işler bir sürü değişkenin etkileşimiyle oluşur. Yani “benlik değilmiş” demeden önce tekrar bir şans vermekte fayda var.
Bir diğer güçlü araç da bakış açınızı değiştirmek
Yani o sosyal anı kötü diye etiketlemeden önce, o günden pozitif ne çıkarabilirsiniz, ona bakın. Uzmanlar burada “minnettarlık pratiği”nin gücünü hatırlatıyor. Evet, belki çok derin sohbet etmediniz ama biri size içten bir gülümseme gönderdi. Belki müzik çok güzeldi. Belki oraya giderken yol üstünde gördüğünüz bir manzara size huzur verdi. Küçük ama güzel detayları fark etmek, genel ruh halinize iyi gelir.
Yine uzmanlardan gelsin bir öneri: Eğer biriyle bağlantı kurduysanız ama sosyal etkinlik sonrası bir boşluk hissediyorsanız, o kişiyle bağlantıyı sürdürmeye çalışın. Mesela birlikte çekilen fotoğrafları paylaşmak, “bugün gerçekten güzel vakit geçirdim” diye mesaj atmak ya da “tekrar ne zaman buluşsak?” diye sormak… Bu küçük adımlar, sosyal bağlarınızı pekiştirir ve yalnızlık hissini bastırabilir.
Ama diyelim ki bu yalnızlık duygusu bir seferlik değil. Sürekli sizinle. Sosyal olun ya da olmayın, içinizde hep bir yalnızlık çöküyor. İşte o noktada, terapinin gücünü küçümsemeyin. Bir terapist, yalnızlığınızın altında yatan dinamikleri birlikte çözümleyebileceğiniz güvenli bir alan sunar.
Unutmayın, yalnız hissetmek bazen sosyal bir eksiklik değil, duygusal bir açıklıktır. Kendinizi tanıdıkça, ihtiyaçlarınızı fark ettikçe, sizi gerçekten doyuran ilişkileri de daha iyi anlayacaksınız.