Çocuklarımız ve torunlarımız bizden miras aldıkları genlerle şekilleniyor. Çocuk ve ebeveynin saç rengi, göz rengi, ya da çene yapısı gibi fiziksel özelliklerinin birbirine benzemesini oldukça normal karşılıyoruz. Ya genlerimizle aktardığımız şeyler bunlarla sınırlı değilse? Son yıllarda yapılan araştırmalar, yaşanan travmaların gelecek nesil üzerinde iz bırakabileceğini ortaya koyuyor. Araştırmalar çocukların en az üçte ikisinin; istismar, şiddet, ağır hastalık, ihmal ya da doğal afet gibi en az bir travmatik olay yaşadığını gösteriyor. Peki bu çocuklar ebeveyn olduklarında travmalarını kendi çocuklarına mı aktarıyor? Gelin kalıtsal travma ismi verilen bu duruma yakından bakalım.
Son yıllarda ebeveynlerin çocukken yaşadıkları travmatik olayları, genler aracılığıyla kendi çocuklarına aktarabileceği iddia ediliyor
Kuşaklar arası travma olarak da bilinen kalıtsal travma; travmanın epigenetik izlerinin bir nesilden diğerine aktarılabileceği anlamına geliyor. Kalıtsal travma araştırmaları nispeten yeni bir alan. Henüz keşfedecek çok şey olsa da bazı araştırmaların bulguları travmanın genler üzerinde kimyasal bir iz bırakabileceğini gösteriyor. Aynı zamanda bu izlerin sonraki nesillere aktarılabileceğini ortaya koyuyor. Ancak bu iz, gene doğrudan zarar vermiyor. Başka bir ifadeyle mutasyona uğramıyor. Dolayısıyla değişiklik genetik değil epigenetik olarak adlandırılıyor.
İçinde yaşadığımız ortamdaki değişikliklere yanıt olarak DNA’mıza küçük kimyasal izler eklenir veya çıkarılır
Bu izler genleri açıp kapatarak, genomlarımızda daha kalıcı bir değişime neden olmadan değişen koşullara uyum sağlamanın bir yolunu sunar. Ancak yaşam boyunca edinilen bu epigenetik değişiklikler gerçekten de sonraki nesillere aktarılırsa bunun sonuçları çok büyük olur. İşte travmanın kalıtsal olabileceğini savunan bilim insanları tam da bu noktanın üzerinde duruyor.
Kalıtsal travma, ilk defa Holokost sırasında şiddete maruz kalan kişilerin çocuklarında fark edildi. 1966 yılında Kanada’daki bir klinikte Holokost’tan kurtulan çok sayıda insanı gözlemlemeye başladılar. Ardından bu kişilerin çocukları üzerindeki araştırmalar yoğunlaştı. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Çünkü Holokost’tan kurtulanların çocuk ya torunları genel nüfustaki temsillerine kıyasla daha fazla ruhsal sorunlar yaşıyordu.
Bilim insanları gerçek travmatik deneyimler yaşayan insanların yanı sıra fareler üzerinde de çalışmalar yürüttü
McGill Üniversitesi’nden Moshe Szyf, “Bulduğumuz etkiler küçük ama dikkate değer ölçüde tutarlı ve önemliydi” diyor. Özellikle fareler üzerinde yapılan çalışmalar, travma iletiminin kanıtı olarak bilim dünyasına sunuluyor. Tracy Bale liderliğinde Maryland Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir çalışmada; bilim insanları farelerin kafeslerini periyodik olarak eğmeye başladı. Bu uygulama farelerin oldukça stresli bir ortamda büyümesine neden oldu. Bu tür bir yetiştirme, fareler üzerinde travmatik bir etkiye sahipti. Sonuçlar diğer araştırmalarla benzerlik gösteriyordu. Farelerin davranışları önemli ölçüde değişmişti. Hepsinden önemlisi yavruların stres hormonlarında da dalgalanmalar vardı.
Kalıtsal travmaya karşı kimler savunmasızdır?
Sistematik olarak istismara ve ırkçılığa maruz kalan kişilerde travmanın genetik değişikliklere yol açtığı kanıtlanmış durumda. Ancak daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu söylemek gerekiyor. Örneğin yüzyıllardır ırkçılığa maruz kalan Afrika kökenli Amerikalılar, uzun yıllar savaş içinde olan ülkelerdeki insanlar ya da 2004 yılında Asya’da meydana gelen büyük tsunami felaketinden etkilenen aileler kalıtsal travmaya karşı daha savunmasızlar. Aile içi şiddet, cinsel saldırı ve nefret suçları da kalıtsal travmaya sebep olan durumlar arasında bulunuyor.
Kalıtsal travmanın tedavi yöntemi var mı?
Çocuk psikiyatristi Gayani DeSilva; kalıtsal travmanın belirtileri arasında; gelecek kaygısı, güvensizlik, depresyon, panik ataklar, kabuslar, uykusuzluk, savaş ya da kaç tepkisi ve özgüven sorunları olduğunu belirtiyor. Kalıtsal travma araştırmaları henüz çok yeni. Bu nedenle kesin ve net bir tedavi yöntemi söylemek oldukça zor. Ancak uzmanlar bütünsel ve yoğun bir müdahale yapılırsa kalıtsal travmanın tedavi edilebileceğini iddia ediyor. Bireysel terapi başta olmak üzere, kapsamlı bir aile/grup terapisinin işe yarayabileceği konusunda görüşler var.
Kalıtsal travma araştırmaları henüz emekleme döneminde. Her ne kadar bu iddiaları destekleyen bilimsel çalışmalar olsa da kesin ve net ifadeler kurabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. Alandaki araştırmacıların kendileri dahi atalarımızın travmatik biyolojik izlerini taşıdığımız fikrinin güçlü bir duygusal çekiciliği olduğunu ancak yapılan araştırmaların tutarlı bir sonuç elde etmekten çok uzak olduğunu belirtiyor.