Bazı insanların hayatı bir anda değişir. Ama Jason Padgett’inki öyle bir değişim ki, hem bilim insanlarını hem de sıradan insanları yıllardır hayrete düşürüyor. Düşünün: Matematikle zerre ilgisi olmayan, partilere ve yüzeysel zevklere düşkün bir adam, bir gece aldığı kafa darbesinden sonra dünyayı sayılar ve şekillerle dolu bir tablo gibi görmeye başlıyor. Kulağa bilim kurgu gibi geliyor değil mi? Ama bu, tamamen gerçek! Yer yatağı satan sıradan bir adam, bir sabah uyanıyor ve suyun akışında bile matematiksel desenler görüyor. Çizdiği şekiller, kuantum fiziğinin en karmaşık teorileriyle birebir örtüşüyor. Peki ne oldu da Jason, “Matematik saçmalıktır” diyen bir adamdan, fraktalları el yordamıyla çizen bir dehaya dönüştü? İşte başına darbe aldıktan sonra matematik dehasına dönen adam Jason Padgett ve ilginç hikayesi…
Yer yatağı satıcısı Jason Padgett için hayat sadece partilerden ve kızların peşinden koşmaktan ibaretti
Eğlence onun için bir yaşam biçimiydi. Ama sadece bir gecede hayatı tamamen değişti. Ve bu değişim öylesine sarsıcıydı ki, sıradan bir adamdan adeta matematik dehasına dönüşmesini sağladı.
Sıradan bir adamken sayıların büyüsüne kapıldı. Jason Padgett artık dünyaya bambaşka bir gözle bakıyor. Düşünün ki, sabahları diş fırçalamak bile onun için bir matematik ritüeli haline gelmişti. Musluğu açıyor ve diş fırçasını tam 16 kez suya batırıyor. Rastgele bir sayı mı? Hiç sanmıyoruz.
“Niye mükemmel kareleri seviyorum bilmiyorum,” diyor. “Ama mesela 2⁴ gibi ya da 4’ün karesi gibi… Onlar sadece bana güzel geliyor. Otomatik yapıyorum bunu, farkında bile değilim.”
Kendisi matematiğe o kadar tutkun ki, bazıları onu dahi olarak nitelendiriyor. Özellikle fraktal desenleri — yani doğada sıkça karşılaştığımız tekrarlayan geometrik şekilleri — elle, milimetrik bir hassasiyetle çizebiliyor. Hem de hiçbir eğitim almadan!
Ama şöyle bir şey var: Jason her zaman böyle değildi
Yıllar önce, Washington’daki Tacoma şehrinde bambaşka bir hayat yaşıyordu. Gençliğinin en parlak dönemlerini “geceleri partileyerek, gündüzleri ayılmaya çalışarak” geçiriyordu.
“Gerçekten çok yüzeysel bir insandım,” diyor. Hayatı sadece eğlence, alkol ve flörtten ibaretti. Matematikten nefret ediyordu. Hatta şöyle demişliği bile vardı:
“Matematik saçmalık. Gerçek hayatta ne işimize yarayacak ki?”
Ve bu cümleyi söylerken son derece ciddiymiş…
13 Eylül 2002’de gecenin bir vakti, karaoke bar çıkışında Jason iki adamın saldırısına uğradı. Hem dövüldü, hem de soyuldu. Eski püskü deri ceketi bile çalındı. Ama asıl hasarı cebine değil, beynine aldı
“İlk darbe arkamdan geldi. Kafamın arkasına vurduklarında derinden gelen bir ‘güm’ sesi duydum,” diye anlatıyor. “Bir anda beyaz bir ışık gördüm, sanki biri flaşla fotoğraf çekti. Sonra dizlerimin üstündeydim. Neredeyim, ne oldu hiçbir fikrim yoktu.” Yaralı bir şekilde karşıdaki hastaneye yürüdü. Sonuç: Beyin sarsıntısı. İç organlarında hasar. Ama hastanede kendisine sadece bir ağrı kesici yapılıp evine gönderildi.
Travmanın ardından Jason’ın davranışları birdenbire değişti
Takıntılar başladı. Aşırı temizlik, dış dünyaya karşı korku, evin pencerelerini battaniyeyle örtme… Kapıyı bile sprey köpükle kapatmış! Doktorlar, onun travma kaynaklı obsesif kompulsif bozukluk (OKB) geliştirdiğini söylüyordu. Özellikle mikroplara karşı mantıksız bir korku duymaya başlamıştı. Hatta küçük kızı yanına geldiğinde ilk işi onun ellerini yıkamak, temiz kıyafetler giydirmek ve ayakkabılarını çıkarttırmak oluyordu.
Ama asıl değişim zihinsel düzeydeydi. Padgett artık her şeye başka türlü bakıyordu. Dünya bir anda piksel piksel oldu. “Her şey piksel gibi görünüyordu. Kavisli olan nesneler bile düz çizgilerle çevrili gibiydi,” diyor.
Jason Padgett, lavabodan akan suyu bile artık küçük çizgilerden oluşan bir mozaik gibi görüyordu
Bulutlar, ağaçların arasından sızan Güneş ışığı, hatta su birikintileri bile… Jason Padgett için her şey adeta bir retro video oyununu andırıyordu. Hem büyüleyici, hem de ürkütücüydü.
Bu yeni “görme biçimi” Jason’ı büyük sorular sormaya itti. Neden böyle görüyordu? Bu desenler neyi ifade ediyordu? Cevapları ararken internete daldı. Ve bir gün fraktallar ile tanıştı.
Kar tanesi gibi… Her zoom yaptığınızda tekrar eden küçük parçacıklar. Sonsuza dek giden bir yapı! İşte o an Jason için her şey anlam kazanmaya başladı. Hatta bir gün kızı “Televizyon nasıl çalışıyor?” diye sorduğunda, şu örneği verdi:
“Ekranda bir daire gördüğünde, aslında o bir daire değildir. Minik karelerden oluşur. Yeterince yaklaşırsan, dairenin kenarının aslında zikzaklardan oluştuğunu görürsün. Bu kareleri ikiye bölebilirsin, sonra yine bölebilirsin, ama asla mükemmel bir daire elde edemezsin. Çünkü bu sonsuz bir süreçtir.”
Bu fikir, onu öyle derinden etkiledi ki, çizmeye başladı. Gördüğü fraktalları, daireleri, desenleri… Elinden kalem düşmedi.
Bir gün, nadiren yaptığı bir gezi sırasında, Padgett’ın çizimlerini fark eden bir adam yanına yaklaşıp, bunların matematiksel göründüğünü söyledi
Padgett’in cevabı pek de sıradan değildi: “Planck uzunluğuna ve kuantum kara deliklerine dayanan uzay-zamanın ayrık yapısını çizmeye çalışıyorum,” dedi. Evet, yanlış duymadınız! Futon (yer yatağı) satan bir adam, bir anda kuantum fiziğinden söz ediyordu! Meğerse o adam bir fizikçiydi ve Padgett’in karaladığı şekillerin aslında karmaşık matematiksel yapılarla birebir örtüştüğünü fark etmişti.
Bu karşılaşma, Padgett’in hayatını değiştiren kıvılcım oldu. Fizikçi onu matematik dersi almaya teşvik etti. Padgett de soluğu bir toplum kolejinde aldı. İşte orada, zihnindeki bu saplantılı şekilleri anlamlandırabileceği dili öğrenmeye başladı: matematiğin dili!
Yıllar süren yalnızlık ve takıntılarla geçen bir dönemden sonra Padgett için her şey değişmeye başladı. Hem okula gidiyor, hem psikolojik destek alıyor, hem de hayatının aşkıyla tanışıyordu. Evet, OKB ile boğuştuğu karanlık dönem sona eriyor, yepyeni bir hayata adım atıyordu.
Ama hâlâ merak ettiği büyük bir soru vardı: “Neden dünyayı bu şekilde görüyordum? Neden her yer geometri, şekiller ve dalgalarla doluydu?”
İlginçtir ki, cevaplardan biri yine televizyondan geldi
Bir gün ekranda, tıpkı kendisi gibi sayıları “gören” ve sayılara karşı olağanüstü bir sezgi geliştirmiş başka bir adamı izledi. Gözleri parladı. “Matematik sadece sayılar değil, şekiller!” diyordu Padgett. Ve o programda, kendisi gibi düşünen birine ilk kez rastlamıştı.
Merakı giderek büyüdü. Araştırmaya koyuldu ve sonunda yolu, Miami Üniversitesi’nde görevli bilişsel sinir bilimci Berit Brogaard ile kesişti. Saatlerce telefonda konuştular. Brogaard bir hipotez öne sürdü: Jason sinestezi yaşıyor olabilirdi!
Basitçe söylemek gerekirse, duyuların birbirine karışması. Yani bir sesi görmek, bir rengi koklamak gibi… Beyindeki farklı bölgelerin alışılmadık biçimde bağlanmasıyla ortaya çıkan bu durum, her 25 kişiden yalnızca birinde görülüyor.
Brogaard’a göre, Padgett’in kafasına aldığı darbe, beyninde bu türden bir bağlantıyı tetiklemişti. Ve bu, ona “edinilmiş bir dâhilik” kazandırmıştı.
Padgett’in zihni artık yalnızca sayılarla değil, şekillerle, desenlerle ve dalgalı formlarla çalışıyordu. Sıradan bir yağmur damlası bile, onun gözünden bakıldığında büyüleyici bir fraktal desene dönüşüyordu.
Bilim bunu nasıl test etti derseniz, Brogaard onu Helsinki’deki Aalto Üniversitesi’ne götürdü. MRI taramasında, ekranda Padgett’in gözünün önünden yüzlerce denklem geçerken beyni izlenmeye başlandı. Sonuçlar çok netti: Jason’ın beyni, çoğu insanın erişemediği alanlara erişiyordu. Görsel korteks, matematiksel işlem bölgeleriyle birlikte parlıyordu.
Ve sonunda teşhis kondu: Edinilmiş Savant Sendromu + Sinestezi
Padgett için yıllardır cevap bekleyen soruların net karşılığıydı bu.
Hayatının bu yeni döneminde Jason boş durmadı. Deneyimlerini “Struck by Genius” (Dahilik Çarpması) adlı kitabında topladı, dünyanın dört bir yanında konuşmalar yaptı, matematiği sanata dönüştüren fraktal çizimlerini sergilemeye başladı. Hikâyesiyle başkalarına ilham vermek istiyordu. Ve bunu başardı da.
Peki, onu bu hale getiren saldırganlar?
O iki adam asla ceza almadı. Ama yıllar sonra içlerinden biri, Brady Simmons, ilaç bağımlılığı tedavisi görürken Jason’a bir özür mektubu yazdı. “O eski hâlime dönüp baktığımda, nasıl böyle biri olduğuma inanamıyorum,” diyordu.
Padgett de artık bambaşka biriydi. “Her yerde güzellik görüyorum,” diyor. Bir su birikintisine düşen yağmur damlası, onun gözünde bir sanat eserine dönüşüyor. Dalga dalga yayılan halkalar, iç içe geçen desenler… Tüm dünya matematikle örülmüş gibi. O da bu mucizevi güzelliği herkesle paylaşmak istiyor.
Ve şöyle diyor:
“Gerçekliğin her anında bir hayret duygusuyla dolaşmalıyız. Ben, matematiğin büyüsünü yaşıyorum. Ve çevremizde, neredeyse sihir diyebileceğimiz bir şey var.”