Her seferinde içimde buruklukla geçiyorum. Ama geçerken içimdeki mutluluğun tarifi, tarifsiz. Yine şükrediyorum bu sokakları gördüğüm için. Bu sokaklardaki dev gibi görünen küçük evleri mavisi, çivit yeşili, pembesi nar kırmızısı.Yan yana sıra sıra.hepsi sanki tek bir torna işçiliğinden çıkmış, aynı boy ve hizada.
Öyle özlüyorum ki çocukluğumun geçtiği yazar sokağı. Araba sanayisinin başından başlar, askeriyede son bulurdu. Neredeyse başından sonuna kadar bütün komşularımızı tanırdım. Çorapçı Mustafa amca, İğneci Ahmet, İtfaiyeci Ali, Dişçi Mehmet, Gavur Ali, Tuhafiyeci Mehmet Ali, Atarabacı Rasim amca, Tatar Beslim, Bakkal Veli , Çoban Hakkı. Çocukluğumun büyükleri. Sümüklü Özgür, İri Adil, Kerkenes Kenan, Kedi Yasin, Sarı Kedi Erhan, Bilyeci Metin, ve diğerleri. Bu küçücük yan yana evlerde büyüyorduk. Bu sokaklarda oynuyorduk. Yazları bir başka kışları bir başka idi. Sokakta gördük mü kömür yüklenmiş bir at arabası veya kamyonu hemen o evin önüne toplanırdık. En çokta kendinden çok korktuğumuz Hacı Hasan dedenin kömürünü taşımayı severdik. Bittiğinde ödülü harika olurdu. Bir kasa gençler sade gazozu yanında Cino çikolata. Allah’ım ne zevkle taşırdık. Hacı hasan dede sinirli bir kişiydi. O kapının önündeyken ne top oynayabilirdik nede bilyeli binebilirdik. Çocukluk yine oynardık ama bastonla dayak korkusu ile.
Askeriyede 1965 li asker abilerle sohbet etmek güzeldi. Kiminin sevdiği, kiminin annesi, sohbet konusu idi. Bazen sigaralarını almaya giderdik. Ama seksenlerin sonuna doğru mahallede iyice iç içe olunca uzak bir yere taşındılar. Veli bakkalımız vardı sokağımızda Leblebi tozu, tereyağlılar. Kapısının önünde ki peynir tenekesinden bozma çöp kutusunda bulduğum 4 adet 500 liranın sadece 500 lirasını harcayamamıştım. İlk asfalt bizim sokağa atılmıştı. Öffff be kaymak gibi. Büyük ayrıcalık çamur yoktu sokağımızda. Asfaltın kenarına kapı önlerinde halı yıkadıklarında topraktan barajlar yapardık. Kağıttan kayıklar yüzdürmek. Sanki koskoca bir Umman var önümüzde. Sonra bozma kavgası başlardı. Kim yıkacak barajın önündeki bentti. Adille, Özgürle. Çeteler kurardık kendi aramızda. Birkaç sokak ötemizde meyve ağaçlı bahçeleri tespit ederdik. Aşıracağımız meyveler için gizli planlar yapardık. Kirazlar, armutlar, vişneler, kayısılar… Kenan sen kapıyı kolla, Veysel sen sokağın köşesinde bekle. Özgürle Abdullah meyveleri aşıracak. Az mı duvar üstlerinden düştük. Ağaç dallarında asılı kaldık. Bir keresinde hiç unutmam kırmızı dut bulmuştuk başka mahallede. Dutları yendikten sonra yüzümüze damlattık sularını gören telaşlanmıştı yüzümüzde kanlar var diye bizler gülümseyince len hergeleler korkuttunuz bizi diye enseye hafifçe bir tokat. Kağıttan küçük uçurtmalar yapardık Ersinle çok zevkli idi uçurması. Yana yana uçururken birbirimize sevdiğimiz kızlardan bahsederdik çocukça. Ahhh Fatma ahhh kaç kişinin gönlüne girdin bir bilsen. İlkokul 3ncü sınıfta gelmişti Almanya’dan bizim sınıfa. Okulun ilk günü 1988 Eylül 12. Ne güzel kız demiştim. O küçük evli sokakların akşamları da eğlenceli idi. Hele büyükler de saklambaç oynarsa tadından yenmezdi. Gavur Ali ebe herkesin buldu. Ama kedi Ahmet’i bulamadı. Kapı önlerinde aksamları arkadaşlarımızın anneleri ablaları da otururdu. Çay sohbet. Bir baktık Ahmet abi kadın kılığına girmiş fırlayıverdi aralarından kadın kılığında. Meğer kadın kılığına girmiş. Vay arkadaş kimsenin aklına gelmemişti. Ne eğlenmiştik o akşam. Elektrik boruları ile okçuluk oynardık. Mermiler kağıttan. Boruların içine koyup birbirimizi vururduk. Emirdağlı volkanlara giderdik kara şimşeği seyretmek için, akşamları çat kapı. Kimse niye habersiz geliyorsun diye yadırgamazdı. Sandalyeleri sıra sıra koyup trencilik oynardık. Makinist Volkan yolcu Arzu ve Hilal. Sanayinin başından at arabacı Rasim amca gelirdi. Biz korkardık binmeye arabasına. Ah o kırbacı yok mu. İğneci Ahmet’in iğnesi gibi.
Okula giderken o siyah önlüklerimizle, ellerimizde plastik beslenme çantalarıyla, erken olurdu gitmelerimiz, okul bahçesinde oynayacağımız ebelemecenin hayaliyle veya koşturacağız topun peşinden terleyene kadar, ben Prekaziyim sen Müjdat ol, hayır ben prekaziyim ben solağım, tartışmaları, sanki o küçücük okulun bahçesi bize Ali Sami Yen olur mu Şükrü Saraçoğlu.
Sonra bir bir yaprak döken ağaçlar gibi gitmeler başladı. Özgürler, Kenanlar, Adiller… Görüşmeler oldu ama, sıklıkla olmadı. Eskisi gibi bahçe kapılarını açıp giremiyorum. 1993 Eylül 13 bizimde o çok sevdiğim sokağımızdan ayrılma vakti. Gözümde dev gibi görünen o sokak o evler hepsini bırakıp gittik. Anılarım kaldı o sokakta. Çocukluğum. Erenköyün yazar sokağında.
Yaşanmışlıklar unutulmuyor, hepsi işlenmiş en ince detaylı oyalar gibi dimağımıza. Keşkelerle anıyoruz o günleri. Geri gelemeyecek olan izleri.