Google’da ismini arattığınızda 275 bin sayfa çıkıyor karşınıza; müzisyen, besteci, yazar, yönetmen, gazeteci, köşe yazarı, eski milletvekili. Sevenleri çok, sevmeyenleri de. Kimisi için güzel güzel solculuğuyla nostaljik bir figür, kimileri içinse zamana ayak uydurup liberalleşmiş, buna karşın halen solculuktan ekmek yemeye çalışan bir isim. Öyle ya da böyle hemen hepimizin evinde bir kaseti, aklında bir-iki bestesi var.
Bugüne kadar pek çok şapkasıyla hep göz önünde oldu Livaneli. Onu tanıdığımızı, bildiğimizi sandık. Kimimiz “Livaneli mi, bırak yaa!” dedi kimimiz ise “A çok severim, çocukluğumun idolü”… Ama şu bir gerçekti ki hiçbirimiz Livaneli’yle ilgili yeterince şey bilmiyorduk. İşte bu liste -belki inanmayacaksınız ama- Zülfü Livaneli’ye ilişkin pek de bilinmeyen detaylar ile onu daha yakından tanımanızı sağlayacak.
Zülfü Livaneli kimdir gelin daha detaylı öğrenelim.
Livane’den gelmiş Livaneli…
Büyük dedesinin, Ömer Zülfü Livanelioğlu’nun memleketinden aldı soyadını. Artvin’in Livane sancağında doğmuştu dedesi. Babası Zülfü Efendi, Soyadı Kanunu çıktığında, Livaneli soyadını uygun görmüştü aileye.
Fena olur Fikret Abi’nin ayarı
http://youtu.be/TkxmRxxtJ_g
Eskilere, çok eskilere dönüyoruz; Ali Kırca’lı Siyaset Meydanı dönemlerine… Zülfü Livaneli de konuklardan biri. Türkiye’nin ve Türkiye’de sanatçı olmanın sıkıntılarından dem vuruyor, arada çaktırmadan kendini öven göndermeler yapıyor. Müzik üstadı Fikret Kızılok dayanamayıp telefonla programa bağlanıyor; solculuğun onun tekelinde olmadığını, müzikle uzaktan yakından alakası olmayan işler yaptığını söylüyor; verip veriştiriyor. Livaneli’nin yakın arkadaşı olan moderatör Ali Kırca dayanamayıp araya giriyor, lafı Kızılok’un ağzına tıkayıp reklam arası veriyor. Bu olay üzerine Kızılok, “Karlı kayın ormanında bisiklete binersin. Başkaldırıyorum de; kaldır başını, indir kaşını. Azgın demokrat” diye şarkı yapıp Zülfü’yle birlikte dönemin muhalif bir diğer müzisyeni Ahmet Kaya’ya da sağlam bir ayar veriyor.
Edebiyatla müzik iç içe
İster beğenelim ister beğenmeyelim ama şu gerçeği yadsıyamayız. Zülfü Livaneli şarkıları her zaman edebiyatla, şiirle iç içe olmuştur. “Gün Olur” Orhan Veli’nin, “Karlı Kayın Ormanı” Nazım Hikmet’in, “Merhaba” Yaşar Kemal’in, “Yiğidim Aslanım” Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, “Leylim Ley” Sabahattin Ali’nin, “Yangın Yeri” Ataol Behramoğlu’nun ve pek çoğumuzun bilmediği üzere “Özgürlük” şarkısının sözleri ise ünlü Fransız yazar Paul Eluard’ın şiiridir.
Joan Baez bile şarkılarını söyledi
Fikret Abi’miz müzikalite konusunda kendisini pek başarılı bulmasa da Zülfü Livaneli Amerika’daki Fairfax Konservatuvarı’nı bitirmiş mektepli bir müzik adamı. Yaptığı bestelerle Cannes (“Yol” filmi için yaptığı müziklerle, 1982’de) da dahil olmak üzere pek çok uluslararası festivalde ödül almış olan Livaneli’nin eserlerini, birçoğumuzun halen keyifle dinlediği, çiçek çocukların idolü Joan Baez de dahil dönemin pek çok ünlü ismi seslendirdi. Livaneli 1999’da San Remo’da “En İyi Besteci” ödülüne layık görüldü. Besteleri Londra, Moskova, Berlin, Atina ve İzmir senfoni orkestraları tarafından icra edildi; Zubin Mehta, Simeon Kogan gibi şeflerce yönetildi.
Sürgün yıllarında felsefe okudu, bulaşıkçılık yaptı
Livaneli siyasi kimliğini, şarkılarından filmlerine ve kitaplarına, yaptığı her işe yansıttı. Ve elbette diğer muhalif sanatçılar gibi o da dönemin cuntacılarının hedef tahtası haline geldi. 12 Mart döneminde, fikirlerinden dolayı 1 yıl cezaevinde yattı. 72’de çıktı ancak kulaktan kulağa dolaşan yeniden tutuklanacağı söylentileri nedeniyle çareyi yurtdışına çıkmakta buldu. Haklıydı da. Türkiye’de kalsa tutuklanacaktı. Bir süre sonra kaçanlara, ülkeye giriş yasağı da getirildi. 11 yıl İsveç’te sürgün hayatı yaşadı. Ama burada da boş durmadı. Stockholm Üniversite’sinde müzik ve felsefe öğrenimi gördü; geçinebilmek için bulaşıkçılık da dahil pek çok iş yaptı.
Demirel’e Silikon Vadisi kurmayı teklif etti
Devletin elinden çok çekti çekmesine ama Türkiye’nin daha güzel bir yer olacağına dair duyduğu inancı hiç kaybetmedi. 1990’larda, son başbakanlığı sırasında Demirel’i, yakın arkadaşı ABD’li düşünür Alvin Toffler’la tanıştırdı; görüşüp konuşmalarını sağladı. Toffler, Demirel’e, bilgisayar teknolojisinde Türkiye’yi ileri taşıyacak bir teklifte bulundu; “Silikon Vadisi kapsamında, Türk şirketleri girişimde bulunsun. Belki şirketler başta belli bir para kaybedebilir ama hiç olmazsa bu teknolojiyi ülkenize transfer edebilirsiniz” demişti. Demirel teklifle ilgilenmedi bile.
Ödüllü edebiyatçı
Müzisyenliği bir yana edebi yönü de kuvvetliydi, Zülfü oğlu Livaneli’nin… Kitapları Türkiye’nin yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti, İspanya, Kore ve Almanya’da da çok satanlar arasına girdi; Balkan Edebiyat Ödülü’ne, ABD’de Barnes and Noble Büyük Yazar Ödülü’ne, İtalya ve Fransa’da Yılın Kitabı Ödülü’ne; Türkiye’de ise Yunus Nadi Ödülü ve Orhan Kemal Roman Ödülü’ne layık görüldü.
Hem yazdı hem yönetti
http://youtu.be/yK_5ezT4UFg
Bir insan el attığı her işte başarılı olur mu? Olur… Zülfü Livaneli bunun canlı kanıtı. Bu bizim değil, uzmanların fikri. Sinemayla da yakından ilgilenen sanatçı, “Yer Demir Gök Bakır”, “Sis”, “Şahmaran” ve “Veda” adlı dört filmin senaristliğini ve yönetmenliğini yaptı. Filmleriyle Altın Palmiye’den Altın Portakal’a kadar pek çok ödül aldı; 1988 yılında senaryosunu yazıp yönettiği “Sis” filmiyle, Avrupa Film Akademisi En iyi Film Ödülü’ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Japonya’da gösterildi.
“Ah ah! Her şey daha farklı olabilirdi” dedirtecek madde
Halkın sorunlarını her alanda her fırsatta efendi bir üslupla dile getirmeye çalışan Livaneli, dünyada bugüne dek pek çok sanatçının yapmış olduğu hatayı yapıp aktif siyasete atıldı. 1994 yerel seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday oldu. Bu tarihi bir yerlerden hatırlıyor musunuz? Türkiye’nin kaderini değiştiren, bizi bugün bu noktalara getiren gelişmeler silsilesinin başlangıç tarihi. Seçimlerde Refah Partisi’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan; Anavatan Partisi’nin adayı İlhan Kesici, Doğru Yol Partisi’nin adayının Bedrettin Dalan ve Livaneli’yi geride bırakarak belediye başkanı oldu. (Şimdi bu arabaşlıkla ne demek istediğimizi daha iyi anlamışsınızdır.) Oldukça çekişmeli geçen seçim sürecinde Erdoğan oyların %25,19’unu alarak belediye başkanı olurken Livaneli %20,30’la 3. sırada kaldı.
Tehlikenin farkında mısınız?
Zülfü Livaneli bu cümleyi, Cumhuriyet gazetesinden çok zaman önce 2002 yılında, Ankara’da, Mehmet Sevigen’in evinde, Baykal’a söylemişti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Abdullah Gül’dü; Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı. Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti. Ancak CHP’liler, özellikle de Baykal, Tayyip Erdoğan başbakan olsun, nasıl olsa iki ay dayanamaz diyordu. Tehlikeli bir kumardı bu. O dönemde CHP milletvekili olan Livaneli, Baykal’ı, “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasi; arkasında Amerika ve Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek” diyerek uyardı ama nafile. Livaneli’nin ileri görüşlülüğü Baykal’ı durdurmaya yetmedi.
Yarım milyon insana seslendi
“Türkiye tarihinin en büyük, en kalabalık konserini veren sanatçı” unvanının da sahibi olan Livaneli’nin 1997 yılının 19 Mayıs’ında Ankara Hipodrom Meydanı’nda verdiği konseri yarım milyon insan izledi. Hatta rivayet olunur ki bu konserinde Livaneli, kolonların bangır bangır sesleri arasında, teknisyenlerin yok demesine rağmen ses sisteminde bir sorun olduğunu söylemiş, haklı da çıkmıştır; müzik kulağı o kadar sağlamdır hani…
Sağlam vejetaryen
O bir vejetaryen hem de en sağlamından. 2012 martında, Vatan Gazetesi’ndeki köşesinde yer alan şu satırlar Livaneli’nin, canlıları yeme konusunda hangi düşüncelere sahip olduğunu açıkça ortaya koyuyor:
İnsanlık bir gün, biyolojik olarak kendisine benzeyen, bir ana-babası, yavrusu, yüzü, duyguları olan, acı çeken, mutlu olan, başka canlıları hunharca öldürüp yeme cinnetinden kurtulacak. Bundan adım kadar eminim. İlerideki kuşaklar bizim çağımızı hayretle okuyacak ve ‘Sahiden mi? Canlıları öldürüp onların ölü gövdelerini mi yiyorlarmış?’ diye inanamayacaklar.
“Mutluluk”la gelen başarı
Abdullah Oğuz’un, Livaneli’nin dördüncü kitabından sinemaya aktardığı “Mutluluk” filmini pek çoğumuz izledik. Bağırmayan, kendi halinde oluşuyla puan kazanan film, Livaneli’nin -pek çok eserinde yaptığı gibi- mesaj kaygısı taşıyan yönlendirmeleriyle gerçek sinema seyircisini bunaltmadı değil. Buna karşın iyi de gişe yaptı. Ünlü Yunan yönetmen Angelopoulos bile “Zülfü Livaneli’nin eseri bir harika” yorumunu yaptı “Mutluluk” için. Yalnızca filmi değil kitabı da büyük başarı yakaladı “Mutluluk”un. Fransa’da Gallimard Yayınevi tarafından yayınlandı; Nisan 2006’da, Fransa’daki 2000 kütüphane arasında yapılan oylamayla “Ayın Kitabı” seçildi. Amerika’nın büyük yayınevlerinden St. Martin’s Press tarafından basıldı ve Şubat 2007’de Barnes&Noble’ın Büyük Yazar Ödülü’ne layık görüldü. Tüm dünyada 100 bini aşan baskı sayısıyla “Mutluluk”, Livaneli’ye gerçekten başarı getirdi.
Uyu Berkin oğlan uyu…
http://youtu.be/d4SdJICW4eg
“Ne çok isterdim tek bir çocuğun ahının, koskoca devletleri tuzla buz etmesini, orduları bozmasını, ölüm kusan savaş uçaklarını düşürmesini. Ama elimizden bir şey gelmiyor. Kahrolarak yaşıyoruz. Benim tek pusulam vicdandır. Vicdanı olmayan her insan Nazi’dir” diyen Livaneli’nin 23 Mart’ta, Bostancı Gösteri Merkezi’nde verdiği konserde, henüz 11 gün önce hayatını kaybetmiş olan Berkin Elvan’ın görüntüleri ekrana geldi. “O küçücük, 16 kiloya düşmüş çocuk, koca iktidarı salladı” dedi Livaneli ve ardından Berkin Elvan anısına “Memikoğlan”ı seslendirdi. Gezi olaylarında hayatını kaybeden sekiz genci betimleyen bir çizim yansıdı barkovizyona sonra. O da Roger Waters misali Gezi’ye selam çakıyordu…