“Edebiyatın Oscar’ı” olarak tanımlanan Nobel Edebiyat Ödülü, bu yıl da neredeyse her yıl olduğu gibi ardında pek çok tartışma bırakarak sahibini buldu. Ödül bu yıl, adını Fransa dışında az kişinin bildiği Patrick Modiano’nun oldu.
Ödülün gittikçe değerini yitirdiğini söyleyenler şöyle dursun, önemli isimleri bize tanıtan ve kütüphanemize keyifle okuduğumuz kitaplar kazandıran bu ödülü alma başarısı göstermiş, biri de reddetmiş, 19 yazarı size tanıtalım istedik.
Travmaların adamı: Knut Hamsun (1859-1952)
1859 doğumlu Norveçli yazar Knut Hamsun, düzenli öğrenim göremedi. İki kez ABD’ye giderek daha uygun fırsatlar aradı, kendini yetiştirdi. İlk romanı Açlık (Sult) ile 1890 geniş ilgi gördü. 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Bilinç akışı ve iç monologlar gibi psikolojik tekniklerin öncüsü olan yazarın, Thomas Mann, Stefan Zweig, Hermann Hesse gibi yazarlara ilham verdiği düşünülüyor.
Modern edebiyatın babası olarak da nitelendirilen Hamsun’un siyasi görüşleri, bugün Hamsun’un adının neden daha sık duyulmadığının sebebi belki de. Hamsun, aşırı sağ görüşleriyle zamanında Hitler‘i destekleyenler arasında yer almış, hatta kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü ünlü Nazi Propaganda bakanı Joseph Goebbels’e hediye etmiştir. Bu vesile ile de Hitler ile görüşme şansını yakalamıştır.
Hamsun’un en etkili romanlarını gençken yazdığı düşünülüyor. Bunlar arasında “Victoria”, “Pan”, “Govebe” ve elbette “Açlık” sayılıyor.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: “Markens Grøde” (Dünya Nimeti, Toprağın Bereketi veya Toprak Yeşerince) adlı muazzam çalışması nedeniyle.
Tespitlerin atası: George Bernard Shaw (1856-1950)
Yazın hayatına hiçbiri ilgi görmeyen dört romanla başlayan Shaw’un, 94 yıllık ömrü boyunca bir an bile ara vermediği başlıca uğraşı, düşünmek ve düşündüklerini dile getirmek oldu. Tiyatro oyunlarından romanlara, siyasal ve sosyal yapıtlarından, müzik ve resim eleştirilerine, mektuplarına dek tüm yazdıklarına ya da konuşma ve demeçlerinde çağının her sorununu korkusuzca ele aldı, yeniden sorguladı. Sosyalizm ve kadın haklarının koyu bir savunucusu olan Shaw, resmi eğitime de karşı çıktı.
Bir düşünce adamı kimliğiyle davranan Shaw, bütün oyunlarını belli bir savın doğruluğunu kanıtlamak için yazmış görünür. Sahneyi bir kürsü gibi kullanmayı, insanları yararlı ve gerekli saydığı eylemlere çağırmayı görev bilir. Mantık, doğruyu doğru görünen yanlıştan ayırma gücü, vakitli nükte, gerekince sert eleştiri hiç bırakmadığı ölçütlerdir. Özellikle zekâ gücü, nükte inceliğiyle dillerde dolaşmasını sağlayan ince buluşların yaratıcısıdır. Shaw, 1925’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne ve 1938’de Pygmalion adlı film ile Oscar’a layık görülerek, bu iki ödülü alan ilk ve tek kişi oldu.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Sıklıkla şiirsel bir güzellikle sunduğu hiciv içeren; idealizm ve insaniyet ile karakterize olmuş çalışmaları için.
68 kuşağının sembol yazarı: Hermann Hesse (1877-1862)
Eserlerinde insanın öz benliğini bularak uygarlığın yerleşik biçimlerinden kurtulmaya çalışmasını işleyen Hermann Hesse, Alman edebiyatının devlerinden, 20. yüzyıla damgasını vuran büyük yazarlardan biridir.
Bugün büyük bir saygınlık sahibi yazar, gençken yazarlığa soyunduğunda hiç umut vaat etmemişti. Birçok yayın evi şiirlerine itibar göstermedi, annesine doğum gününde yazdığı şiirler bile beklediği tepkiyi yaratmadı. Aynı zamanda ressam olan Hesse’in kitaplarındaki pek çok karakter de ressam özellikleri taşır. Yazılarını çokça nihilizm ve karamsarlıkla yoğurmuştur.
Hesse’i okumaya yeni başlayanlar için, kendinizi sorgulayacağınız kitapları arasında, “Siddharta”, “Bozkırkurdu”, “Narziss ve Goldmund” ve ‘’Boncuk Oyunu” önerilebilir.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Yazılarındaki geleneksel insanlık idealleri ve stilinin yüksek kalitesi örneklerinde olduğu gibi, cesaret ve anlayış ile büyüyen ilham veren yazıları için.
Gece bekçiliği yaparken şöhreti yakaladı: William Faulkner (1897-1962)
Amerikan edebiyatının en gerçekçi yazarlarından biri olarak tanınan Faulkner, gerçekte tam bir hikâye anlatıcısıdır. Faulkner’in ilk üç romanı eleştirmenler tarafından beğenilmekle beraber, yazarına pek bir şey kazandırmadı. Faulkner’in kendine öz üslubunu anlamakta okurlar zorluk çekiyordu. William Faulkner sadece yazarlıkla hayatını kazanamayacağını anlayınca, bir fabrikanın gece bekçiliğini de üzerine aldı. Fabrikada çalıştığı sırada “Sığınak” adındaki dördüncü romanını yazdı. Bu eser Faulkner’e şöhreti getirdi.
Yaşamı boyunca biyografisine duyulan ilgiye karşı direnmiş bir yazar olan Faulkner, eleştirmenlerin yazdıklarını okumaz, röportajlara sıcak bakmazdı. 1949’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı açıklandığında durumu pek de önemsememiştir, öyle ki Faulkner arkadaşlarıyla birlikte o sırada domuz avındadır. Akşam bulaşık yıkayan yazara, arkadaşlarından biri: ”Şimdi biri sana Nobel ödülünü aldığını söylese, ne yaparsın?” diye sorduğunda Faulkner şu cevabı vermiştir: ”Ondan sadece tabakları yıkamak için bana yardım etmesini isterim.”
Yazdığı 80’den fazla hikâyede ve 19 romanda insan doğasını, cinsiyet, sınıf ve ırkçılık olgularını ele alan yazar, kendisini, “Ben sadece hikâye anlatmayı seven bir çiftçiyim.” sözleri ile tanımlar.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı: Modern Amerikan romancılığı için sanatsal, güçlü ve eşsiz katkıları için.
Savaşları önce yaşayan, sonra yazan adam: Ernest Hemingway (1899-1961)
Edebiyat dünyasında kendine has üslubu, kısa cümleleri, çarpıcı diyalogları ile bilinen Hemingway, 1954 yılında Nobel’e layık görülmüştür. Eserlerinde çoğunlukla savaşı konu edinen yazarın savaş muhabirliği yapmasının etkisi olduğu, avcılık ve denizciliğe olan ilgisini kitaplarına yansıttığı görülmektedir.
Sanatta mükemmellik kaygısı denince akla gelen ilk isimlerden olan yazar “Silahlara Veda” kitabına büyük bir emek sarf edip 47 alternatif son hazırlamıştır. Hemingway’i çok etkileyen yazarlardan biri Mark Twain’dir. Twain’in dildeki başarısı düşünülürse, onun etkisinde kalan bir ustanın neye dikkat etmesi gerektiği hemen ortaya çıkar. Ve Hemingway, öncelikle az sözle yoğun duygulu anlatıma önem veren bir yazar olarak, ‘yolunu şaşırmış yazarlar kuşağı’nın (Beat générations) içinden kendinden farklı bir adam yaratarak çıkar.
Yaşının ilerlemesi ve buna paralel olarak çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasından dolayı, hayatı boyunca zevk aldığı etkinliklerin çoğunu artık yapamayacağı gerçeğiyle daha fazla yaşayamamış, babasının ve iki kardeşinin de yaptığı gibi kendisini av tüfeğiyle vurarak intihar etmiştir.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: En son “The Old Man and the Sea” adlı eseri ile gösterdiği anlatı sanatındaki ustalığı ve çağdaş stil üzerindeki etkisi için.
“Başkaldırıyorum, o hâlde varım”: Albert Camus (1913-1960)
1913 yılında yoksul bir ailenin oğlu olarak Cezayir’de dünyaya gelen Albert Camus, Cezayir Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi gördükten sonra Paris’e yerleşerek başyazarlık, yayın yönetmen yardımcılığı ve politika muhabirliği yaptı, kitap eleştirileri yazdı.
1942 yılında yayımlanan ilk romanı “Yabancı” ile parlak bir başarı kazandı. Gençliğinde çektiği yabancılık, zamanla Schopenhauer’den, Kierkegaard’dan, Nietzsche’ye; Pascal’dan Chamfort’a birçok kötümser, nihilist, ahlâkçı filozoftan beslenen özgün bir dünya görüşüne dönüştü. Camus’a göre, insan, akıl dışı bir dünyada saçma bir yaşam sürer. Yapılabilecek en anlamlı iş, başkaldırıdır. Camus’un bireyci felsefesi, toplu dayanışma boyutu kazanarak bir başkaldırı ahlaki özelliği de alır; Descartes’in ünlü sözünü benzeterek “Başkaldırıyorum, o hâlde varım” der.
“Veba” romanı ile dünya çapında ünlendi. “Başkaldıran İnsan”, adlı en önemli deneme kitabı başkaldırı felsefesini en ayrıntılı olarak işlediği eseri oldu. Kendisiyle aynı dönemde eserler veren ve bazı ortak yanları bulunan dostu Sartre’dan ayrıldığı ve onunla oldukça sert kalem kavgalarına sürüklendiği nokta da, başkaldırının içeriği konusunda oldu.
1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı törende “…Her nesil, şüphesiz, kendisini dünyayı değiştirmekle yükümlü hisseder. Benim neslim bunu yapamayacağını biliyor, ama benim neslimin belki de daha büyük bir görevi var. Bu görev, dünyanın kendi kendisini yok etmesini önlemek…” cümlelerini de içeren güzel bir konuşma yaptı. Albert Camus 1960’ta yayıncısı Gallimard ile birlikte, daha önce ‘ölmenin en absürd yolu’ diye nitelemiş olduğu şekilde bir trafik kazasında öldü.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: İnsan vicdanının sorularını akıllı bir ağırbaşlılıkla aydınlattığı, önemli ebedî üretimleri için.
Sempatik mizahın adamı: John Steinbeck (1902-1968)
Çocukluğundan itibaren geçim zorluğu ve öğrenim giderlerinin çokluğu yüzünden birçok işte çalışmak zorunda kalan Steinbeck, konu edinip işleyeceği gerçek yaşam sorunlarıyla uğraşarak gözlemlerini zenginleştirdi. Kişisel çabasıyla Stanford Üniversitesi’nde okudu.
Belki de en çok bilinen kitabı, yazarın üçüncü kitabı olan Fareler ve İnsanlar’dı. Fareler ve İnsanlar romanında iki işçi arasındaki ilişki, yaşadıkları ağır şartların altında kaleme alındı ve okuyucuya anlatıldı. Gazap Üzümleri adlı dördüncü eseri, 1940 yılında yazıldı ve kısa süre içinde sinemaya uyarlandı. Büyük başarılara imza atan, büyük kitlelerce okunan ve beyazperdeye aktarılan Gazap Üzümleri, Steinbeck’e Pulitzer Ödülü kazandırdı. Eserlerinde toplumu eleştiren, Amerika’daki ekonomi ve çalışma düzenini sorgulayan ünlü yazar, II. Dünya Savaşı yıllarında daha çok ideolojik romanlar yazdı. 1962 senesinde başarı dolu yaşamı ve edebiyata olan katkılarından dolayı kendisine Nobel Edebiyat Ödülü verildi.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Sempatik mizahın ve sosyal keskin algının kombinasyonu, gerçekçi ve yaratıcı yazıları için.
Varoluşçuluğun babası: Jean-Paul Sartre (1905-1980)
Jean-Paul Sartre, 21 Haziran 1905‘te Paris’te varlıklı bir burjuva ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Jean-Baptiste Sartre, Fransız ordusundan bir memur; annesi Anne-Marie Schweitzer ise Nobel ödüllü Alman Albert Schweizer’in kuzeniydi. Gençlik yıllarında Batı felsefesiyle yakından ilgilenen yazar, İmmanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Martin Heidegger gibi kişilerin yazılarını okudu. Louis le Grand Lisesi’ni bitirdikten sonra Fransa’nın ünlü okulu Ecole Normale Süpérieure’de eğitimine devam etti. Burada okurken, 1928 yılında, Sorbonne’da çalışan Simone de Beauvoir ile tanıştı. Sartre 1929 yılında felsefe doktorasını alarak buradan mezun olup öğretmenliğe başladı. Felsefe sorunlannı irdeleyen “Bulantı” ve “İmgelem” gibi ilk eserleri de bu yılların ürünüdür.
Kendine özgü geliştirdiği varoluşçuluğu ve çizdiği entellektüel kişilik ile 20. yüzyıla damgasını vuran düşünürlerden birisi olan Sartre, varoluşçu Marksizmin şekillenmesini sağlamıştır. Dönemin siyasi karmaşasına katılan düşünür, dünyayı çok yakından takip ederek tepkisini dile getirmekten çekinmemiştir.
1964 yılında yayınlanan “Sözcükler” eserinin yarattığı yankıyla Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıysa da geçmişte tüm resmi ödülleri reddettiği gibi, bu ödülü de reddetmiştir. Kendi deyimiyle “Varoluşçuluk, hümanizmdir“. Sartre tüm bunların yanında Fransa’da belirgin bir entellektüel tavır çizmiş ve özel bir konuma gelmiştir.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Zengin fikirlerle ve gerçeği arayış ve özgürlük ruhu ile dolu, geniş kapsamlı etki gösteren eserleri için.
“Mutsuzluktan daha hoş bir şey olamaz”: Samuel Beckett (1906-1989)
Yirminci yüzyılın en güçlü kalemlerinden ve absürd tiyatronun önde gelenlerinden biri olan Samuel Beckett, İrlanda’nın seçkin kurumlarında iyi bir öğrenim gördü. Fransız, İtalyan dil ve edebiyatları üzerinde çalışarak bu ülkeleri gezip görme fırsatını buldu. 1928’den sonra Paris’te İngilizce okutmanı olarak görev aldı, etkisine girdiği İrlandalı yazar J. Joyce ile orada tanışıp dost oldu; aynca gerçeküstücülerin eserleriyle F. Kafka‘nın havasına girdi. Paris ve Londra yaşantıları sırasında ilk şiirlerini ve öykülerini yayımladı.
En ünlü eseri olan “Godot’yu Beklerken”, yazarın ilk oyunudur. Oyun, ilk olarak 5 Ocak 1953’te Paris’te Théâtre de Babylone’de sahnelendi ve büyük ilgi gördü. Oyun kısa sürede çok sayıda dile çevrildi. “Mutsuzluktan daha hoş bir şey olamaz” sözünde özetlenebilecek olan Beckett’in kapkara gülmecesi, çağdaş trajikomedinin salt mutlaklaşmış biçimidir. Beckett’in oyunları, modern tiyatro anlayışını derinden etkilemiş ve her zaman özgünlüğünü korumuştur.
Kendini tümüyle sanatına adayarak her türlü kişisel tanıtımdan, radyo ve televizyon programlarından, gazetecilerle görüşmelerden kesinlikle kaçındı. 1969’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanınca ödülü kabul etti. Ama törenden ve topluluk önünde yapılacak konuşmalardan uzak durmak için Stockholm’e gitmedi.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Modern insanın yokluğunda ona yükseliş kazandırdığı – roman ve tiyatro oyunlarına yeni bir şekil veren – yazıları için.
Şili’nin Nâzım’ı: Pablo Neruda (1904-1973)
Asıl adı Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto olan şair ve yazar Pablo Neruda, 12 Temmuz 1904 tarihinde Şili, Parral’da dünyaya geldi. Henüz 13 yaşında iken bir edebiyat dergisinde yayımlanan şiirlerinde, Çek şair Jan Neruda’dan esinlendiği Pablo Neruda takma adını kullandı. Bu ad, daha sonra gerçek adına dönüşen şair, 1925 yılında Şili Üniversitesi’nde pedagoji, mimarlık ve Fransızca eğitim almaya başladı.
Önceleri bireysel, özentili ve kapanık bir şiir veren Neruda, İspanya yıllarından sonra toplumcu şiirin en lirik öğelerle beslenmiş güçlü bileşimine ulaştı. Yalın ve aydınlık bir anlatıma yönelip, hem ulusunun hem insanlığın sonsuz özlemlerini, sevgi değerlerini işledi; biçim olgunluğuyla imge zenginliğini hiçbir zaman elden bırakmadı. Böylece dünya çapında hakkı olan ulusal ve evrensel üne, esere ve etkiye kavuştu.
Pablo Neruda, edebi kimliğinin yanı sıra, politik duruşuyla da ayakları yere basan bir kişiydi. 1970 senesinde ülkesinin başbakanlığına aday gösterilmiş ancak bu adaylığın yerine Salvador Allende’yi desteklemiştir. Seçimin sonucunda Allende, başbakan olmuş ve Neruda’ya da Fransız elçiliği görevini vermiştir. Bu olaydan bir yıl sonra yani 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Neruda’ya, aynı zamanda “Şilili Büyük Dünya Ozanı” unvanı ile 1952’de Dünya Barış Ödülü verilmiştir. 20. yüzyılın en önemli şairlerinden olan ve ülkesinin simgesi hâline gelen şair, aynı zamanda Nâzım Hikmet’in yakın arkadaşıdır. Kendisi Nâzım Hikmet adına Barış Ödülü almış; bir kongrede “Onun (Nâzım Hikmet’in) yanında biz şair bile olamayız.” diyerek Nâzım Hikmet’i övmüştür.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Bir kıtanın kaderini ve hayallerini canlandıran şiirleri için.
Latin Amerika’nın hayal gücü: Gabriel García Márquez (1927-2014)
1927 yılında Kolombiya’nın Aracataca kentinde doğan Gabriel Garcia Marquez, Bogoto’daki Ulusal Üniversite’nin Hukuk Fakültesi’nde okudu ve hemen gazeteciliğe başladı. Bazı taşra gazetelerinde mizah yazıları, sinema eleştirileri, röportajlar yayımladı. İlk romanlarında beklediği ilgiyi bulamayan yazar, tanınmış romanı “Yüzyıllık Yalnızlık”ı 1967 yılında gittiği Meksika’da yazdı.
1980’li yıllarda bir gerilla grubuyla ilişkisi olduğu suçlamasıyla karşı karşıya kalınca Meksika’da sürgün hayatı yaşamaya başlayan Marquez, daha sonra Kolombiya hükümeti ile ülkenin en büyük gerilla hareketi Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) arasında görüşmeler yapılmasına yardımcı oldu.
Ünlü diğer eseri, Kırmızı Pazartesi’nin yayımı ise gerçek bir olay oldu. Kolombiya’da 1.150.000 baskı kısa sürede tükendi, aynı yıl 32 dile çevrildi ve yayımcılık tarihinde rekor kırdı. Ardından 1982 Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Bütün Latin Amerika romancıları gibi Marquez de önce yerli ve ulusal, sonra evrensel olmayı başarmış kalem ustalarındandır. Asıl özelliklerinden biri de, dilinin bütün zenginliklerini bilip kullanması, düz yazıda bile şiirin yüce gücünü sağlayabilmesidir.
Gabriel García Márquez Sözleri listemizde ünlü yazardan alıntıları sizleri için derledik.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Fantastik ve gerçekçi yazımın bir arada bulunduğu, hayal gücünün zengin dünyasından oluşmuş bir kıtanın hayatı ve ihtilaflarını yansıtan, romanları ve kısa öyküleri için.
Sineklerin “tanrısı”: Sir William Gerald Golding (1911-1993)
William Golding, 19 Eylül 1911’de İngiltere’nin güney batısındaki Cornwall’de doğdu. Oxford Üniversitesi’nde önce biyoloji, sonra da edebiyat okudu. Öğrenimini tamamladıktan sonra yazar, oyuncu, yönetmen ve öğretmen olarak çalıştı, II. Dünya Savaşı’nda deniz subayı olarak görev yaptı. Daha önce gönderdiği 20 yayınevi tarafından red cevabı aldığı ve yayımlatamadığı The Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) romanı 1954 yılında yayımlandığında büyük ses getirdi ve kısa sürede en çok satanlardan biri oldu. Bu romanının 1963 yılında filmi de çekildi.
Bir öğretmen olmasının yanı sıra çok yönlülüğü, özgür düşünceye verdiği önem ve gelişmiş mizah duygusuyla gerçek bir Rönesans figürü olarak tanımlanmıştır. Entelektüel birikimini yalnızlığına borçlu olan Golding, yaşamını ve eserlerini etkileyen bu özelliğini “Okumanın bir tür arkadaşlık olduğunu, kendi yalnızlığımı fark ettiğimde öğrenmiş oldum.” şeklinde dile getirmiştir. 1983’te Nobel alan yazar, 1988’de “Sir” unvanına layık görülmüştür.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Günümüz dünyası insanının durumunu aydınlatan; yazılarının çeşitliliği, gerçekçi anlatı sanatının açıklığı ve hayali yazılarının evrenselliği ile karakterize romanları için.
Arap edebiyatının sembolü: Necib Mahfuz (1911-2006)
Naguib Mahfouz (Necib Mahfuz), 11 Aralık 1911’de Kahire’nin Cemaliye bölgesinde, orta hâlli bir memurun oğlu olarak doğdu. 1930-1934 yılları arasında Kahire Üniversitesi‘nde felsefe öğrenimi gören yazar, daha sonra Mısır’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ve Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi’nde çalıştı.
Genç yaşta edebiyata ilgi duyan Mahfuz, öğrencilik yıllarından başlayarak İngiliz ve Fransız yazarların yapıtlarını okudu. Eserlerinde Flaubert, Zola, Camus, Dostoyevski ve Proust’tan etkilendiği söylenir. 30 romanı ve yüzlerce kısa hikâyesi bulunsa da, Batı dünyasında adını “Kahire Üçlemesi” ile duyurmuştur. Mahfuz’un Türkçeye çevrilen kitapları arasında “Hırsız ve Köpekler”, “Nil’in Üç Çocuğu”, “Dilenci”, “Miramar” ve “Sokaktakiler” sayılabilir. Yazar, eserlerinde Kahire’deki renkli yaşamın arka planındaki toplumsal sorunları sayfalarına taşıdı. 1988 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Mahfuz, bu ödülü alan ilk Müslüman ve tek Arap yazardır.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Tüm insanlık için geçerli bir Arap anlatı sanatı oluşturduğu, nüanstan zengin -işte akılcı bir gerçekçilik, işte belirsizliği andıran- eserleri için.
Güney Afrikalı öykü ustası: Nadine Gordimer (1923-2014)
20 Kasım 2013’de Litvanyalı Yahudi bir baba ile İngiliz Hıristiyan bir anneden dünyaya gelen Gordimer’in kendisi de bir Hıristiyan’dı. Gordimer, Johannesburg’un Springs banliyösünde küçük burjuva ortamında çocukluğunu geçirirken, 15 yaşına geldiğinde ırkçı ayrımcılıkla tanıştı.
1955’ten sonra Amerika ve Afrika’ya birçok geziler yapan Gordimer’in yapıtlarında yer alan Afrikalı karakterler, sanatsal açıdan çok az tipleştirilmiş olup, daha çok ahlaki bir toplumsal eleştirisi için gerekli, nesnelleştirilmiş ilinti noktaları olarak kullanılır. Eserleri 15 roman, 200 dolayında öykü ve çok sayıda deneme ile eleştiriden oluşur. Irkçı rejimi şiddetle protesto eden yazar, çağdaş Güney Afrika’da yaşayan kadın ve erkeklerin sosyal eşitsizlikleri ve duygusal zorluklarını da dile getirmiştir.
1974’de Man Booker Ödülü’ne, 1991’de ise Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen yazarın tanınmış bazı eserleri şöyle: Başka Dünyalar, Şeref Misafiri, Jüly insanları, Tabiatın Oyunu, Oğlumun Hikâyeşi, Kimi Güzelliklere Doğar, Yanımda Kimse Yok, Evdeki Silah.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Alfred Nobel’in deyişiyle; “insanlığa büyük yarar sağlayan; görkemli epik yazıları için”.
Kurgu ustası: Jose Saramago (1922-2010)
Portekiz’in en tanınmış yazarlarından olan Jose Saramago, 16 Ekim 1922 tarihinde doğdu. Henüz üç yaşındayken, ailesi Lizbon’a taşındı. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle yükseköğrenim yapamayarak, başka işlere yönelmek zorunda kaldı; sağlık görevlisi, yayıncı, çevirmen, gazeteci olarak çalıştı.
Saramago’nun yapıtlarının arasında iki şiir kitabı, birçok deneme, oyun ve roman vardır. Bunların arasında özellikle romanlarıyla birçok ödüller almış olan Saramago’nun edebiyat yaşamının asıl meyvesi, 1998 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü’dür. Yapıtlarındaki hayal gücü, sevecenlik ve ironiyle, anlaşılması zor gerçeklerin kavranmasını sağlayan Saramago çağımızın en önemli edebiyatçıları arasında yerini almıştır.
Saramago hakkında daha detaylı bilgi için size şuraya alalım.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Bizim, aldatıcı gerçekliği sürekli olarak bir kez daha kavrayabilmemizi sağlayan; hayal gücü, merhamet ve ironi ile oluşturduğu kıssaları (parable) için.
Türk edebiyatının en tartışılan adamı: Orhan Pamuk (1952-…)
Orhan Pamuk, 7 Haziran 1952’de varlıklı bir ailenin son çocuğu olarak İstanbul’un Nişantaşı semtinde dünyaya geldi. Birçok ödülün yanı sıra 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak bu ödülü alan en genç iki kişiden biri oldu. Kitapları 60 dile çevrildi, 100’ü aşkın ülkede yayımlandı ve 11 milyon baskı yaptı. 2006 yılında TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçilen Pamuk, Nobel ödülü kazanan ilk ve tek Türk.
Orhan Pamuk hakkında daha detaylı bir liste için size buraya alalım.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken, kültürlerin birbirleriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulduğu için.
Gelmiş geçmiş en ünlü Çinli yazar: Mo Yan (1955-…)
Çin’in kuzeydoğu bölgesi Shandong eyaletinde dünyaya gelen Guan Moye, 12 yaşında Çin Kültür Devrimi’ne dâhil olarak ilkokulu bıraktı, bir daha da okumadı. Bir yağ fabrikasında çalışmaya başlayan Moye, 20 yaşındayken Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na katıldı.
Askerde edebiyata merak saran Moye, Çince “sakın konuşma” anlamına gelen lakabını (Mo Yan) bu dönemde kullanmaya başladı ve ilk eserini 1981’de yazdı. 1984’te eğitmen oldu. 1986’da ise ilk kısa romanını kaleme aldı. Dünya çapında bilinen bir isim olmasına rağmen, Nobel alana kadar Türkiye’deki yayınevleri tarafından Türkçeye çevrilmemesi dikkat çekicidir.
Çinli Yazarlar Derneği, özellikle “Kızıl Darı Tarlaları (Sorgum)” adlı eseriyle şöhrete kavuşan Mo Yan’ın Nobel Ödülü ile ilgili olarak “Bu ödüle çok sevindik. Çin edebiyat dünyası için mutluluk verici bir haber” açıklaması yaptı.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Sanrısal gerçekçilikle halk hikâyelerini, tarihi ve şimdiyi kaynaştırmadaki ustalığı için.
İlginizi Çekebilir: Çin Edebiyatının En İyileri
Günümüzün Proust’u: Patrick Modiano (1945-…)
1945’te işçi kenti diye de anılan, Paris yakınlarındaki Boulogne-Billancourt’da mütevazı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Modiano, sessiz ve derinden atıldığı yazarlık serüvenini Nazi Almanya’sında yaşanan Yahudi faciasında (Shoah) yaşamını yitirenlerin anısını canlı tutma çabasıyla sürdürürken, savaş sonrası yaşamaya devam eden bireylerin kimlik arayışını yapıtının temeline yerleştirdi. Romanları sık sık ödüllerle taçlandırıldı.
Yazar, Marcel Proust’a ödül vermeyen Nobel Edebiyat Komitesi tarafından, ironik bir şekilde “Çağımızın Proust”u olarak nitelendirilerek ödülü aldı. Modiano, kendi hayatının derinliklerini, gizli kalmış anıları okurla paylaşan modern yazarlardan birisi. Komite’nin Proust vurgusu bu yüzdendir. Bilindiği gibi Proust, kısa süren hayatı boyunca, altı kitaptan oluşan tek bir roman yazmıştır. Modiano da “Yazı hayatım boyunca (45 yıl) hep aynı kitabı yazdığımı hissettim.” derken benzer bir çabayı dillendirmiştir.
Modiano’ nun en beğenilen ve Türkçeye çevrilen eserleri arasında “Babam ve Ben”, “Bir Sirk Geçiyor” ve “En Uzağından Unutuşun” var.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: Kavranması en güç insan yazgılarını anlatma ve Fransa’nın işgal dönemini gözler önüne serme konusunda bellek olgusunu sanat olarak kullanması.