Kimine göre modern dünyanın tanıdığı en büyük sanatçılardan biri, kimine göre sadece sıra dışı bıyıkları olan bir deli. Kendisinin şöyle tanımlamaktan geri durmayan çılgın: “Dünyada iki büyük ressam vardır, biri Pablo, diğeri de benim, ancak ben daha büyüğüm.”
Evet, Salvador Dalí’den bahsediyoruz. 1904 doğumlu Katalan gerçeküstücü (sürrealist) ressam. Sadece ressam olsa yine iyi, heykel, fotoğrafçılık, film yapımcılığı da ilgilendiği ana başlıklar -ara başlıklara girmiyorum bile- arasında. Yaşadığı dönemde sadece sanatıyla değil yaşam tarzıyla da sürekli gündemde olan Dalí’nin bıyıkları kadar sıra dışı açıklamaları da bugün belleklerimizde yerini koruyor.
Biz de birbirinden çarpıcı eserlerinden yaptığımız derlemeyle Dalí’nin sanatını yansıtmaya ve kendimizce yorumlamaya çalışırken; bir yandan da geçtiğimiz yüzyılı onun orijinal hayat hikayesiyle birleştirerek hafızalarımızı tazelemeye gayret ettik.
“Dahi değilsen bile öyle davran, kesin dahi sanırlar.”
(Macrophotographic Self-Portrait with the Appearance of Gala)
Resmin üstündeki alıntısından da anlayacağımız üzere net bir insan Dalí. Ailesinin ikinci çocuğu olarak doğuyor, kendisinden 9 ay önce ölen kardeşinin adını devralıyor. Ailesinin de takıntılı tutumuyla kardeşinin hayaleti uzun süre peşini bırakmıyor ve çocukluğunda önemli izler bırakıyor. 1922’de Madrid’e taşınması ve orada okula başlamasıyla, kübizm ve dadaizm etkileri gösteren ilk eserlerini veriyor. Bu türlerin bölgede yaygın olmamasının da etkisiyle dikkatler Dalí’nin üzerine çekiliyor.
Buralarda okuldan kovulmayana sanatçı demezler
(Honey Is Sweeter Than Blood)
Dalí, 1926 yılında gerçekleştirdiği ve Pablo Picasso ile tanıştığı Paris gezisinin ardından, 1927’de önceden de uzaklaştırıldığı okulundan temelli kovuluyor ve askere alınıyor. O yıllar bedelli yok tabii, savaş kapıda, Kıta Avrupası kan ağlıyor. 1928’te “Sanat Karşıtı Katalan Manifesto”yu sanat eleştirmenleri Montanya ve Gasch ile kaleme alarak, modernizmi ve gelecekçiliği (fütürizm) savunuyor.
Okul bir şekil bitti, askerlik de tamam, sırada…
(Illumined Pleasures)
1929 Dalí’nin hayatındaki en önemli yıllardan. Önce arkadaşı Luis Bunuel ile Bir Endülüs Köpeği’ni çekiyorlar ki bu avangart kısa film sayesinde sürrealist sanat çevrelerinde şöhretleri bir anda artıyor. Ardından ikinci Paris ziyaretinde tanıştırıldığı sürrealist akımın öncülerinden Paul Eluard’ın eşi Gala hayatına giriyor ve Dalí’nin tüm hayatını etkileyecek ilişkileri böylece başlamış oluyor. Seni gidi romantik seni diyoruz, aşağıdaki satırlarla hepimiz bir nebze romantikleşiyoruz:
“Gala’nın acısından
– ki benim acımdır
Gala’nın ölümünden
– ki benim ölümümdür
başka hiçbir şey hayatıma dokunamaz”
Saatleri eğerek zamanı bükmeyi başaran adam
(The Persistence of Memory)
Sanatçının kendi açıklamalarına bakarsak bu resmi yaparken sıcak Ağustos güneşinin altında eriyen bir peynirden ilham aldığını öğreniyoruz. Ancak Dalí’nin şakacılığını ve şaşırtmayı seven karakterini göz önünde bulundurursak bu imgenin açıklamasının bu kadar basit olmama ihtimali kuvvetli. Bugün bir saat kolay erimiyor, hem de bu kadar bilime, özellikle de fiziğe ve hatta izafiyet teorisine ilgi duyan bir ressamın fırçasında.
Yine yol göründü gurbete
(Untitled – Death Outside the Head – Paul Eluard)
Gala’yla beraber yaşadıkları ilk yılların sonucunda hemen yukarıda gördüğünüz eseri yapıyor Dalí; yakın dostlarına “Çok bunaldım beyler” diyor, “Gidelim buralardan” diyor. Şaka bir yana Avrupa, yükselen faşizm dalgasıyla yavaş yavaş boğuşmaya başlarken, Dalí ve eşi Gala için Amerika yolları ufak ufak düşünülür olmaya başlıyor.
İki savaş arasında düğün olmaz
(The Horseman of Death)
1929’dan beri birlikte yaşayan Dalí ve Gala, 1934’te resmi devlet nikahıyla evleniyor. Bu yıl onlar için başka güzellikler de getiriyor. New York’ta açtığı sansasyon yaratan sergiyle Dalí, Amerika’da büyük bir şöhrete kavuşuyor.
Bir akım olarak değil hayat tarzı olarak gerçeküstücülük
(The Metamorphosis of Narcissus)
Şöyle bir sahne hayal edin. Londra Uluslararası Sürrealist Sergisi’ne konuşmacı olarak davet edilmiş bir sanatçı: Salvador Dalí. Üzerinde eski tip kocaman bir dalgıç kıyafeti, tek elinde ıstaka, diğer elinde tasmasını zor zapt ettiği 2 kurt köpeği. İşte böyle de delikanlı bir adam Dalí, sürrealizmi bir hayat felsefesi olarak belirleyip, günlük pratiklerini gerçek üstü şekillendirebilecek kadar kral bir adam. Görenlerin, duyanların yaşadığı şoktan adeta haz alıyor.
Hitler muamması
(The Enigma of Hitler)
1938, Dalí’nin Freud ile tanıştığı ve onun portrelerini yaptığı yıl, tüm diğer sürrealistler gibi Dalí de bilinçaltı konusuna meraklı ve Freud’a bu konudaki yazılarıyla ilgili hayranlık duyuyor. Avrupa’da ise bu esnada dünya tarihinin gördüğü en kanlı liderlerden biri hüküm sürüyor, diplomasinin ve telefon trafiğinin dünyayı felaketten kurtaramadığı, kıtanın en zor günleri o dönem yaşamış her sanatçının eserlerine yansıyor.
Avida Dollars
(Baby Map of the World)
Avrupa’nın korkutucu durumunun yanı sıra Dalí’nin politik durumu da az korkutucu değil hani. 1936’dan 1939’a kadar İspanya’yı karıştırarak devam eden İspanya İç Savaşı’nı General Francisco Franco kazanıyor, Dalí de yeni kurulan faşist rejimi destekliyor. Sanat çevrelerinin büyük bir kısmı Dalí’nin dikkat çekme çabasıyla yaptığı abartılı hareketlerden bıktığı için ve genel olarak içinde bulundukları Marxist eğilimle Dalí’ye iyice sırtını dönüyor. Sürrealist grubun önderi Breton, Dalí’nin ismini paraya olan tutkusunu vurgulayacak şekilde bozarak “Avida Dollars” anagramını çıkartıyor, Dalí de durur mu hiç yapıştırıyor cevabı: “Le surréalisme, c’est moi!” (Sürrealizm benim!)
Neden geldim Amerika’ya
(Geopolitical Child Watching the Birth of the New Man)
Dalí, Gala’yla birlikte 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı cehennemden kaçıp tamamen Amerika’ya yerleşiyor. Dalí’nin kariyerindeki mihenk taşlarının bir kısmı, 9 yıllık Amerika serüveninde gerçekleşiyor. Sanatçı 1942 senesinde “Salvador Dalí’nin Gizli Hayatı” isimli otobiyografisini yayınlıyor. O dönemi yaşayan pek çokları gibi Dalí için de yeni dünya artık Amerika, yaşlı kıtanın tüm krizlerinde uzak, steril, güvenilir, taptaze…
Şüphesiz hepimiz yanacağız
(Resurrection of the Flesh)
Dalí’nin George Orwell tarafından “Fransa tehlikeye düştüğünde fare gibi kaçmakla” eleştirildiği yıllara geliyoruz. Sanatçı ise bu kaçışı, yakılmak için daha ideal bir fırın arayışı olarak değerlendiriyor. Savaş döneminde çizdiği tabloların çoğunda kasvet ve ölüm ön planda.
Sadece rüyalarda buluşabileceğimiz hayvanlar
(The Temptation of St)
Olduğundan çok daha farklı tasvir edilen hayvanlar Dalí tablolarında sıklıkla rastlayabileceğimiz öğeler arasında. Filleri boylu poslu çizmek, zürafaların yelelerini tutuşturmak, sanatçımızın özellikle sevdiği hareketler. Amerika yıllarında 1945-1946 arasında Walt Disney’le beraber Destin ve Alfred Hitchcock’u da yanına alarak Spellbound filmlerinin yapımında çalışıyor.
“İyi ressam olmak çok kolaydır”
(Portrait of Picasso)
Dalí’nin en tanınmış tablolarından biri. Hem hayran olduğu hem de sürekli ondan daha iyi olduğunu belirtmekten geri durmadığı bir başka dev ressam, Picasso. 1947 senesinde Dalí’nin elinden sürrealist bir Picasso portresi çıkıyor. “Efendim iyi ressam olmak çok kolaydır” diye başladığı sözlerine şöyle devam ediyor: “Sadece iki şartı vardır. Birincisi İspanyol olmanız gerekir. İkincisi adınızın Salvador Dalí olması gerekir.” Picasso da Dalí’ye göre iyi ressam olmanın şartlarını yüzde 50 tutturuyor.
“Bir sürrealist ile aramdaki tek fark benim sürrealist olmamdır”
(The Madonna of Port Lligat)
1949 senesinde Dalí eşi Gala’yla beraber Avrupa’ya dönüyor, tekrar Katalonya’ya yerleşiyorlar. Burası, ömürlerinin sonuna kadar yaşayacakları yer oluyor. Tabii İspanya’ya dönmesiyle beraber zaten düzenli olarak tepkilerini çektiği sol görüşlü entelektüeller ve sanatçılar tekrar Dalí’ye yüklenmeye başlıyor. Dalí yukarıdaki cümlesiyle onları ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor.
Badem gözlüm beni unut
Bu gemi bir kara tabut
(1952-Nuclear Cross)
1951’e geldiğimizde Dalí, Mistik Manifesto’sunu yayınlıyor. Bu bildiride modern bilim kavramlarıyla Katolik inancını sentezleyen Dalí, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde hiperküp (dört boyutlu küp) ve atomik çözünme, Katolik temalar ve DNA gibi konuları eserlerinde ön planda tutuyor. Dalí, Hiroşima’ya atılan atom bombasının gücünden öyle etkileniyor ki bu dönemini “nükleer mistisizm” olarak adlandırıyor ve bu dönemde tuvale boya sıçratma, hologramlar, optik yanılgılar ve stereoskopi gibi pek çok değişik teknikle denemeler yapıyor.
Ama karar ver
(1954-Melting Watch)
Dalí’nin bu çizimi yaparken Kenan Doğulu dinlediği, dinlediği şarkının da loop’a alınmış bir adet “Tutamıyorum Zamanı” olduğu rivayet edilir. Zamanı yakalamanın zorlaşmasıyla eriyen saatler tekrar tekrar karşımıza çıkıyor.
Su buldun iç, göz gördün kaç
(1957-Modern Rhapsody)
Bizi içinden çıkılmayacak şekilde izleyen, kirpikleriyle tutsak eden, saçtığı ışınlara maruz bırakan ve kendiyle iletişime zorlayan o kapanmayan göz. Dönemin pek çok eserinde ve tüm büyük sanatçılarında ortaya çıkan benzer imgeler, bugün dahi kaçamadığımız aynı itaat mekanizması Dalí’nin de eserlerinde karşımıza çıkıyor.
Columbus vs. Fatih
(1958-The Discovery of America by Christopher Columbus)
Bir başka görkemli eser daha: Kristof Kolomb’un Amerika’yı Keşfi. Görüyoruz ki sanatçı bu eserinde Osmanlı tarihinden esinleniyor ve Fatih’in İstanbul’u fethi sahnesini Kolomb’a uyarlıyor. Karada yürüyen gemilerin yerini havada duranlar almış, Müslüman öğeler yerini Katolik öğelere bırakmış. Muhakkak ki bir Fatih Sultan Mehmet göndermesi var, “Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok” diyen tüm herkesin sesini kesiverecek güçte bir eser.
“Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşistim”
(Equestrian Portrait of Carmen Bordiu-Franco)
Dalí’nin ilk sergisini gerçekleştirdiği ve iç savaş sürecinde hasar gören Belediye Tiyatrosu, 1960 yılında Figueres belediye başkanının talimatıyla Dalí Tiyatrosu ve Müzesi olarak restore edilmeye başlanıyor. 1974’te müze açılıncaya kadar ve hatta sonrasında 1980’lerin ortalarına dek Dalí buranın inşaat ve dekorasyon süreciyle yakından ilgileniyor, emeğinin ve zamanının büyük bölümünü bu işe ayırıyor.
“Tanrı’ya inanıyorum, ama inançlı değilim”
(The Eye of the Angelus)
Bir başka itaat ettirici göz tasviri. Aba altından falan değil alenen sopayı gösteren Dalí eseri. Diyoruz hep bunlar İlluminati‘nin işi ama dinleyen kim. İster tüm hanedanla ahbap olsun, ister en aristokrat en entelektüel karakter, yine de onu izleyen ve kendisine itaat etmeye zorlayan o gözden belli ki kaçamıyor Dalí de.
Kuleler
(Towers)
Bu tabloyu her gördüğümüzde aklımıza Gri Limanlar geliyor. Oradaki kuleler, gemi yapımcısı Círdan ve yolun sonuna geldik hissi. Bu eser de artık Dalí’nin “Tası tarağı toplayıp bu diyarlardan göçme vaktidir” dediği eserlerden biri gibi geliyor bu çağrışım sayesinde. Sanatçı yavaş yavaş son eserlerini veriyor.
Gala’sız günler
(Three Sphinxes of Bikini)
10 Haziran 1982’de Gala ölüyor ve Dalí de böylelikle yaşama karşı olan isteğini kaybediyor. Eşinin öldüğü ve gömüldüğü Pubol Kalesi’ne yerleşiyor ve bir nevi inzivaya çekiliyor. 1983’te burada, Serçenin Kuyruğu adlı son eserini yapıyor. 1984’te bacağından yaralanmasına sebep olan bir kazanın ardından Figureres’e dönen Dalí, 1989’da öldüğünde kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömülüyor.
Atomik Melankoli
(Melancholy Atomic)
Yaşadığı zaman aralığında 1500’ün üzerinde resmin yanı sıra sürekli olarak farklı alanlarda sanatsal üretimler de yapan Dalí’nin en çarpıcı eserlerinden biri de Melancholy Atomic. Atom bombasını, deforme olmuş bedenlerin göz yaşlarını, beyzbolcuları, uzay yarışını, bombardıman uçaklarını, uzun bacaklı filler ve otorite algısını ustaca yerleştirdiği eserinde Dalí, adeta dönemin çok yönlü bir fotoğrafını çekiyor.
Yeni zamanlar
(The Disintegration of the Persistence of Memory)
Eserlerinin büyük çoğunluğu Figueres’deki Dalí Tiyatro ve Müzesi’nde bulunan sanatçının çok sayıda eseri de Florida’nın St. Petersburg kentindeki Salvador Dalí Müzesi’nde, Madrid’teki Reina Sofia Müzesi’nde ve Los Angeles’taki Salvador Dalí Galerisi’nde bulunuyor. İzafiyet Teorisi’yle birlikte anılan erimiş saatler konseptinin de değiştiğini vurguladığı bu eserinde, artık zamanın Kuantum Fiziği ile bambaşka şekillerde algılandığını açıklamaya çalıştığı belirtiliyor.
“Uyuşturucu kullanmıyorum, ben kendim uyuşturucuyum”
(Women Forming a Skull)
Geçen çağın tartışmasız en sıradışı karakterlerinden biri olan Dalí; eserleri, pek çok dalda mütemadiyen devam ettirdiği üretim kapasitesi, bilime ve psikolojiye olan ilgisi, yaşam tarzı ve imajıyla insanları sonsuza dek cezbetmeye devam edecek. Kendisinden son bir alıntı daha: “Bir deliyle benim aramda tek bir fark var. Deli aklının yerinde olduğunu sanır, ben ise deli olduğumu biliyorum.”