Ana sayfa » Tarih » Oscar Ödüllü “12 Yıllık Esaret” Filmine İlham Veren Solomon Northup’un Trajik Hikayesi
Oscar Ödüllü “12 Yıllık Esaret” Filmine İlham Veren Solomon Northup’un Trajik Hikayesi
Solomon Northup, New York’un serin rüzgarlarında özgürce dolaşan, kemanının tellerinde hüznü ve neşeyi aynı anda çalabilen bir adamdı. Ta ki bir gün iki yüzlü adamların tuzağına düşene kadar.
“Özgür bir adamdım. Bir baba, bir koca, bir müzisyen. Ta ki bir sabah uyandığımda kendimi demir zincirler içinde bulana kadar…” Solomon Northup’un hikayesi, insanlık tarihinin en çarpıcı hayatta kalma öykülerinden biri. 1841’de New York’ta özgür bir hayat sürerken, iki dolandırıcının tuzağına düşerek Louisiana’nın pamuk tarlalarında köle olarak satılan bu adam, 12 yıl boyunca inanılmaz zulümler gördü, umudunu hiç kaybetmedi ve nihayetinde özgürlüğüne kavuştuğunda tüm dünyaya köleliğin gerçek yüzünü gösterdi. İşte, bir insan özgürlüğünün sadece bir gecede nasıl çalınabileceğinin ve insan ruhunun en kötü koşullarda bile nasıl direnebildiğinin unutulmaz hikayesi…
1807 yılının bahar ayında New York’ta ağaçların arasından tatlı bir keman sesi geliyordu… Kemanı çalan, kölelik sisteminin dışında doğmuş nadir siyahi insanlardan biri olan Solomon Northup’tu
Babası Mintus, bir zamanlar köleydi ama efendisinin ölümünden sonra özgürlüğüne kavuştu. Solomon ise bu özgürlüğü adeta doya doya yaşadı. Okudu, yazdı, müzik yaptı. Keman onun hem geçim kaynağı hem de ruhunun dili oldu. Dilediği insanlar evlendi. Eşi Anne Hampton, melez bir kadındı. Üç çocuklarıyla birlikte, maddi olarak zengin olmasalar da huzurlu bir hayat sürüyorlardı. Solomon’un deyimiyle, “rahat ama müreffeh olmayan” bir yaşam.
New York’ta yaşamak ise kölelikten bir hayli uzakta olmak anlamına geliyordu. Ama yine de otellerde ya da kamusal alanlarda hizmet eden köleleştirilmiş insanlar, zaman zaman Solomon’un karşısına çıkıyordu. Onların yüzlerinde taşıdıkları gizli özgürlük arzusunu fark etmişti. Hatta bazıları ona kaçmak için akıl danışıyordu. Solomon ise içinden şöyle diyordu: “İyi ki Kuzey’deyim. Burası özgürlük kokuyor.”
Ama hayat insanı hiç beklemediği bir anda karanlığa savurabilir. Ve bu karanlık, 1841 yılında, Washington’da Solomon’u kucakladı. Solomon bir gün iş ararken, kendilerine “Hamilton” ve “Brown” diyen iki adamla tanıştı
Ona keman çalması için New York City’de, ardından da Washington D.C.’de iyi paralı bir iş teklif ettiler. “Bu iş sana göre, yeteneklisin, çok kazanırsın,” gibi sözlerle onu baştan çıkardılar. Solomon da kemanını alıp peşlerine takıldı.
Solomon, iş görüşmesi için bu iki adamla Washington’da bir akşam yemeğinde buluştu. Ancak kısa süre sonra Solomon’un başı dönmeye başladı. Ardından gözleri karardı. Ve ertesi sabah, bir karanlık hücrede zincirlenmiş bir halde uyandı
Bu bir kabus muydu? Hayır, bu Amerikan rüyasının ters çevrilmiş hâliydi.
Zavallı Northup, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yetkililere özgür olduğunu söyledi, belgeleri olduğunu belirtti ama karşılaştığı tek şey dayaktı
Her özgürlük talebi bir kırbaçla bastırıldı. Öyle ki bir aşamadan sonra hayatta kalmak adına susmayı tercih etti. Ve sonra… bir gemi. Rotası: Louisiana. Solomon Northup, artık bir “mülk” olarak güneyin köle pazarına doğru yola çıkmıştı.
Gemi yolculuğu boyunca, tıpkı filmdeki gibi, diğer köleleştirilmiş adamlarla kaçış planları yaptı. Ama plan, yol arkadaşlarından birinin çiçek hastalığından ölmesiyle çöktü. Kaçmak bir yana, hayatta kalmak bile zorlaştı. New Orleans’a vardığında, ilk gözlemi insanların mal gibi satılmasıydı. Eliza adında bir kadının, çocuklarından zorla ayrılışına tanıklık etti. Kalbi kırıldı. İnsanlık duyguları yerle bir oldu.
Northup, ilk olarak William Ford adlı bir adam tarafından “satın” alındı. Filmde biraz ikiyüzlü gösterilen Ford, Northup’un anılarında daha insani bir figür. Hatta “onun eline düşen köle şanslıydı” diyor
Ama Ford’un nezaketi, sistemin vahşetini örtmeye yetmiyordu. Ford’un himayesinde bile, zalim gözetmen John Tibeats ile büyük bir çatışmaya girdi. Bu çatışma sonrası Ford, onu kurtarmak için başka birine sattı. Ve işte orada karşımıza çıkıyor zalimliğin sözlükteki karşılığı: Edwin Epps.
Solomon’un bir sonraki ev sahibi Edwin Epps, gerçek anlamda bir sadistti. Geceleri kölelerini zorla dans ettiriyor, sabahları keyfi gelirse kırbaçlıyordu
Northup onun gözüne girmeye çalıştıysa da Epps’in dünyasında merhamete yer yoktu. Bu noktada hikâyeye bir isim daha giriyor: Patsey. Genç, çalışkan ve ruhu parçalanmış bir kadın. Epps ona saplantılı şekilde bağlıydı ama aynı zamanda acımasızdı. Patsey’in yaşadığı istismar, karısının kıskançlığı ve sonuçta yaşadığı fiziksel şiddet… Solomon’un anlatımında, “yeryüzünde yaşanan en şeytani sahnelerden biri” olarak geçiyor. Bir gün, Epps Northup’a Patsey’i kırbaçlamasını emretti. Solomon tereddüt etti, ama direnemedi. Kırbaçlar Patsey’nin bedenini değil, Solomon’un vicdanını da parçaladı.
Solomon Northup’un hikayesi, bir Kanadalı marangoz olan Bass ile tanışınca değişmeye başladı. Bass, köleliğe şiddetle karşıydı. “Bu ulusun üzerinde bir günah” diyordu
Northup, cesaretini toplayıp Bass’a gerçeği anlattı. Ve Bass, sadece dinlemekle kalmadı, mektuplar yazdı, gerekirse New York’a gitmeyi bile teklif etti. Ve sonunda, mektuplardan biri Henry B. Northup’a ulaştı – Solomon’un babasının eski efendisinin akrabası.
Bürokrasi biraz sürse de 1853’te, tam 12 yıl sonra, Solomon Northup özgürlüğüne kavuştu
New York’a döndüğünde, sevinç gözyaşları içinde ailesine kavuştu. Ama kızı Margaret onu tanımadı. İşte hayatın diğer bir acımasız yüzü: Zaman, bazı izleri siliyor. Northup hem sevindi hem de hüzünlendi. Anılarını, yani Twelve Years a Slave kitabını 1853’te yayımladı. Kitap büyük yankı uyandırdı. Amerikalıların köleliğe dair bildiklerini yerle bir etti. Walt Whitman ve Thoreau gibi dönemin yazarlarını bile gölgede bıraktı.
Kitap yayımlandıktan sonra Northup bir süre kölelik karşıtı etkinliklerde konuşmalar yaptı. Ama sonra ortadan kayboldu. Eşi, ölüm ilanında “dul” olarak yer aldı. Ne zaman, nerede, nasıl öldüğü bilinmiyor. Hatta bazı iddialar, tekrar kaçırıldığı yönünde.
Solomon Northup’un hikayesi sadece onun değil zamanında zincire vurulmuş ve sistem tarafından susturulmuş binlerce insanın sesi olmayı başardı. Bugün bile hâlâ o ses yankılanıyor…