Sinema tarihiyle biraz ilgileniyorsanız Lumière Kardeşler’in çektiği bir film nedeniyle seyircilerin korkuya kapılıp panik halinde gösterim salonundan kaçtığı efsanesine bir yerlerde mutlaka denk gelmişsinizdir. Anlatılan hikâyelere göre Paris’teki bir sinema salonunu dolduran seyirciler beyazperdeye yansıtılan trenin doğrudan üzerlerine geldiğini düşündüler. Bu görüntü karşısında panikleyen izleyiciler hızla salonun çıkışına doğru yöneldi.
Bu hikâye sinemanın “büyülü tarihi”nin bir parçası olarak kabul edilse de büyük ihtimalle, film aynı salonda gösterilmeye devam ederken uydurulmuş bir şehir efsanesi.
İzdiham yaşandı mı?
https://www.youtube.com/watch?v=1dgLEDdFddk
Efsane, hareketli görüntülerin yaratıcıları arasında yer alan Auguste ve Louis Lumière Kardeşler’in 1895’te çektiği L’Arrivée d’un Train en Gare de La Ciotat (Tren’in La Ciotat’a Gelişi) başlıklı 50 saniyelik kısa film etrafında biçimleniyor.
Aslında o dönem Lumière Kardeşler’in çektiği 1 dakikanın altındaki diğer 1400’den fazla çekim arasındaki bu “iş”e bir “film” demek çok doğru değil. Bu “iş”ler bir sahnenin kısa bir bölümü, bazen ise sadece bir plandan meydana gelen kısa videolar. Almanya Trier Üniversitesi’nde film çalışmaları yürüten akademisyen Martin Loiperdinger “Tren filminin, Lumière Kardeşler’in diğer 1400 filmlik (Kardeşler’in o zaman ‘view’ [izlenme] dediği ve hiçbir şekilde kurgu ve montaja girmemiş işlerinin bulunduğu) kataloğu arasından sıyrılarak daha akılda kalıcı olmasını sağlayan bir yönü var” diyor. Loiperdinger’in dönemin gazeteleri ve diğer yayınlarını araştırarak yazdığı Lumière’s Arrival of the Train: Cinema’s Founding Myth (Lumière’in Tren Varışı: Sinemanın Kurucu Miti) makalesi olayı bir hayli detaylı inceliyor.
Makaledeki bazı alıntılarda seyircilerin salondan korkuyla kaçtığı yazılsa da Loiperdinger’in derlediği diğer haber ve ifadelerle bu ifadeler arasında çelişkiler olduğu ve olayın birbirine benzese de farklı biçimlerde anlatıldığı dikkat çekiyor. Loiperdinger’e göre geçmişte seyircilerin salondan korkarak kaçtıklarını yazan kaynaklar ya olayı tiye alıyor ya da abartılı şekilde anlatıyor. Birçok kaynak, seyircilerin koltuğunda olduğu yerde zıplamak, aniden kendini geriye çekmek gibi günümüzde sinema salonuna korku, gerilim vb. türde filmler izlemeye giden seyircilerin verdiği sıradan tepkiler verdiğini belirtiyor.
Bu kadar korkacak ne vardı?
ABD’li sosyolog, mimari ve tasarım teorisyeni Benjamin H. Bratton’un iddiasına göre seyircilerdeki abartılı tepkinin nedeni o döneme kadar “camera obscura” dışında hareket eden görüntü yansıtılabilecek bir yöntem bilinmemesi. Camera obscura, Rönesans ressamlarının bile kullandığı bir tür ilkel fotoğraf makinesi denilebilir. Latincede “karanlık oda” anlamına gelen “camera obscura” her tarafı tamamen kapalı, içine rahatça bir insanın girebileceği büyüklükte, karanlık, sadece bir yüzeyinin ortasında ışığın geçmesini sağlayan bir deliği bulunan bir oda. Rönesans ressamları camera obscura’yı portre ve ölü doğa (naturmort) resimlerinde doğru oran-orantıyı, açık ve kapalı mekân resimlerinde ise doğru perspektifi yakalamalarına yardımcı olması amacıyla kullanıyordu.
“İlk belgesel” mi?
Paris’te 1895’te gösterilen filmde bir lokomotifin yolcu aktarımı yapmak üzere ekranın sağından gara girişi görünüyor. Yolcuların arasından, tren bekleyen bir yolcunun bakış açısını hatırlatacak şekilde yerleştirilen kamera 50 saniyelik film boyunca hiç hareket etmiyor. Kamera tren raylarına bir hayli yakın yerleştirilmiş gibi algılanıyor ve tren durakta durduktan kısa bir süre sonra film sona eriyor.
Gündelik yaşamdan sıradan bir anı alıntıladığı için Lumière Kardeşler’in filmi sinema tarihinin ilk belgesellerinden biri sayılıyor. Hatta filmi “tarihin ilk belgeseli” olarak anan kaynaklara rastlamak bile mümkün ancak bu doğru değil. Loiperdinger “Bu film platformda, raylara çok yakın konumda bekleyen bir yolcunun perspektifinden bir lokomotifin ekranın sağ alt köşesinden girip sol üst köşesinde durduğu kusursuz bir çapraz kompozisyon oluşturan harika bir mizanseni gösteriyor” diyor. Film ne kadar “doğal” bir anı gösterdiğini iddia etse de aslında Lumière Kardeşler’in kayıttan önce figüranları “kameraya bakmamaları konusunda” uyardığı bir kurgu.
Kısa film başarılı bir kompozisyona sahip olsa da Auguste Lumière 1948’de verdiği bir röportajda üretimlerinde estetik kaygısı olmadığını ve çalışmalarını bilimsel deney ve araştırma kapsamında yürüttüğünü belirtiyor.
Bir “sinema miti” olarak tarihteki yerini aldı
Günümüzde sinema endüstrisinin ortaya koyduğu eserleri düşününce bir trenin gara yanaştığı 50 saniyelik bir “video”nun kazandığı yüksek popülerlik biraz şaşırtıcı gelebilir. Öte yandan sosyal mecralarda her gün 50 saniyelik videoların milyonlarca insanın kültürünün ortak bir parçası olduğuna alıştığımız için belki o kadar da şaşırtıcı değil. Yine de Lumière Kardeşler’in filminin bir “sinema miti”ne dönüşmesi ilgiyi hak ediyor. Loiperdinger’e göre seyircinin kesin tepkisine yönelik güvenilir bir kayda ulaşılamıyor ancak 1895’te Cinématographe Lumière gösterimine katılan gazetecilerin deneyimleri onların fazlasıyla etkilendiğini ortaya koyuyor. Siyah-beyaz ve sessiz olmasına rağmen filmin üç boyutlu bir deneyimi başarıyla tasvir etmesi büyük sükse yarattı.
Günümüzde gösterime katılan seyircilerden hiçbirine ulaşmak mümkün olmadığı için gösterim sırasında gerçekten neler yaşandığıyla ilgili net bir bilgiye ulaşmak mümkün gözükmüyor. Loiperdinger ise böyle bir tepkinin pek mümkün olmadığını düşünüyor ve “Ne polis raporlarında ne de gazetelerde Paris’te izdihamdan bahseden bir kayda rastlanmıyor” diyor. Sadece 2 metre genişliğinde bir ekrana yansıtılan görüntü hem küçük hem de aşırı grenliydi. Ayrıca gözle görülebilir bir şekilde aksıyordu ve tabii ki sessizdi. Bu nedenle insanların gördüklerini gerçek sandığı olasılığı biraz zayıf kalıyor. Yine de bu durum Bratton’un “camera obscura” hipotezine karşı çok güçlü bir argüman denemez.
Tepkiler, 1935’teki 3D versiyonunun gösterimiyle karıştırılıyor mu?
https://www.youtube.com/watch?v=BckhVzfAtCY
Lumière Kardeşler 1895’teki gösterimden önce 3 boyutlu hareketli görüntüler elde etmek için çalışmalara başlamıştı. Ray Zone’un 3 boyutlu filmlerin tarihini anlatan kitabındaki bazı detaylar düşündürücü. Zone’un aktardığına göre araştırmacı James L. Limbacher 1903’te ve 1935’te Lumière Kardeşler’in streoskopik kamerayla çektikleri 3 boyutlu filmlerden bahsediyor. Bir başka kaynak ise Lois Lumière’in 1900’lerden itibaren 3 boyutlu görüntü üretimi üzerine çalıştığını hatta streoskopik kamera patenti aldığını yazıyor. Hatta Lois Lumière’in akademik bir dergide yayımlanan “Strescopy on the Screen” (Ekranda Stereoskopi) başlıklı bir makalesi bile bulunuyor.
Kaynaklara göre Lumière Kardeşler 1935’te French Academy of Science’ta (Fransa Bilim Akademisi) stereoskopik kamerayla aynı filmi çekip yayımladı. Ticari olarak dağıtılmayan filmin gösterimindeki seyircilerin tepkisiyle ilgili bir kaynağa ulaşılamıyor. Bununla birlikte bu gösterimde seyirciler trenin gerçekten üzerlerine geldiğini düşünüp korkuyla salonu terk etmesi ihtimali çok daha yüksek. Belki 1935’teki gösterime verilen tepkiler daha sonra 1895’teki gösterimle karıştırılmıştır.
Söylentiler nereden çıktı?
Genellikle bu hikâye ve benzerleri sinemanın -insanın duygularını ve davranışlarını manipüle edici- gücünü tasvir edici bir örnek olarak anlatılır. Loiperdinger “tren filmleri nedeniyle panikleyen seyirci hikâyeleri 1900’lerden önce de anlatılırdı” diyor. Gösterime katılan muhabir ve yazarlar izlediklerinin ikna edici 3 boyutlu etkisini anlatmak için “trenin neredeyse izleyicilere çarpmak üzere olduğu” benzetmesini yaptılar.
Bu hikâyenin bir başka özelliği ise sinemanın özellikle eğitimsiz kitlelere etkisi üzerine sınıfsal bir yorum barındırması. Dönemin elit kesimi eğitimsiz alt-sınıfın bu hareketli resimlerden, kendilerinin asla etkilenmeyeceği biçimde, korkabileceğini düşünüyordu. 1901’de yayımlanan The Countryman and the Cinematograph (Köylü ve Sinematograf) sessiz filmi bu mitin tasvir edildiği bir eser. Filmde, hayatında ilk defa “görüntülü resimler”le karşılaşan bir köylünün tepkileri yer alıyor. Bir bölümde kameraya doğru gelen bir trenden kaçtığı da görülebiliyor.
Bu hikâyenin günümüzde hâlâ “sinema salonundaki seyirciler perdeye yansıtılan trenden korkup kaçmışlar” biçimde anlatılmasının nedenleri geçmiştekiyle aynı olabilir. Film kuşkusuz günümüzde tüketicisini en çok etkisi altına alan hikâye anlatım araçlarından biri. “Tren ve panikleyen izleyiciler” hikâyesi ise özellikle sinemada film izlemenin insanda bıraktığı güçlü etkiyi anlatmak için -gerçek olmasa bile- harika bir anektod.