Çok yükseklerde, tıpkı Olimpos gibi bir dağın eteklerinde, tanrı/çalara yakışacak güzellikte bir kent kurulmuş; Bembeyaz taşlarıyla gün ışığında adeta bir mücevher gibi parlayan bu kentin adı Sagalassos… Anadolu’daki antik kentler arasında gerek coğrafi konum gerekse bugüne ulaşan antik yapılar bakımından en etkileyici yerlerden biri olan kent, günümüzde anlamı bilinmeyen adını, Hititlerin bir kolu olan Luwilerden alıyor. En ilgisiz kişiyi bile etkilemeyi başarabilecek düzeyde bir ihtişama sahip olan Sagalassos, ulaşımının yükseklikten ötürü zor olması ve sık kullanılan yollar üzerinde olmamasından ötürü geç keşfedilmiş olsa da bizzat bu durum, kentin aynı derecede iyi korunmuş olmasını, bir avantaj olarak beraberinde getiriyor. Sagalassos öyle bir yere kurulmuş ki, kentten baktığınızda gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa tüm manzarayla kucaklaşabiliyorsunuz. Geçmişi milattan önce 3 bin yılına kadar uzanan ve 2009’da UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne giren Sagalassos, ziyaretçilerini 5 bin yıllık sokaklarında tarihi bir yolculuğa çıkarıyor.
1. Sagalassos’un iklim ve coğrafi koşulları
Güvenlik kaygısı, su bolluğu, uygun kil oluşu ve başta demir olmak üzere zengin maden yataklarına sahip olması nedeniyle 2271 metrelik Akdağ’ın zirvesinin gölgesinde, derin vadilere hakim bir konumda 1750 metre rakımdaki kent, güneye bakan dik bir yamacın taraçalandırılmasıyla kurulmuş bir mühendislik harikası ve Roma dönemi mimarisinin en iyi örneklerini barındırıyor. Kendine özgü mikro iklimi sayesinde o zamanlar, şimdikinden çok daha verimli olan bu coğrafyada her türlü yaşamsal kaynak coşmuş ve kentin konumunun avantajları da pek çok. Antalya’nın 109 ve Burdur’a bağlı Ağlasun’un 7 km kuzeyinde yer alan bir Pisidia kenti olan Sagalassos öncelikle, o zamanlar Pamfilya adı verilmiş Anadolu’nun güney kıyısını Orta Anadolu dağlık arazilerine bağlayan dağ geçitleri kontrol ediyor. Osmanlı Dönemi boyunca da kullanılan bu geçitler, 1706’da Antalya’dan Konya’ya giden bir kervana katılan Fransız gezgin Paul Lucas’ı, yolu üzerindeki Sagalassos’un kalıntılarına götürmüş ve kenti yeniden keşfetmesini sağlamış.
2. Sagalassos, Akdeniz’de gerçekleşen en büyük çok-disiplinli arkeolojik projelerden biri…
Milattan sonra 7. yy’da geçirdiği büyük deprem sonrası görkemli Roma yapıları toprak altında kalarak korunan ve yükseltisinden dolayı üzerinde modern yerleşme yapılmayan Sagalassos’taki kazı çalışmaları, 1991’de Leuven Katolik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Marc Waelkens başkanlığında başladı. O zamandan beri yerleşme ve etrafındaki 1200 km2’lik alan üzerinde çeşitli disiplinlerden bilim insanlarınca yapılan çalışmalarla Sagalassos, Akdeniz’de gerçekleşen en büyük çok-disiplinli arkeolojik projelerden biri haline geldi. Yaklaşık 15-20 farklı disiplinlere mensup uzmanlar, kazılarda çalışıyor. Bir başka deyişle yaklaşık 180 kişi, Sagalassos’u yeniden ayağa kaldırmak için uğraşıyor. Hem Türk hem de başka uluslardan bilim insanları, öğrenciler ve işçiler her gün 1700 metre rakımlı antik kente inip çıkıyorlar. Sonuçta Roma’nın Anadolu’daki en parlak kentlerinden biri sayılan Sagalassos ve çevresindeki yaşamın binlerce yıllık serüvenini keşfetme olanağı sağlıyorlar. Bu çalışmalarla iklim, jeolojik gelişim, tarım, hayvancılık hatta o dönemdeki seramik sanatının nasıl geliştiğinin izlerini sürmek mümkün.
3. Kenti, yaşayarak gezmek için bir gününüzü mutlaka ayırın
Aşağı ve yukarı olmak üzere ikiye ayrılan antik kent, binlerce yıldır hala suyu akan Antoninler Çeşmesi, agoraları, Anadolu’da bulunan en eski Roma hamamları, Macellum yapısı, dans eden kızlarla bezeli Heroon yapısı, sütunlu caddesi, kütüphanesi, kent villası ve dünyanın en yüksek rakımlı antik tiyatrosu unvanına sahip 9 bin kişilik tiyatrosuyla dikkat çekiyor. Tüm kenti hakkıyla, tabelaları okuyarak, sindire sindire, tasavvur ederek, üstüne bir de fotoğraf çekerek gezmek isteyenlerin en az 3-4 saatlerini kente ayırmalarını öneririz. Kenti rahat gezmek için spor ayakkabı tercih etmeniz de bir başka önerimiz.
4. Anadolu’nun en eski yerli halklarından biri olan Luwiler’e mensuplar
Peki kimdi bu Sagalassoslular, nereden gelmişlerdi, neden buraya yerleşmişlerdi? Prof. Waelkens’e göre Sagalassoslular, Anadolu’nun en eski kavimlerinden olan Luwilerin bir uzantısı. O’na göre Luwiler, MÖ. 3 bin 200’de Hititler’le birlikte Trans Kafkasya’dan Anadolu’ya gelmişler. Hititliler’le akrabalar. Geçmişte birlikte yaşamışlar ancak Anadolu’ya geldikten sonra iki ayrı grup oluşturmuşlar. Luwiler Batı ve Güney Anadolu’da, Hititler ise Orta Anadolu’da yaşamışlar. Luwiler her zaman güneyde kalmışlar. Waelkens, Hitit krallarından birinin mektubunda bu bölgede ‘Salamassa’ adında önemli bir yerleşimin bulunduğunun yazılı olduğunu söylüyor. Ona göre “Salamassa”, Sagalassos idi. Çünkü Tunç Çağı’na ait seramikler bulmuşlar. Belli ki Sagalassos o dönemde seramik yapıp ihraç ediyordu. “Burdur ovasında MÖ. 6 bin 500 yılından bugüne kadar seramikçilik devam ediyor. Bana göre buradaki yerleşim sürekli devam etti. Şu anda kazılarda elde ettiğimiz en eski buluntular MÖ. V. yüzyıla ait. Eski Yunan kaynaklarından bu bölgeyi biliyoruz. Luwiler’in bu bölgesi daha sonra Psidia adını aldı. Sagalassoslular, Psidialıydılar. Sagalassos, Psidia ve Göller Bölgesi’nin en önemli Roma kentiydi. 3 bin 500 ila 5 bin kişi arasında bir nüfus yaşadı burada. Etraftaki tarlalar ve çiftliklerde yaşayanlarla belki 15 bin kişiye ulaşmıştır.”
5. Bir devlet kurmadan 600 yıl boyunca özgür yaşadılar
Luwi halklarından biri olan Pisidialılar, kuzeyde Frigya, güneyde Likya ve Pamfilya arasında kalan dağlık bölgeye yerleşerek uzun yıllar bağımsız bir halk olarak yaşadılar. Özgür ve savaşçı ruhlu Pisidialılar, 1400 ile 1700 rakımlı dağlık araziye kurdukları kentlerinde kimsenin boyunduruğu altına girmedikleri gibi, bir devlet haline de gelememişler. Bölgenin su kaynaklarının bolluğu, bereketli topraklarının varlığı, korunmaya uygun doğal yapısının yanında, Anadolu’nun iç bölgeleriyle Akdeniz’i bağlayan dağ geçitleri üzerinde olması, Pisidialıların zenginleşmesini sağlamış. Yaklaşık 600 yıl korudukları düzenleri Büyük İskender’in gelişi ile son bulmuş.
6. Pisidialıların Büyük İskender ile imtihanı
Pisidialılar belli ki sert ve dağlık coğrafyaları seviyorlardı. Bir Pisidia halkı olan Termessoslular da şehirlerini Antalya’nın hemen kuzeyindeki Güllük Dağı’nın dorukları arasında 1040 metre rakımdaki dik bir vadinin uçurumuna kurmuşlar. Adeta bir kartal yuvasını andıran bu şehir de mimari ve mühendislik açıdan Pisidialılar’ın ne kadar usta olduklarının bir başka kanıtı. Termesoss, Büyük İskender’in doğu seferinde surlarını aşamadığı tek şehir olarak biliniyor ve sarp kayalıklar üzerine inşa edilmiş hemen uçurumun dibindeki tiyatrosunun manzarası gerçekten de nefes kesici. Büyük İskender, Pamfilya kentleri olan Phaselis’te konakladıktan sonra Silyon ve Perge’ye gidiyor. Dönüşte de Termessos’tan geçiyor. Şu anki Korkuteli Yolu’nda yer alan antik kentin giriş kapısı ve surlarının olduğu yerde Termessoslular’la savaşıyor fakat kenti alamıyor. Termessos’u kontrol altına almasının altı yedi ay süreceğini anlayınca bu fikrinden vazgeçmiş. Batıya devam edip MÖ. 333’de Sagalassos Antik Kenti’ne geliyor.
7. Sagalassos’un anıtsal yeri: İskender Tepesi
Prof. Waelkens, o dönemde Psidia bölgesinin en önemli kentinin Selge olduğunu söylüyor. Selgeliler İskender’le anlaşırlar ancak Sagalassos ve Termessos İskender’le işbirliği yapmaya yanaşmaz. Çünkü eski kaynaklara göre Sagalassoslular çok iyi asker olmalarıyla tanınıyorlar. Pers ordusunda paralı asker olarak da çalışan Sagalassoslular, böylece Yunan kültürünü de öğreniyorlar ancak bütün bunlar İskender’in büyük bir ordu ile kuşattığı Sagalassos’u ele geçirmesini engellemeye yetmiyor. O günleri kayda geçen tarihçi Arrianos’a göre: “Sagalassos’ta Pisidialılar yaşardı. Burada yaşayanlar, savaşçı bir halkın en cesurları olarak ünlenmişti.” Bugün kentin güneyinde bulunan ve adına “İskender Tepesi” denilen bölgede çok kanlı bir savaş yaşanıyor. Waelkens, bu kanlı savaşın Yunan kaynaklarında çok detaylı olarak anlatıldığını, bu nedenle savaşın yapıldığı yeri çok iyi bildiklerini söylüyor. Kanlı savaşa sahne olan İskender Tepesi aynı zamanda nekropol olarak kullanılmış. Erken Bizans döneminde ise burada bir kilise, sonra da bir kale yapılmış. İskender, Sagalassos’un ardından tüm Pisidia kentlerini alarak yoluna devam eder. Bu tarihten sonra Sagalassos’un bir kent olarak yükselişi başlar.
8. Anadolu’daki harikalar diyarı…
MÖ. 133’de Roma egemenliğine girene kadar kent tipik bir Helen kenti, yani bir “polis” olma yolunda hızla ilerler. Asıl görkemine ise MS 1. yüzyılda Roma İmparatoru Augustus ile başlayan ve 6. yüzyıla kadar süren dönem içinde ulaşır. Bu sürecin, Pax Roma olarak bilinen ilk 300 yıllık barış döneminde, Augustus’un yaptığı reformlar ile kenti Roma ticaret ağına ve Akdeniz’e bağlayan yolların yapılması Sagalassos’un kısa sürede zengin bir kent haline gelmesini sağlar. Tüm bunlara bir katkı da doğadan gelir. 6 yüzyıllık bu süreçte bir katkı da Doğa Ana’dan gelir; ılımanlaşan iklim sayesinde kent çevresinde tahıl ve zeytin başta olmak üzere pek çok tarım ürünü yetiştirilir. Analiz sonuçlarına göre, bugün sadece 900 metre yüksekliğe kadar yetişebilen zeytinin, iklimin daha yumuşak olduğu o dönemde 1400 metre yüksekliğe kadar üretiminin yapıldığı, buğday, mısır, zeytinyağının da önemli birer ihraç ürünü olduğu anlaşılıyor. Bu nedenlerle kent bir cazibe merkezine dönüşür.
9. Sagalassos’un meşhur astarlı seramikleri
Bölgeye özgü çamurlu kil, çanak çömlek yapımı için muazzam bir kaynak haline gelir. Üretilen seramik kap kacak antik dünyanın en çok aranan ürünleri arasına girer. Pamfilya limanlarından gemilerle neredeyse tüm Akdeniz Havzası’na yayılan kırmızı astarlı Sagalassos seramikleri, Kartaca’ya kadar ulaştırılır. Kentin bir bölümü Çömlekçiler Mahallesi olarak adlandırılır. İmparator Hadrianus döneminde kent, imparatorluğun kült merkezi ilan edilir. Ayrıca Pisidia’nın birinci kenti ünvanını alarak ikinci bir altın döneme girer.
10. Dünyanın en yüksek rakımlı antik tiyatrosu
Bu dönemde kült merkezine yakışır büyüklükte bir tiyatro inşa edilir. Kent nüfusu 4 bin civarında olmasına karşın dünyanın en yüksek rakımlı antik tiyatrosu olarak bilinen Sagalassos Tiyatrosu, 9 bin kişiyi alacak kapasitede yapılır. Kült merkezi olan Sagalassos’ta yılın belli günlerinde dinsel törenler ve festivaller yapılırken, bölge halkları bunlara katılmak için kente gelir. Söz konusu etkinliklerin yapıldığı tiyatro bu nedenle kentin ihtiyaç duyduğundan daha büyük inşa edilmiştir.
11. “İmparatorlar Şehri” Sagalassos, Roma mimarisinin en güzel örneklerini barındırıyor
Alabildiğine zengin bu coğrafyadaki doğal kayalar, mimari açıdan oldukça kaliteli inşa malzemeleridir. MÖ. 1 ve MS. 3. yüzyıl arasında kentin yakınında bulunan muhtelif taş ocaklarından günümüzde hala meşhur olan bölgeye özgü bej renkli kireç taşları kentin tüm kuzey sırtları boyunca dağ eteklerinden çıkarılır. Zaten var olan güçlü ekonomik girdilerinin yanına inanç turizminin eklenmesi sayesinde 3. yüzyıla kadar kent ihtişamlı yapılarla donatılır. Abidevi tiyatrosunun yanında tapınaklar, hamamlar, mezar anıtları ve kişisel kent sarayları kentin her yanında yükselir.
12. Sagalassos’un en zarif yapısı: Antoninler Çeşmesi
Kentin aristokrat zenginleri parasal güçlerini diğer antik kentlerden farklı olarak Sagalassos’ta daha çok anıtsal çeşme yaptırarak gösterir. Böylece kentin her yanında anıtsal çeşmeler inşa edilir. Restore edilerek 2010’da tekrar ayağa kaldırılan Antoninler Çeşmesi, o günlerde kentin ne kadar görkemli olduğuna dair ipucu vermesi bakımından çok önemli. MS. 161-180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yapılan ve Roma İmparatorluğu’nun prestij göstergesi olarak inşa edilen çeşme yedi farklı renkteki taşları ile dikkat çekiyor. Şelaleli bir çeşme olan Antoninler Çeşmesi’nde ışık oyunlarına imkan veren Afyon mermeri kullanılmış. 28 metre uzunluğunda 9 metre yüksekliğindeki yapının tümünde tanrı Dionysos’a ithaf edilmiş semboller yer alıyor.
13. Çok uzaklardan görülebilen anıt: Heroon
Ayağa kaldırılan bir diğer anıtsal yapı olan Heroon, yani onurlu bir kahramana ait anıt mezar, kentin dikkat çeken yapıları arasında yer alıyor. Çok uzaklardan görülebilsin diye 15 metre yükseklikte yapılmış anıtın çevresi insan boyutunda dans eden kız figürleriyle çevrelenmiş.
14. Teknolojiyi, mimariyi, cam ve seramiği geliştiren yenilikçi insanlar
Prof. Waelkens’e göre Sagalassoslular diğer Psidialı’lardan çok farklıydılar. Çünkü Roma’da bir yenilik, yeni bir teknik gelişme olduğunda önce Sagalassos’da uygulanıyordu. Waelkens, Sagalassoslular’ın çok akıllı insanlar olduklarını anlatıyor: “Her zaman yeniliği, teknolojiyi, mimariyi, cam ve seramik endüstrisini ilk burada yapmışlar. MÖ. 25’den, MS. 14’e kadar üç kat büyümüştür kent. Çok büyük bir ket olduğunda da hemen mimari gelişme başladı. Roma Cumhuriyeti dönemindeki meclis binası 220 kişi için inşa edilmişti. Bu yapının demokrasi için sembolik bir fonksiyonu vardı. Bütün yapılar aynı oryantasyonla yapılmıştı. Ama çok çabuk kötü bir sisteme doğru gitti. Çünkü o dönemde vergiler, kiralar çok yüksek tutulmuş. Herkesin ödeyebileceği bir oranda değildi. Bu yüzden halkın birçoğu kentin dışına gitmiş. O zaman bir kişi eğer belediye başkanı ya da bir yönetici olmak isterse çok zengin olması gerekiyordu. Çünkü unvanların parayla alınabildiği bir döneme gelindi. Sadece zenginlerin politika yapmasıyla birlikte demokrasi bitti.”
15. Roma döneminde bu bölgeye toplamda 50 bin kişilik koloni gönderilmiş
300 yıl savaşmadan, barış içinde yaşandığı Pax Roma döneminde, iklim de bir iki derece yumuşama göstermiş ve Roma imparatoru Augustus, bu bölgede altı tane koloni kurmuş. Roma ve Güney Fransa’dan yaklaşık 50 bin kişi bereketli topraklara sahip olan bu bölgeye yerleştirilmiş. En büyük koloni, bugünkü adı Yalvaç olan Antiocia idi.
16. İmparator Augustus, Sagalassos için yol yaptırıyor
Bu dönemde imparator, Yalvaç’tan Perge’ye kadar uzanan ve “Sabesta” adı verilen çok büyük bir yol yaptırdı. İmparator Tiberius’tan gelen bir mektupta anlatıldığına göre, Sagalassos’un denize ulaşımı bu yolla sağlanıyordu. Önceleri sadece bölge için üretilen seramikler, giderek bütün Doğu Akdeniz’e ulaşmaya başladı. Temel ekonomisi tarıma dayanan Sagalassos, ürettiklerinin ticaretini yapmasıyla çok büyük bir zenginliğe kavuştu. Öyle ki, bazı zenginler bu bölgedeki ovalarda büyük çiftlikler yaptırıp buralarda yaşadılar. Bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkartılan çok büyük mezarlar bunun göstergesi.
17. Ticaretle birlikte gelişen kültür zenginliği
Sagalassos, çağının ihtişamlı kentleri arasında yerini almak için giderek zenginleşiyordu. Çevredeki sedir, meşe ve çam ormanlarından elde edilen keresteler Kestros (Aksu) ırmağından Akdeniz’e ulaştırılıyordu. Özellikle Mısır’a bu bölgeden kereste ihracatı yapılıyordu. Çünkü Mısır’da gemi yapımı için ihtiyaç olan ağaçlar yoktu. Aynı zamanda Mısır’dan Sagalassos’a başka mallar geliyordu. Bugün bile örneği olmayan karşılıklı bir ticaret ve kültür alışverişi sürüyordu. Waelkens’in anlattığına göre Mısır tanrıları, o dönemde Sagalassos’da çok popüler olmuşlar. Kentin hamamında yaptıkları kazılarda Mısır’dan gelen kabartmalar bulduklarını söylüyor. Ayrıca kazılarda ilk kez bulunan bir balık kemiğinde yapılan DNA analizleri sonucu Nil’de yaşayan türlerden olduğu, yedi yüz yıl boyunca Mısır’dan Sagalassos’a dört çeşit kurutulmuş balık getirildiği anlaşılmış.
18. Kentin yüzde 60’ı, yerli zenginler tarafından yaptırıldı
Sagalassos’un zengin ailelerinin kent için çok para harcadıklarını anlatıyor Waelkens. Kentteki bütün binalar yaklaşık yüzde altmış özel kaynaklarla yapılmış. Roma, bazı ailelere vatandaşlık hakkı vermiş. Bir kuşak sonra bazı Sagalassoslular Roma meclisinde politika yapmışlar ve pek çok yapı inşa etmişler. MÖ. 1. yüzyılda ise genellikle bu binaların hepsi imparatora ithaf edilmeye başlanmış. Böylece imparatora dostluklarını gösterdiklerini düşünüyorlarmış. Ancak milatla birlikte sistem değişmeye başlamış. Bu dönem, Roma’nın ikinci önemli imparatoru olan Hadrianus’la başlıyor.
19. İmparatorluk kültü olan Sagalassos’un en görkemli zamanları…
Hadrianus döneminde Likya ve Pamfiyla ile birlikte Pisidia’da imparatorluk kültü için bir merkez ihtiyacı ortaya çıktı. Sagalassos imparatorluk kültü için seçilen yeni merkez oldu. Her yıl bütün Batı Anadolu kentlerinden insanlar imparatorluk festivali ve oyunlar için Sagalassos’a geliyorlar ve burada bolca para harcıyorlardı. Kent bu festivaller sayesinde zenginliğine zenginlik katmaya başlamış. Hadrianus, Sagalassos’un Psidia’nın en önemli kenti olduğunu söyleyerek kenti onurlandırmış, ayrıca sikke ve yazıtların yanında çıkartılan kanunla bu “önemlilik” de kayıt altına alınmış.
20. Anıtsal çeşmelerin ihtişamı suyun ruhunu coşturuyor
Kent nüfusunun iki katını sığdırabilecek büyüklükte yapılan tiyatronun dışında, hamamlar her yıl daha da büyümüş ve Efes’teki hamamların büyüklüğüne ulaşmış. Odeon çok büyük ve kapalı bir tiyatro olarak kullanılmış. Demek ki Sagalassos sürekli dışarıdan gelen misafirleri ağırlamış ve bu kalabalığın daha da artacağı beklentisiyle kentin yapıları yüksek kapasiteli inşa edilmiş. Kentin zengin aileleri imparatora ithaf edilen çok sayıda büyük yapılar inşa etmelerinin yanında halkın kullanması için görkemli çeşmeler de yaptırmışlar. Prof. Waelkens, MS. ikinci yüzyılda Sagalassos’da yeni bir çeşme tipi görüldüğünü söylüyor. Antoninler Çeşmesi gibi, “Nympheum” (anıtsal çeşme) adı verilen bu yeni çeşmelerin önünde büyük bir havuz bulunuyor. Sütunların ortasında heykeller ve nişler yapılıyor. Nişlerin içinde ise bu çeşmeleri yaptıran kişiler ve ailelerinin, imparator ve tanrılar ile yan yana heykelleri konuluyor. Waelkens, bunun anlamının çok büyük bir atfetme olduğunu söylüyor.
21. “Buradaki su Avrupa’da yok”
Bölgenin jeolojisi, kil yatakları üzerinde geçirgen kireçtaşı yüzey katmanlarından oluştuğundan, kayaların arasından sızan yağmur ve kar sularının lezzeti de bambaşka. Sagalassos’da imparatorluk döneminde dört tane anıtsal çeşme inşa edilmiş. Waelkens ve ekibi, 2007’de bu çeşmelerden birini yeniden hayata döndürdüler. Üstelik çeşmenin antik dönemde kullandığı su kaynağını da bularak aynı şekilde bugün de akmasını sağladılar. Üç bine yakın taşın birleştirilerek 400 yapı bloku halinde yeniden restore edilen Antoninler Çeşmesi, yukarı agora bölümünde binlerce yıldır akmaya devam eden suyla tarihe tanıklık ediyor. Waelkens, “çok temiz ve çok soğuk” dediği bu suyun analizini yaptırmak üzere Belçika’ya götürdüklerini ve analiz sonucunda Avrupa’da hatta İsviçre’de bile bu kalitede bir suyun bulunmadığını anladıklarını söylüyor. “Belki de Türkiye’nin en iyi kaynak suyu” diyor.
22. Depremler ve veba Sagalassos’un sonunu hazırlıyor
MS II. yüzyılın sonuna kadar çok zengin bir kent olarak varlığını sürdüren Sagalassos, MS III. yüzyılda küçük bir kriz yaşasa da bundan fazla etkilenmez. Ancak IV. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 525’e kadar süren büyük kriz kenti olumsuz etkiler. Bu dönemden sonra kullanılmayan tapınaklar Hıristiyanlar tarafından kiliseye dönüştürülür. 500’de büyük bir deprem yaşayan kent, o döneme kadar zenginliğini sürdürür. Büyük bir estetik anlayışı ile yeni binalar inşa edilir, sokaklarda tamiratlar, restorasyonlar yapılır. Ancak V. yüzyılın ortalarında bu çalışmaların dışında başka bir şehir ortaya çıkmaya başlar. Waelkens, o dönemi şöyle anlatıyor: “Şehir giderek büyük bir tarım köyüne dönüşüyor. Bu değişikliğin nedeni, 541 ve 42 yıllarında Mısır’dan gelen veba salgını. Eski kaynaklar ve son araştırmalara göre o zaman bütün Anadolu’da nüfusun yüzde 32’si ölmüş. Çok zengin aileler yok olmuş. Tarım işçileri ölünce zengin çiftlik sahipleri, kendileri tarım yapmaya başlamış. Vebadan sonra görüyoruz ki kent içinde bile tarım yapılıyor. 602-620 yılları arasında merkezi Sagalassos olan büyük bir deprem daha oluyor. Bu konuda çok araştırma yaptık. Sagalassos’un içinde bir fay hattı bulunuyor. Depremin merkez üssü burası. Bu çok korkunç bir depremmiş. O zaman nüfusun büyük çoğunluğu ölmüş.”
23. İklim değişikliğiyle tarımın bitişi
Ait olduğu coğrafyanın değerleriyle var olan, giderek zenginleşen ve Roma’nın Anadolu’daki en görkemli kentlerinden biri haline gelen Sagalassos’u tarihten silen kuşkusuz sadece depremler değildi. Mısır ve Akdeniz’in diğer uygarlıklarına satılan seramiklerin üretimi için yaklaşık 250 seramik fırını olduğu söyleniyor. Waelkens’in de belirttiği gibi bu fırınların 82 tanesi kazılarda ortaya çıkarılmış. Ancak hem bu seramik fırınlarına odun sağlamak hem de kolonilerde kurulan devasa çiftlikler için yeni tarlalar açmak uğruna yok edilen ağaçlar, kentin sonunu hazırlayan etkenlerden biri haline geliyor. Bu konuda ortaya çıkan bulguları ve görüşlerini sorduğumuz Prof. Waelkens, son yirmi yılda bölgede çok sayıda polen analizi yaptıklarını belirterek şu yanıtı veriyor: “Sagalassoslu’lar, o dönem daha fazla tarım yapabilmek için ormanlardaki ağaçları kestiler. Ama yerine yeni ağaçlar diktiler. Sadece 650’de iklim tekrar değişmiş, daha soğuk ve daha kuru olmuş, şiddetli bir kuraklık başlamış. O zaman bölgede tarım bitti. VII. yüzyılda kentin etrafında çok sayıda küçük köy oluşmuş. Tarımdan hayvancılığa geçen bu köylerdeki yerleşim, Selçuklular dönemine kadar devam ediyor. Daha sonra aşağıya, bugünkü Ağlasun’un bulunduğu yere taşındı kent. Ve Sagalassos bitti.”
24. Türklerin bölgeye gelmesiyle Sagalassos, “Ağlasun” olmuş
Sagalassos ve Ağlasun aynı kentin iki farklı söylenişi. Kentin piskoposunun “Agalassu Piskoposu” olarak adlandırıldığı, 11. yüzyılın başlarındaki bir kayıttan anlaşıldığına göre, buraya Sagalassos yerine Agalassu denmeye başlanmış. 13. yüzyılda Selçukluların bölgeyi ele geçirmesiyle antik kentin kalıntıları üzerinde ve çevresindeki küçük köylerde yaşayanlar, 7 km aşağıda bugünkü ovada kurulan Ağlasun’a yerleştirilmiş.