Yumruk gibi bir hayat yaşadı; kısa ve kesin. Şiirleriyle yaşamı değiştirmeye çalıştı, olmadı. Henüz 16’sında, tahta çantasının içinde şiir nüshaları ve çatal-bıçağıyla üç kez evden kaçıp birinde trenle, ikisinde yaya; günlerce yürüyerek Paris’e gitti. Sanatçılarla dolup taşan Paris kafelerinde daha o yaşlarda absent içip afyon kullanmaya başladı. Eşcinseldi; Paul Verlaine’la fırtınalı tabirinin yetersiz kalacağı bir aşk yaşadı.
İçti, sevdi, sevildi, yazdı, güldü, alay etti, dağıttı, parçaladı ve parçalandı. Ardenler’de dağ-bayır koştuğu bacaklarından birini Afrika’ya gömdü. Aç bir köpek gibi tutkularının peşinden gittiği hayat onu ancak 37 yıl taşıdı; en önemli eseri “Illuminations”ın yayınlandığı gün, bundan habersiz öldü.
1. Şiirin Jeanne d’Arc’ı
Sosyalistler, Paris Komünü ile siyasal devrim yaparken o, yazdıklarıyla Fransız ve hatta dünya şiirinde devrim yapıyordu. Yazdıkları öncülü olmayan şeylerdi; çağının çok önündeydi. Sesi kimseye benzemiyordu.
Henüz 16 yaşında yazdığı şiirlerde bile her şeyi yıkacağını söyleyen bir uğultu, bir sarsıntı vardı. Gelenekseli yıktı; modern şiiri kurdu ve sustu. Tıpkı Mallarme’nin dediği gibi “O, nedensiz tutulmuş bir göktaşıydı, tek başına yanıp söndü”.
2. Tahta çantalı yalvaç
Kendisi gibi taşralı yaşıtları annelerinin dizi dibinden ayrılmayıp saban sürerken, orada burada kız peşinde koşarken; o, tahta çantası ve şiirleriyle yollara düştü. 16 yaşında yaptığı ilk yolculuğu sanki kaderini de belirlemiş gibiydi.
Henüz 20’sinde bile değilken İngiltere, Almanya ve Belçika’yı gördü. İtalya, Hollanda, İsveç, Norveç, Kıbrıs, Mısır ve Etiyopya’ya gitti. Gittiği yerlerde çevirmenlik ve ticaret yaptı. O kadar sefil bir hayat yaşamıştı ki ne olursa olsun para kazanmak istiyordu; bu uğurda silah ve köle ticareti işine bile bulaştı.
3. Latincenin dil cambazı
https://www.youtube.com/watch?v=_EHl8KZsRqg
Çok başarılı bir öğrenciydi. Daha çocuk yaşta şiir yarışmasında birincilik elde edecek kadar iyi Latince biliyordu. Sessiz, sakin bir yapısı vardı; pek konuşmazdı. Bu nedenle arkadaşları tarafından dışlandı.
O ise zaten her şeyin, içinde yaşadığı o dünyanın çok dışındaydı. Buralardan gidecekti. Şiir yarışmasında ödül olarak kazandığı gümüş saati satıp Paris trenine bindi. Madem şairdi, sanatçıydı, “kâhin”di; Paris’te olmalıydı. Gitti; sefahatin de sefilliğin de dibine vurup evine döndü. 16 yaşındaydı.
4. Coşkulu bir devrimci
Paris Komünü; 18 Mart 1871. Yüreği devrim coşkusuyla dolu bir çocuk, genç şair Rimbaud; devrimin kalbine, Paris’e doğru yeniden yollara düştü. Bu kez yayandı. Yollarda insanlara hikâyeler ve fıkralar anlatıp onları eğlendirerek; karikatürlerini çizip satarak hayatta kaldı.
Ve evet nihayet devrimcilerin arasında, Babylon Kışlası’ndaydı. Öylesine coşkuluydu ki, yeni anayasanın bir taslağını dahi hazırlamaya kalktı. Ancak komün iki ay sonra bastırıldı; umutsuz, evine döndü.
5. “Ben, bir başkasıdır”
Henüz 17 yaşında edebiyat öğretmeni Georges Izambard’a gönderdiği, edebiyat tarihine “Kâhin’in Mektupları” olarak geçen mektuplarında; “Je est un autre”, yani “Ben, bir başkasıdır” dedi. Bu cümle “Ben’im benim tanrımdır” anlamına da geliyordu.
Yaşı küçüktü ama ne yaptığını biliyordu. Şair arkadaşı Paul Demeny’e yazdığı mektupta, daha 17’sinde; “Gerçek şair ateşi çalmasını bilendir” demiş, Verlaine ve Baudelaire dışındaki tüm şairlerin üstünü çizmişti.
6. Tutkulu bir âşık
Deli dolu bir adamdı; tıpkı bir hayvan gibiydi. Mantığıyla değil içgüdüleriyle, duygularıyla hareket ediyordu. Geydi; evli ve kendisinden 10 yaş büyük şair Verlaine’a âşıktı.
Ahlak kurallarına ve toplumsal baskılara aldırmadı. Ona dünyayı birlikte dolaşmayı teklif etti. Verlaine bunu başlarda kabul etse de sefilliğe dayanamayıp yaklaşık üç yıl sonra varsıl karısına döndü.
7. Hugo ve Banville’in Küçük Shakespeare’i
Şiir ve Verlaine onu Paris’e bağımlı kılıyordu. Bu büyülü şehrin sanat ortamında Theodore de Banville ve Victor Hugo ile tanıştı. Bu iki büyük isim onu “Küçük Shakespeare” olarak adlandırdı.
O ise zaten bunu biliyordu; sözcüklerin simyasını çözmüştü. Paris’in en önemli şairlerinin katıldığı toplantılarda, “Yazdıklarınız bir boka benzemiyor, küçük ve aptal bir kızın mızmızlanması gibi” diyerek ortalığı ayağa kaldırıyordu.
8. “Cehennemde Bir Mevsim”
İlk şiir kitabı “Cehennemde Bir Mevsim” yayımlandığında 19 yaşındaydı; Verlaine’la yaşadığı tutkulu aşkın tam ortasında. Bu sıradışı ilişki nedeniyle Paris onları dışladı; kaçıp önce Almanya’ya, ardından Brüksel’e gittiler. Gezdiler, içtiler, seviştiler ve yazdılar.
Verlaine’ın karısı, evliliğini kurtarmak için onları Brüksel’de buldu. Rimbaud, Verlaine’ı terk edip gitti. Âşık Verlaine, Rimbaud’yu şehirde günlerce aradı. Ve bulduğu otel odasında kendisini reddetmesi üzerine genç şairi elinden vurdu. Bu olay Verlaine’ın “cinsel sapkınlık” ve “adam yaralama”dan yargılanıp iki yıl hapis yatmasına, Rimbaud’nun çoook uzaklara gitmesine neden oldu.
9. Sefih bir seyyah
Londra, Almanya, İsviçre, İtalya, İspanya… Yalınayak, aç ve bitkin. Yollarda açlıktan bayıldığı, öldü sanılıp bir kenara atıldığı günlerin yanı sıra sanatçıların, sanatçılara kapılarını açan zenginlerin sofralarında geçirdiği günler de az değildi.
En son Marsilya’da hamallık yaptı. Para biriktirdi; ver elini Viyana… İşportacılık yaptı, gazete sattı. Hollanda ordusuna paralı asker olarak yazıldı; parayı alıp kaçtı. İrlanda, Liverpool, La Havre; işte yeniden fırtınalı Paris’teydi.
10. İki şair; son görüşme
1875’te Verlaine’ın ısrarları üzerine son kez görüştüler. Verlaine’da hapiste, Rimbaud’da ise yollarda geçirilen iki yılın yorgunluğu vardı. Çok konuşmadılar; o çocuksu coşkudan eser kalmamıştı ikisinde de.
Rimbaud eski günlere dönmeyi reddetti, olgun şairi aşağıladı ve kovdu. Yaralanmamış gibi görünmeye çalıştı ancak bu olaydan sonra şiir yazmayı bıraktı. “Ateş hırsızı”nın yüreğindeki ateş sönmüştü; sustu…
11. Düzyazının “Küçük Şeytan”ı
Hayatta olduğu gibi yazında da cesurdu. Şiirin koynundan çıkıp düzyazıyla flört etmeye başladı. Bunda da oldukça iyiydi; düzyazı şiirin, dünyada bu denli yaygınlaşmasında öncü olacak kadar.
“Illuminations” (Pırıltılar) bu türün en iyi örneklerinden biriydi. Hugo’yu tavan arasında bırakmış, Sade’ı aşmış, Lautreamont’un çığlığını bastırmıştı. Ona sırf bu nedenle “Küçük Şeytan” diyenler oldu. Hiç aldırmadı; O, mantığı çoktan bir kenara bırakmış; sözün büyülü ezgisinde yok olmuştu.
12. İlahlara ilham verdi
Pablo Picasso, Allen Ginsberg, Vladimir Nabokov, Bob Dylan ve Jim Morrison gibi ayrıksı dâhilere ilham verdi. Özellikle Jim Morrison’ın, besteleyerek dünyanın diline doladığı şiirlerindeki etkisi yadsınamazdı.
Yıllar sonra bir başka dâhi Jim, Jim Jarmusch; “The Limits of Control” filmini, Rimbaud’nun dünyaca bilinen şiirlerinden olan “Sarhoş Gemi”nin ilk iki dizesiyle başlatacaktı. Rimbaud bu şiirini henüz 17’sinde, hayatında hiç deniz görmeden yazmıştı.
13. Kör bir deha + bilinç + görkemli bir susuş
Eleştirmenler ve edebiyatçılar Rimbaud’nun kısacık ama etkili yazınını üç döneme ayırır: İlki şiddetin, el değmemiş hayvansı bir erkeğin, zapt edilemeyen kör bir dehanın dönemi; ikinci dönem simya arayışının, dönüşümün ve tinsel arınmanın dönemi; üçüncüsüyse karamsarlık ve acıyla yoğrulmuş, gizemli, görkemli, yalvaç bir susuş.
“Kanımı yoğurdum. Görevim beni tanıdı. Mührü bozulmuş bir yüreğe artık sır verilemez” diyen bir susuş…