İnsanlar, Taş Devri’nden bu yana kendilerini ifade edebilmek için çeşitli teknikler kullanarak resim yapıyorlar. 100.000 yaşında olan en eski resim malzemeleri Güney Afrika’daki Blombos Mağarası’nda bulundu. İnsanlar 40.000 yıl öncesinde Endonezya, Avustralya ve Avrupa’daki mağaralara; avlandıkları hayvanları, kullandıkları nesneleri ve kendilerini çizdiler. Resim yapmak için kan, meyve suyu, kuru bitki ve ağaç köklerinden yararlandılar. Aynı zamanda tarihin ilk sanatçıları, dayanıklılığı sebebiyle demir oksit pigmentleri kullanıyordu. Bu dönemde henüz sadece beş renk vardı: Siyah, beyaz, kahverengi, sarı ve kırmızı. Rönesans dönemine gelindiğinde sanatçılar farklı maddelerdeki pigmentleri kullanarak, paletlerindeki renk sayısını artırdı. Peki seri üretim yokken sanatçılar kendi boyalarını nasıl yaptılar? Mineral bazlı pigmentlerin kullanımı zamanla bugün bildiğimiz boyalara nasıl evrildi?
Resim yapmak istediğinizde değişik renklerde boya, tuval ve birkaç fırça almanız yeterlidir. Ancak geçmişte resim malzemelerine bu kadar kolay ulaşılamıyordu
Günümüzde yaratıcılığınızı tuvale yansıtmak istediğinizde dilediğiniz her renk tonunu kolayca bulabilmeniz mümkün. Bu boyalar fabrikalarda çok sayıda üretildiği için sanatçılar ya da resim yapmaktan hoşlanan kişiler kendi boyalarını yapmak zorunda kalmıyorlar. Ancak geçmişte yaşayan insanlar doğal pigmentler kullanarak ve bunları mum, yumurta ve yağlarla karıştırarak kendi boyalarını yapmak zorundaydılar. Bu süreç zor gibi görünse de sanatçıların kendi malzemelerini yapması onları sanatlarında daha fazla geliştirdi.
Hayal edin… Kırsal kesimde seyahat ediyorsunuz ve gördüğünüz manzaradan etkileniyorsunuz
Belki gördüğünüz renk koyu kahve ya da kızıl renginde… Ancak Sanayi Devrimi henüz gerçekleşmemiş ve boyalar fabrikalarda renk renk üretilmiyor. Peki ama bu renkler nasıl tuvale aktarılacak? Tarihin hangi döneminde olursanız olun… Bir ressam, bu tonları yaratıcı bir şekilde manzara resminde kullanmak isteyecektir. Bu nedenle sanatçı, eğer manzarayı resmetme isteğini bastıramıyorsa hemen yerden toprak ve çakıl toplamaya başlar. Daha sonra doğadan aldığı malzemeleri kaba bir toz elde etmek için havanda öğütür. Sanatçı, elde ettiği tozu, iki taş levha arasına yerleştirir ve dairesel hareketlerle tozu öğütmeye devam eder. Sonunda, elde ettiği toz tam olarak doğada gördüğü rengi alır ve tabloya zarar vermeyecek inceliğe gelir.
Peki bu pigmentler resmin çizildiği yüzeye nasıl tutunacak?
Kararlı bir sanatçı, çok fazla kimya bilgisi olmasa dahi renkleri kolayca tuvale bağlayabiliyordu. Tabi her sanatçının yöntemi oldukça farklıydı. Mısırlılar pigmentleri, erimiş mumla karıştırıp resimlerini tahtaya yaptılar. Diğer kültürlerde pigmentleri bağlamak için bitki reçineleri kullanıldı. Öte yandan yumurta sarısını da bağlayıcı madde olarak kullanan pek çok ressam vardı. Suda çözünür bağlayıcı maddelerin en önemli problemi hızlı bir şekilde sertleşmesiydi. Bu nedenle sanatçıların, resim yaparken hatalarını düzeltmek için sadece birkaç dakikası vardı.
15. yüzyıla gelindiğinde, pigmentler için bağlayıcı madde olan yumurta ve reçine yerine bitkisel yağlar kullanılmaya başlandı. Bir renk pigmenti yağ ile karıştırıldığında, boyanın kıvamı ve şeffaflığı kolayca değiştirilebilir. Çünkü su bazlı boyalarda olduğu gibi yağlı boyalar çabuk kurumaz. Yağlı boya katmanlarının kuruması günler, genellikle haftalar alır. Bu ise sanatçıya, uzunca bir süre resim üzerinde düzeltme yapma imkânı sağlar.
Rönesans Dönemi’nde yumurta yerine ceviz veya keten tohumu yağının kullanılması paletlerdeki renklerin zenginleşmesiyle sonuçlandı
Renk zenginliği ve derinliği, ressamların sanatlarında yeni ışık efektleri yaratmalarını sağladı. Öte yandan yağlı boya büyük fırça vuruşlarıyla uygulanabiliyordu. Bu ise daha detaylı ve gerçekçi eserlerin ortaya çıkmasını sağladı. Rönesans döneminde, dünya ticaretinin canlanması yeni pigmentlerin keşfini mümkün kılmıştı. Örneğin Kanarya adaları ve Meksika’dan getirilen Konişil (Cochineal) böceği, Avrupa’da kırmızı renk elde etmek için kullanılıyordu. Öte yandan sanatçılar; azurit ve malakit gibi mineraller ve safran gibi bitkilerden boya yapmaya devam ediyorlardı. Aynı zamanda kum, kireç ve bakır cevheri karıştırılıp ısıtıldıktan sonra Mısır mavisi denen yeşilimsi mavi bir pigment elde etmek çok popülerdi. Ancak sanatçılar boya yapmak için o kadar çok zaman harcıyordu ki insanlar onların hangi ara resim çizdiğini anlayamıyordu. İşte bu nedenle yeni bir meslek ortaya çıktı: Boya yapıcılar. Boya yapıcılar, doğadaki pigmentleri alıyor ve dönemin teknolojisine uygun bir maddeyle karıştırarak sanatçılara satıyordu. Bu sayede seri üretim dönemine ulaşana kadar sanatçıların işi oldukça kolaylaştı.
İlk sentetik renk pigmenti, 18. yüzyılın ilk yıllarında tesadüfen keşfedildi
Bir kimyager kırmızı pigmentler yapmaya çalışırken yanlışlıkla Prusya mavisi olarak bilinen bir renk elde etti. Bir süre sonra doğadaki pigmentler yerine laboratuvar ortamında üretilen kimyasallar kullanılmaya başladı. Sonraki 100 yıl boyunca birçok sentetik yapay renk üretildi. Modern kimya biliminin yardımıyla hem mevcut renk yelpazesi genişledi hem de boya fiyatları düşmeye başladı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde neredeyse tüm renkler kolayca yapılabiliyor ve düşük bir fiyata satılabiliyordu. Günümüzde boyaların neredeyse tamamı bu şekilde fabrika ortamında üretiliyor. Kendi boyasını yapan ressam ise yok denecek kadar az.