17, 20, 23, 35, 38, 39; 440, 474; 40… Bu sayılar; hikayeleri, isimleri, hatta kurban giderken çekilen ve yayımlanan görüntüleri vicdanımızı kısa süreli yaralayan kadınları ilgilendiren bazı sayılar. Diğer bir deyişle, erkek egemenliğinin acımasız düzeninde, kadına şiddet başlığı altında suni kalan tepkilerin, kalıcı olmadığını ortaya koyan sayısal ifadeler… Peki Pekin Deklarasyonu ile bu sayılar arasında nasıl bir ilişki var? Okumaya devam…
Yaşam haklarının bir süre sonra umursanmadığı noktada bu sayılar da uzun ömürlü olmayacaktır ancak biz açıklayalım; ilk 6 sayı, katlettiğimiz bazı kadınların yaşları. Liseli Münevvet Karabulut’un, üniversiteli Özgecan Aslan’ın, Şule Çet’in, yine kurban ettiğimiz Umut Kaya’nın ablası Dilek Kaya’nın, çocuğunun yanında “ölmek istemiyorum” yakarışlarıyla ölümünü anbean izlediğimiz Emine Bulut’un ve kanseri yenmesine karşın kahrolası şiddetimize yenik düşen(!) Fatma Şengül’ün yaşları. Diğer sıralı sayılar ise 2018’de hayatta tutmayı beceremediğimiz 440 kadını temsil ediyor. 474 ise 2019’da öldürülen kadın sayısı… İki yılda kopardığımız 914 can…
Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu bu yazıyı ve kadınları neden ilgilendiriyor?
Sadece kadınları ilgilendiren bir ilan değil Pekin Deklarasyonu, tüm dünyayı, erkekleri, hepimizi ilgilendiriyor. Yüzyıllardır süregelen kadın erkek denksizliği, savaşlardan ekonomik depremlere kadar tüm krizlerde kadınların daha fazla acı çektiğinin gerçekliği karşısında arpa boyu yollar aşılmış olsa da gidilecek yolun uzunluğunu tarif eden bir dizi kararın metinleştirilmiş halidir Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu…
Pekin Deklarasyonu 25 yaşında
Çeyrek asır önce imza atılıp dünya ile paylaşılan Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, yayımlanmadan 20 yıl önce atılan adımların neticesi oldu.
Yirminci yüzyılın son çeyreğinde alevlenen “kadın hakları” tartışmalarıyla Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde 1975 yılı itibariyle başlayan büyük konferanslar düzenlendi. Bu konferansların 1995 yılının 4-15 Eylül aralığında gerçekleştirilen dördüncü konferansta, 189 devlet ve sivil toplum kuruluşlarına üye temsilcilerin katılımıyla bir dizi karar alındı. Pekin’de yapılan bu konferans ve sonrasında alınan kararlar Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu olarak tarihe geçti. Teorik de olsa…
Deklere edilen bu kararlara göre toplumsal cinsiyet politikaları daha ciddi düzenlemelerle iyileştirilmelidir.
Pekin Deklarasyonu’ndan almamız gereken dersler
Bu deklarasyon, “4. Dünya Kadın Konferansı: Eşitlik Kalkınma ve Barış için Eylem (Fourth World Conference on Women: Action for Equality, Development and Peace” başlığını taşıyor. Bu noktada, yazının gidişatına bakıldığında okuyucunun beklentisi konferansta alınan kararları bu kısımda okumak olarak belirebilir. Ancak tıpkı kadın sorunlarındaki kısır tartışmalar misali tekrara düşmektense ilgili metnin tamamına buradan ulaşılabileceğini söylemekle yetinelim.
Biz, bu deklarasyondan almamız gereken dersleri yorumlamaya çalışalım…
Yoksulluk daha çok kadınları vuruyor
Metnin 6. maddesinde belirtilen; “Dünyadaki insanların çoğunluğunun özellikle de kadın ve çocukların hayatını etkileyen, kökeni hem ulusal hem de uluslararası alanlarda bulunan, artan yoksulluğun bu durumu şiddetlendirdiğini de kabul ederek… “ maddesinin ve benzeri pek çok araştırma ile incelemelerin de ortaya koyduğu gibi yoksulluktan erkeklerden daha fazla kadınlara darbe vuruyor.
Bu maddeyi takip eden 7. maddede; “Kendimizi koşulsuz olarak bu sınırlama ve engelleri kaldırmaya ve böylece bütün dünyadaki kadınların ilerlemesini ve güçlendirilmesini artırmaya adadık ve bunun, şimdi ve bizi gelecek yüzyıla taşıması için, kararlılık, ümit, işbirliği ve dayanışma ruhuyla acil eylem gerektirdiğini” kabul eden BM, bunun kontrolünün yapılması gerektiğini de belirtiyor ve tahahhüt ediyordu.
Pekin Deklarasyonu’nun teması: İnsan olalım!
Metnin 14. maddesinde yer aldığı üzere; ”Kadın hakları, insan haklarıdır.” Bunu bu şekilde içselleştirmek ve gündelik hayatımızın bir parçası haline getirmek sorunlarımızın çözümünde kilit rol oynuyor. Ne kadar basit, değil mi? Halbuki çok geniş bir coğrafyada insan hakları bile egemenlik kuran kesimlerin, insan olduğunun farkındalığı noktasında dahi çelişkiler yaşayan kitleler üzerinde var olan muhteşem tahakkümü nedeniyle göz ucuyla bakılan bir kavram. Hatta iki kelimeden oluşan manasız bir cümle dahi denilebilir “insan hakları” için. Dolayısıyla kadın hakları da bundan daha fazla önemsenmiyor haliyle…
Fiziksel üstünlük kadınları metalaştıran zihniyetin silahı olmamalı
Yine metnin (deklarasyonun) bize öğrettiği bir başka gerçek, cinsiyetler arasındaki eşitsizliği var eden anlayışın “fiziksel güç” denksizliğinin silah haline getirilmesi. Bu silahı yöneltenlerin tek beklentisi kadının erkek karşısında diz çökmesi ve böylece sinmesi. Çünkü dünyanın düzeni böyle olmalı(!), yoksa “neme lazım” “o kadın, kız mıdır, kadın mıdır” her neyse işte; onlar yüzünden egemenlik kaybolur, dünya kadınsı bir yer olur…
Zihniyet zikre ve zikir de eyleme dönüşüyor
Pasif direnişin simgesi, özgürlük düşünün ilham kaynaklarından biri olan Mahatma Gandhi’nin bir aforizması var ki, hala ve uzun bir süre daha kullanılmayı, referans olarak gösterileceğini kanıtlıyor. Gandhi; “Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür… Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür… Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür… Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür… Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür… Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür… Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür.”
Önce zihni temizlemek gerekir. Zikir sonra temizleniveriyor zamanla. O nasıl olacak? Oldukça basit; cinsiyetler arasında egemenlik kaygısının olmaması gerektiğini benimsemek ön koşul olmalı. Zikir, dili (söylenenleri) temizleme aşaması. Bu kısım da zor olmasa gerek. Örneğin, “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı” eksik etmeyen meselleri yok saymak gerek. Bırakalım bu ve buna benzer (kadının saçı uzun, aklı kısa) meseller, geçmişin iptidai zihniyetinin kanıtı olarak kalsın. Dilimizde değil. Cinsiyetçilikten uzaklaşalım. Kadınlar da çok iyi sürücü olabilir. X ve Y kromozomu otomobil kullanmayı etkilemez…
Kadına şiddet sadece fiziksel midir?
Gerek Pekin Deklarasyonu’nda gerekse modern çağın anlayışında kadına şiddetin sadece fiziksel olmadığı aşikar. Duygusal tacizleri de gözardı etmemek gerekiyor. İş dünyasında uygulanan baskı (mobbing ya da dilimizdeki karşılığıyla bezdiri), küçük yaşta evlendirmeye zorlamak, adına töre denilen iptidai uygulamalar (berdel, başlık parası) da kadına şiddet göstergesidir. İşte Pekin Deklarasyonu tüm bunlara karşı önlem alınması gerektiğini vurguluyor…
Pekin Deklarasyonu Cahiliye Dönemi’nin artıklarını reddediyor
Üstelik sadece Pekin Deklarasyonu değil, uluslararası tüm platformların genel kanısı ve ilan edilen tüm sözleşmelerde durum bu. Cahiliye Dönemi’nin kadını toprağa gömme anlayışı reddediliyor. Küresel çapta devam eden kadına şiddet, içinde yaşadığımız coğrafyanın kaderiymiş gibi benimsetilmeye çalışılsa da aslında hem teolojik hem de kültürel anlamda kadın erkekle eşittir.
Kadın özgürlüktür
Hayata anlam katanın kadın olduğunu bir kez daha kanıtlamak isteyen Pekin Deklarasyonu, mevcut çağ dışı anlayışın yok edilmesi gerektiğini savunuyor. Kurtuluş Savaşı’nın önemli isimlerinden Halide Edip’i hatırlamak yeterlidir. Daha yakın ve güncel örnek isterseniz Sudan’da Alaa Salah’ı anımsatmak yerinde olur.
Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformundan 60 yıl önce Kadın haklarında tarihe not düşen Atatürk Cumhuriyeti
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren çağdaşlaşmayı hedef edinen Ulu Önder, kadına yönelik asırlarca sürdürülen zorbalığı yok etmenin gerekliliği üzerinde durdu. Türkiye Cumhuriyeti, bunun meyvelerini Atatürk’ü kaybetmemizin üzerinden uzun yıllar geçse de almasını bildi. Leman Bozkurt Altınçekiç, Günseli Başar, Engin Arık, Cumhuriyet kadınlarından yalnızca birkaçı…
Yine Atatürk dönemindeki devrimler sürecinde 1930’dan 5 Aralık 1934’e kadar devam eden yasal değişikliklerle kadınlar toplumun olduğu gibi siyasetin de ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmesi gerekliliği gözler önüne serildi.
Kadınlara siyasal düzlemde tanınan haklar Türkiye’de bu kadar erken uygulanırken bugün Avrupa’nın lokomotifi olan Fransa’da 1944’te, en refah ülkelerden biri olan İsviçre’de ise 1971’de yasal güvenceye kavuşturuldu.
Kadınlara bu kadar erken tanınan hakların tanındığı o günlerden, geçmiş zaman özlemlerini duyanlar nedeniyle yıpratıcı nitelik gösteren bugünlere nasıl geldiğimizi sorgulamak da hepimizin ödevi olsun…