15. yüzyılda Etiyopya’nın yüksek yaylalarında keşfedilen kahve bitkisi, ilk başlarda tıbbi amaçlarla kullanılıyordu. 1450’li yıllardan sonra Yemen’de içecek haline geldi. 16. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı’da kahve kültürü oluşmaya başlamıştı. Köpüklü Türk kahvesi sohbetlerin olmazsa olmazıydı. Kısa bir süre içinde ilk kahvehaneler Mekke, Kahire ve Şam gibi eyaletlerde ortaya çıktı.16. yüzyılın sonlarında ise İstanbul’un çeşitli mahallelerinde kahvehaneler açılmaya başladı. Bu mekanlar ilk ortaya çıktığı günden beri toplumsal ilişkileri şekillendiren ve sosyal dönüşümleri yansıtan alanlar oldu. Kahve kısa bir sürede etrafına bir sürü insan toplamıştı. Bu nedenle devlet yöneticileri zaman zaman kahve içmeyi yasaklayan emirler yayınladı. Bu yasaklar her ne kadar kahveye yönelik çıktıysa da yasaklanan aslında kahve içmek değildi. Kahveyi kahvehanede içmekti. Peki insanların bir araya gelerek kahve tüketmesi neden sakıncalı görülüyordu? Gelin detaylara birlikte bakalım.
Tarihe ilgi duyuyorsanız buraya tıklayarak daha fazla içeriğe ulaşabilirsiniz!?
Osmanlı’da kahve tüketimi 1460’lı yıllarda başladı. Kısa bir sürede Osmanlı kültürüyle özdeşleşen bir içecek haline geldi
Kahve Habeşistan’da (Etiyopya) keşfedildikten sonra Şazeli dervişleri tarafından Yemen’e getiriliyor. İnsanlar kahverengi tohumları çiğnedikten sonra daha zinde olduklarını fark ediyorlar. Böylece kahveleri kurutup suda kaynatarak içmeye başlıyorlar. Kahvenin İstanbul’a gelmesi ise çok uzun sürmüyor. Kabe’ye giden hacılar Mekke’de yaygın olan kahveyi yanlarında İstanbul’a getiriyor. Böylece kahvenin uzun soluklu hikayesi başlıyor.
İstanbul’da ilk kahvehane 1554 yılında Tahtakale’de açıldı. Yüzyılın sonlarına doğru bu kahvehanelerin sayısı bir hayli artmıştı
Kahvehanelerin mimarisi genellikle birbirine çok benzerdi. Neredeyse her kahvehanede orta meydanı denen bir avlu bulunurdu. Çoğunlukla yapının üç ya da dört tarafında yaklaşık bir metre yüksekliğinde ve sedir şeklinde oturma alanları vardı. İstanbul’da 19. yüzyıla kadar özel bir tiyatro binası yoktu. Kahvehaneler yaygınlaştıktan sonra geleneksel gölge oyunları bu mekanlarda sahnelenmeye başladı. Bugün sadece kahve içilen yer olarak tanımladığımız kahvehaneler, hayatın her kesiminden insanın gelip konuştuğu, sanata ve sözlü geleneğe katkıda bulunduğu bir sosyal alan haline geldi.
Sivil bir anlayışla ortaya çıkan kahvehaneler Osmanlı kültüründe büyük bir yenilikti. Çünkü Osmanlı’nın geleneksel kültürü çoğunlukla medrese ve cami gibi devletin kontrolünde olan mekanlar aracılığıyla şekillenirdi
İnsanlar kahveyi ve onun getirdiği sohbeti o kadar benimsemişti ki Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı sırasında sadece İstanbul’da elli kahvehane vardı. Bu sayı 16. yüzyılın sonlarında altı yüze ulaştı. 19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’un neredeyse her mahallesinde bir kahvehane vardı. Kahvehaneler toplumsal hayatın vazgeçilmezi olmuştu.
Kahvehanelerin yaygınlaşmasıyla birlikte kahve karşıtı fetvalar verilmeye başladı. Kahvehane karşıtlığının asıl nedeni insanların görüş alışverişinde bulunmasıydı
İnsanlar birbirlerinin fikirlerini dinledikçe eleştirel düşünmeye başlıyordu. Kısa bir süre sonra toplumsal ve siyasal alanda yaşanan her bir gelişme sorgulanır oldu. Ülkeyi yönetenler durumun ciddiyetini anlamıştı. Bu nedenle kahvehaneler “isyan hazırlığı merkezleri” olarak tanımlandı. Bu noktadan sonra din ve sağlık gibi gerekçelerle insanların kahvehanelere gitmeleri engellenmek istendi. Örneğin 16. yüzyılın ortalarında Şeyhülislam Ebussuud Efendi kavrulmuş kahvenin sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle kahve içmeyi yasaklayan bir fetva verdi. Bu fetvanın ardından kahvehaneler kapatıldı, satıcılar cezalandırıldı ve kahve stokları yakıldı.
Tüm yasaklara rağmen Osmanlı’da kahve kültürü giderek gelişiyordu. Her kesimden insanın müdavimi olduğu bu mekanlar sosyal statü göstergesi haline geldi
Yüzyıllardır Osmanlı halkının hayatı ev, cami ve çarşı üçgeninde geçmişti. Kahvehanelerin yaygınlaşması gündelik hayatın sınırlarını tamamen değiştirdi. Artık günlük hayatta biri dini diğeri ise dünyevi olmak üzere iki farklı kamusal mekân vardı. Kahvehanelerin popülaritesi öyle artmış ki bırakın oturacak yer bulmayı ayakta duracak yer dahi bulunmuyordu. İnsanlar bir araya geldiğinde ülkedeki çeşitli sorunlar daha yüksek sesle dile getirilmeye başladı. Sorgulanamayacak konuların sorgulanması ulema sınıfını ve yöneticileri rahatsız ediyordu.
Çoğunlukla muhaliflerin buluşma yeri olan kahvehaneler, başta saray erkanı olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinin tepkisini çekmişti
1567 yılında ilk kahve kapatma olayları İstanbul’un Suriçi bölgesinde görülmeye başladı. Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad ve I. Ahmed dönemlerinde kahvehaneler kapatılarak sosyalleşme hareketi engellenmek istendi. Özellikle IV. Murad, kahvehaneleri ülke genelinde kapatmak için pek çok girişimde bulundu. Ancak bu yasaklamalar hiçbir zaman uzun ömürlü olmadı.
Yasaklara rağmen insanlar bir araya gelip kahve tüketmeye devam ediyordu. Osmanlı’da kahve tüketimi inanılmaz bir hızla artıyordu. 17. yüzyıla gelindiğinde sadece İstanbul’da tam 300 kahve deposu vardı
Kahvehanelerdeki siyasi sohbetlerin harareti gün geçtikçe artıyordu. İktidar karşıtı eleştirilerin yapıldığı sohbetlere “devlet sohbeti” adı verilmişti. Devlet sohbetlerine toplumdaki her sınıftan insan katılırdı. Memur, tüccar, çırak, işsiz hep bir ağızdan devleti eleştirme cesareti gösteriyordu. Padişahların hususi hizmetçileri dahi sarayda duyduklarını kahvehanelerde anlatır olmuştu. Dedikodular hızlı yayıldığı için artık sarayın gizlisi saklısı kalmamıştı.
17. yüzyıla gelindiğinde kahvehaneler asılsız dedikoduların üretildiği “fitne yuvaları” olarak adlandırılmaya başladı. Peki devlet yöneticileri kahvehaneleri bu kadar kötülerken insanlar neden bir araya gelmeye devam ediyordu?
Kahvehanelerin açılma nedeni hiç kuşkusuz kahve içmekti. Ancak insanları bu mekanlara kahveden çok ortamdaki sohbet çekiyordu. Osmanlı toplumu ilk defa dünyevi bir alanda toplanıp sohbet etme imkanına sahipti. Gazete ve dergi gibi iletişim araçlarının olmadığı bir dönemde insanlar haber akışının sağlandığı bir mekân bulmuşlardı. Bu nedenle kahvehaneler kısa bir sürede kahve içilen yer olmaktan çıkıp insanların sohbet edebildiği bir mekâna dönüştü.
IV. Murad döneminde İstanbul’da çıkan bir yangın, kahvehanelerin komple kapatılmasına sebep oldu
1633 yılında Cibali’de funda yakan bir kişi, üç gün sürecek büyük bir yangının çıkmasına yol açtı. Yangın söndürüldükten sonra bu olayın dedikodusu haftalarca devam etti. Kahvehanelerdeki söylentilerin ayaklanmaya sebep olacağından endişe eden IV. Murad, ülke genelindeki tüm kahvelerin kapatılmasını emretti. Ancak insanların tepkisini çekmemek için elle tutulur bir gerekçe öne sürülmeliydi. Halka, Cibali yangınına kahvehanede tütün içerken uyuyakalan sonra da ateşini düşüren bir kişinin sebep olduğu söylendi. Kahvehaneler kapatıldıktan sonra yasaklara uymayan kişiler en ağır şekilde cezalandırıldı. Böylece eleştirilerin odağındaki devlet yöneticileri tekrar insanlar üzerinde otorite kurmaya başladı. Ancak bu yasak da uzun ömürlü olmadı. IV. Murad döneminden sonra kahvehaneler tekrar açılmaya başladı. Aradaki kısa süre zarfında ise seyyar kahveciler insanları bir araya getiriyordu.
Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilene kadar kahvehaneler pek çok kez kapatıldı
Osmanlı’da kahve tüketimi daima padişah engeliyle karşılaşıyordu. Devleti yönetenlerin kendilerine göre haklı sebepleri vardı. Örneğin 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ve 1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı bir kahvehanede patlak vermişti. II. Mahmud özellikle yeniçerilerin toplandığı kahvehanelere savaş açtı. Çünkü yeniçerilerin kahvehaneleri; yolsuzluk, haksızlık ve baskıya karşı toplumsal öfkenin ilk defa sokağa döküldüğü yerdi. II. Mahmud, geçmiş dönemlerdeki gibi kahvehaneleri yasaklamakla yetinmedi. Bu mekanların tamamının yıkılmasını sağladı.
II. Abdülhamid’in istibdat döneminde kahvehaneler altın çağını yaşadı
İstibdat dönemi, Sultan Abdülhamid’in yaklaşık 30 yıl boyunca devam eden despot yönetimini tanımlamak için kullanılıyor. Temel özgürlüklerin askıya alındığı bu dönemde basın tamamen kontrol altındaydı. Sansür kurulunun onaylamadığı hiçbir gazete yayınlamıyordu. Ancak ilginç bir şekilde padişah kahvehanelere dokunmamıştı. Çünkü edebiyatçılar, gazeteciler, öğretmenler ve daha pek çok eğitimli insan kahvehanelerde zaman geçiriyordu. Her kesimden insanın gittiği bu mekanlarda kamuoyunun nabzı tutulabilirdi. Sultan Abdülhamid, kahvehanelere jurnalcilerini göndererek bu kişilerin neler konuştuğunu öğreniyor ve her türlü isyan hareketinden önceden haberdar oluyordu. Sultan Abdülhamid bir anlamda halkı kışkırtmadan onları izliyordu. II. Meşrutiyet döneminde insanlar kahvehanede vakit geçirme konusunda kısa bir süre özgür kaldı. Ancak kahvehanede zaman geçirenler “işsiz ve tembel” olarak etiketlenmeye başladı. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde kahve içmek artık geleneksel kültürün bir parçasıydı.