Mutsuzluk öyle hafifsenecek bir duygu değil, kabul. Fakat öyle abartılacak bir durum da yok ortada. Peki neden mutsuzuz? Neden mutluluk daha çok rağbet görüyor? Şehrin mutsuzluğu, kimleri nerelere göç ettiriyor? Mutsuzluk konusunu psikolog, sosyologlar ve şehirden mutluluğa doğru göç edenlerle konuştuk. Buyurun dev mutsuzluk dosyasına.
“Mutluluk arayışı, mutsuzluğun başlıca kaynaklarından biridir”
Mutsuzluk, çağın en sinsi hastalığı. Halbuki mutsuz olmak da en az mutlu olmak kadar normal, hatta değerli. Mutsuz Olmak kitabının yazarı Wilhelm Schmid, “Mutsuz kişi, modern vebaya yakalanmış demektir, cüzamlı gibi davranılır ona, insanlar ondan uzak durmayı tercih ederler” diyor. Haksız da değil. Mutsuz olmaktan, öyle görünmekten nedense ödümüz kopuyor.
Nasıl mutlu olunacağına dair durmaksızın kitaplar basılıyor, listeler hazırlanıyor, araştırmalar yapılıyor… Ve biz, daha mutluluğun ne olduğunu bile tam olarak bilmeden; onun peşinden koşuyoruz. Terfi alınca ya da çok istediğimiz bir şeye sahip olunca sonsuz mutluluğu yakalıyor muyuz dersiniz? Hayır. Peki işler yolunda giymezse ve mutsuz olursak diye neden bu kadar korkuyoruz?
Mutluluk ve mutsuzlukla ilgili şimdiye dek milyonlarca söz söylenmiş. “En büyük mutluluk, mutsuzluğun kaynağını bilmektir” demiş, Fyodor Dostoyevski. Mutluluğun, dönüp dolaşıp mutsuzluktaki nedeni bulmaktan geçtiğini anlıyoruz. Eric Hoffer ise, “Mutluluk arayışı, mutsuzluğun başlıca kaynaklarından biridir” diyerek mutlu olayım derken nasıl da mutsuz olunduğundan dem vurmuş.
Basit bir araştırmayla, isminde ‘mutluluk’ geçen binlerce kitap basıldığını görüyoruz. Mutluluğu arayan binlerce mutsuz insan olmasa bu kadar kitap kime basılırdı? İnsanlar sürekli mutluluğun formülünü arıyor. Özellikle de sosyal medya ‘yüzünden’ hepimiz mutlu olmak ‘zorunda’ gibi hissediyoruz. Instagram’dan dünyaya bakınca herkes aşırı mutlu, üstelik ‘hep’ mutlu! Mutsuzluğu paylaşmaksa çok ayıp ve zaten hiç de trend değil! Bırakın mutsuzluğu deşifre etmeyi, mutsuz olmayı düşünmek bile çok sıkıcı…
Göçün en önemli sebepleri: Ulaşım, sağlık, eğitim hizmetleri üzerindeki baskı
Sosyolog Çetin Çelik, 2016’da İstanbul’a girenlerin sayısının ilk defa çıkanların sayısından düşük olduğunu belirterek, İstanbul’dan göçün sebeplerini şöyle anlatıyor: “Kanımca en önemli neden artan nüfusun ulaşım, sağlık ve eğitim gibi hizmetler üzerindeki baskısı. Yüksek yoğunluklu nüfus, ulaşımın konforuna oldukça fazla etki ediyor; örneğin metrobüs her ne kadar trafik içerisinde akışkanlığı sağlasa da bir konfor sunmuyor. Öte yandan hususi arabanız ile bir yerden diğer bir yere zamanında gidebilmek pek mümkün olmuyor, trafik sıkışıklığından ötürü. İstanbul dışına göçün önemli diğer bir sebebi de yüksek konut kiraları. Diğer birçok ile nazaran İstanbul’da konforlu bir konutun kirası oldukça yüksek. Ulaşım ve konut kadar, özellikle çocuklu aileler açısından, okullarda verilen eğitimin çok iyi ve çok kötü olarak kutuplaşmış olmasını da sayabilirim. İyi eğitim veren birçok okul, ücretleri oldukça yüksek özel okullar. Birçok aile il dışına taşınarak çocuklarını daha iyi durumda olan devlet okullarına göndermeyi planlıyor. Tüm bu değindiğim nedenler İstanbul’dan göçün özellikle orta sınıf karakterini de ortaya koyuyor.”
“Şehirler halkın çoğunluğunun mutsuz olarak yaşadığı yerler haline geldi”
Sinek Sekiz Yayınevi’nin kurucusu İrem Çağıl, 10 yıl önce İstanbul’dan göçenlerden. Çağıl, hem daha mutlu olma hem daha iyi bir yaşama ulaşma isteğiyle yaşamını değiştirmeye karar vermiş. “Şehir kötüdür, insanı mutsuz eder” gibi bir düşüncesi olmadığını söyleyen Çağıl, “Çok sayıda insanın bir arada yaşama isteği ve bir arada olmanın kültürü ve kuralları olduğunda şehir yaşamak için çok güzel bir yer. Ama olmadığında fena; yani bir arada olma hali bozulduğunda ve milyonlarca kişinin yaşamsal ihtiyaçlarını sağlaması zorlaştığında, üstüne seçilmişler tarafından da iyi yönetilmediğinde şehir fena bir yer. Geçtiğimiz 10 sene, Türkiye’nin bütün büyük şehirlerinde bu durumu yaşadık. Şehirler halkın çoğunluğunun kötü şartlarda, mutsuz olarak, mecburiyetle yaşadıkları çok kaotik, depresif, aşırı pahalı yerler haline geldi. Ben de bu çoğunluğa dahildim ve bir noktada, türlü zorluğu içerse de şehirden uzaklaşmaya karar verdim” diyor. İstanbul’dan gittikten sonraki hayatını ise; daha basit, sade ve üretken bir yaşam olarak tarif ediyor. “Sağlıklı bir yaşam alanı ve doğal besinlere daha kolay ve uygun fiyata ulaşabilmeyi de sayalım. Şehirde insanı yoran ‘bağlantısızlık’ konusu da değişti, daha gerçek ve anlamlı insan ilişkileri deneyimledim.” Bunları pozitif yanları olarak sayıyor ve dertli kısımlarını da şöyle özetliyor: “Fiziksel olarak çok iş, çok emek yoğun işler yapmak, sosyal çevrenden uzaklaşmak, ihtiyaçlar için hizmet alabilecek insan bulamamak, kimi zaman oldukça yıkıcı olabilen doğa şartlarına açık olmayı sayabilirim.”
“İstanbul enerjinizi fazlasıyla emiyor”
Özel bir şirkette pazarlama uzmanı olarak çalışan Elif Azize Aksu Olağan, yaklaşık 20 yıldır İstanbul’da yaşıyor ve İstanbul ile kopma noktasına gelen hikayesini şöyle anlatıyor: “Öğrencilik hayatım çok eğlenceli geçmişti, sonra iş hayatına başladım, 20’li yaşlarda enerjiniz ve tahammülünüz daha fazla oluyor. Benim de öyleydi haliyle, o zamanlar İstanbul’dan çok keyif alıyordum. Sonra 30’lu yaşlara gelince iş yükü stresi artmaya başladı. Enerjinizi tazeleyecek dinamiklere ihtiyaç duyuyorsunuz. İstanbul size bu dinamikleri vermiyor; aksine, geriye kalan enerjinizi de fazlasıyla emiyor. Trafik, gürültü, insan kalabalığı, pahalılık, hava kirliliği, özendirici tüketim çılgınlığı… Bunlar yaşandıkça insanların birbirine duyduğu saygı da azalıyor. Ve tüm bunlar sizi sağlığınızdan ediyor. Bunu çok yakından yaşayan biriyim. Geldiğimiz noktada ise eşimle beraber, kalan yıllarımızı neden kendimizi daha da yorarak geçirelim ki dedik ve İstanbul’dan gitmeye karar verdik.” Hazırlığını yaptığı yeni hayatını ise şöyle tanımlıyor: “Eşim, kedim, ben ve Ege; daha güzel ne olabilir ki… Kulağa çok hoş geliyor ve kesinlikle denemeye değer.”
“Doğaya, oksijene yakın olmaya dair özlemle İstanbul’dan gitmeye karar verdim”
Özlem Apaydın, pazarlama dünyasının farklı alanlarında yaklaşık 15 yıl çalıştıktan sonra İstanbul’dan Karaburun’a taşınmış. 2,5 yıldır Karaburun’da yaşıyor, freelance olarak çalışmaya devam ediyor ve orada yaşayan dostlarıyla birlikte tıbbi ve aromatik bitkiler üzerine çalışıyor. İstanbul’da kendisini mutsuz eden şeyleri şöyle anlatıyor: “İstanbul’daki kalabalık ve bu kalabalıkla birlikte içinde huzurla yaşamakta zorlandığımı hissettiğim hava, ses, enerji kirliliği. Tüm bu kaosla birlikte aşırı yoğun çalışma tempolarının karşılığında aldıklarının yaşamını döndürmek için asla yeterli olmayışı, sürekli bir tüketim çılgınlığı, kendimi hiç güvende hissetmeyişim ve doğaya, oksijene daha yakın olmaya olan özlemimle birlikte kararlar hızla alınmış oldu.”
“Neredeyse her gün şükredecek kadar değerli hissediyorum” diyen Apaydın, yeni hayatını şöyle tarif ediyor: “Tüketimimi elimden geldiğince azaltmaya çalışmak, şehirdeki uğultudan yorulan kulaklarımın inanılmaz güzel bir sessizlikle günlerini geçirmesi, koşuşturmadan yaşamak ve gerçekten dolu dolu tertemiz nefesler alıp vermek, doğadaki dönüşüm gibi kendimin de sürekli değişiyor, dönüşüyor olması bana iyi hissettiriyor. Tabii şehir temposuna alışmış biri olarak buralarda yaşamak her zaman o kadar kolay da değil. Bunca sessizliğin, yalnızlığın ve dinginliğin içinde kendinle çokça kalınca elbette ki yüzleştiğin, farkına vardığın korkuların, hesaplaşmaların da oluyor. Ama onların sonucu da kendinle ilgili hep çok değerli kapılar açıyor. Dolayısıyla kendimi açık ve umutlu hissediyorum.”
“Mutsuzluk ile depresyon birbirine karıştırılmamalı”
DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzman Klinik Psikolog Kumru Şerifova, mutsuzluk ve depresyon arasındaki farkı şöyle tanımlıyor: “Mutsuzluk her birimizin zaman zaman yaşadığı durumsal duygu iken, depresyon kimi zaman intiharı dahil içeriğinde barındıran; duygu, düşünce, algı ve davranışlarımızı yaygın ve kronik şekilde etkileyen klinik bir tablodur. İki durumun genellikle karıştırılmasının sebepleri arasında depresyon yaşayan kişinin semptomlarından birinin de mutsuzluk olmasıdır. Ama depresyon sadece mutsuz olmak demek değildir. Depresyon yaşayan kişiler hayattan yaygın olarak eskisi kadar zevk alamazlar, değersiz hissederler, hiçbir şey ilgilerini çekmez, karamsar, ümitsiz ve kötümser düşünürler. Kendilerini enerjisiz, yorgun ve bitkin hisseder, uyku düzenleri bozulur, iştahlarında belirgin değişim ve buna bağlı kilo alma veya verme söz konusu olabilmektedir. Birçok kişi depresyona bağlı somatik belirtiler de yaşayabilmekte olup, cinsel isteksizlik, hafıza zayıflığı ve konsantre olma güçlüğü yaşamaktadırlar. Dolayısıyla, depresyon yaşayan bir insan; düşünce ve duygu, davranış, motor faaliyetlerinde, biyolojik yaşamsal fonksiyonlarında değişiklikler yaşamaktadır.”
“Mutluluk, deneyimlenebilecek doğal yüzlerce duygudan yalnızca biri”
Mutluluk ve mutsuzluğun hayatımızdaki yerini merak ediyoruz ve Klinik Psikolog Deniz Bolsoy’a soruyoruz. Bolsoy şöyle yanıtlıyor: “Mutluluk zorunluluğu, iyi hissetmek ve kendini her daim güçlü ve ayakta tutmak ile olduğu kadar insan üstü performans göstermenin geçer akçe sayıldığı bir çağda yaşıyor olmamızla da ilgili. Bedenine ve sağlığına iyi bakmak, kendi ihtiyaçlarınla başkalarının ihtiyaçlarını dengeleme, dayanışma, sevme ve üretme yerine başarı ve performansın ön planda olduğu, zayıf olanın bu durumdan kendisinin kabahatli olduğu sistemin her geçen gün daha fazla sorgulandığı zamanlardayız” diyor.
Bu bağlamda psikolojinin aradığının mutluluk değil hakikat olduğunu ve mutluluğun deneyimlenebilecek yüzlerce doğal duygudan yalnızca biri olduğunu belirten Bolsoy, mutluluğun tanımını şöyle yapıyor: “Tatmin, anlam ve kendinden memnuniyet, kendini olduğun halinle sevilebilir hissetmek gibi deneyimler direksiyonda olduktan sonra geriye kalan, yolun tadını çıkarmak.”
Her şeyi ve herkesi affet, mutlu ol!
Mutluluğun, son yıllarda zihinlerimizde mutlak ulaşılması gereken bir hedefmiş gibi konumlandırıldığını söyleyen Uzman Klinik Psikolog Yasemin Meriç Kazdal ise insanların bu hedefe ulaşmak için sürekli bir çaba gösterdiğini anlatıyor. “Mutlu olmak için alışveriş yapmak, mutlu olmak için spor yapmak, mutlu olmak için yemek yemek, sosyalleşmek, gezmek ve daha birçok şeyin tek amacı mutlu olmak. Hatta mutlu olmak için her şeyi ve herkesi affetmenin gerekliliğine inanmak da son dönemde oludkça revaçta” diyor.
Kazdal da, birçok kişiye mutsuz olma ihtimalini düşünenin bile ağır geldiğini söylüyor. “Oysaki mutsuzluktan bu kadar korkmaya lüzum yok. Zaten mutluluğu hissedip anlamlandırabilmemiz için arka bahçemizde mutsuzluk deneyimlerinin de olması gerekiyor” diyen Kazdal, mutluluğu şöyle tanımlıyor: “Mutluluk ulaşılması istenen bir hedeften ziyade bir süreci içinde barındırır.” Mutluluk ve mutsuzluk böylesine zıt ama aslında ne kadar da birbirine yakın olduğunu ise şöyle anlatıyor: “Sürekli mutlu olmak için çabalayan bir kişinin mutsuz olmakla ilgili kaygılarının kendisini içinden çıkamadığı bir kısır döngüye sokabildiğine dair bilimsel çalışmalar mevcut. Bir kişi mutluluğa aşırı derecede önem veriyorsa mutsuzluktan da bir o kadar çekinir, korkar. Bu da kişinin stres yaratan birtakım yaşamsal olaylara karşı çok daha savunmasız kalmasına neden olur.”
Kısacası mutsuzluk ayıplanacak bir şey değil. Belki de birçok olumlu duygunun farkına varılması için bir nimet. Kazdal mutsuzluğun kıymetini şöyle anlatıyor: “Duygularımızı yok saymak yerine onları kabullenmek, mutsuzluk da dahil olmak üzere yaşadığımız tüm olumsuz duyguların bize kattığı değerler olacağını fark etmek ve hiçbir duygunun süreklilik gösteremeyeceğini bilmek çok daha gerçekçi bir yaklaşımdır.”
Sonuç olarak Schmid’in söylediğine katılmamak elde değil: “Mutlu olmaya ‘çalışmak’ bireyleri ve toplumu daha da mutsuz ediyor. Hayatı iniş ve çıkışlarıyla bir bütün olarak kabul etmek gerekiyor.”