Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında yetişen pek çok yazarın bugün uluslararası ölçekte değer görmesi bir tesadüf mü? Mîna Urgan, o nitelikli devrin tartışmasız en önemli yazar ve çevirmenlerinden biridir. “İngiliz Edebiyatı Tarihi” adlı çalışması başta olmak üzere yaptığı Thomas Moore, William Shakespeare, Virginia Woolf, D. H. Lawrence, Aldous Huxley inceleme ve çevirileri, edebiyatçılarımızın önemli başvuru kitaplarından birkaçıdır. Urgan, yazarlık ve çevirmenliğe verdiği emekleriyle Türk edebiyatının birkaç çıta birden atlamasını sağlamıştır. 1 Mayıs 1915 yılında doğan aydının hayata karşı tavrı da 1 Mayıs gibidir. Beri yandan; göçüp gitmesinin ardından dostlarının dediklerine baksanız dahi ne büyük bir hazine olduğu anlaşılır: Tahsin Yücel; yazarın kendi yaptıklarıyla övünmediğini, Semih Gümüş yerinin doldurulamayacağını, Feridun Andaç ise Urgan’ın toplumsal belleğe dönüşü sağladığını vurgular… Bir Dinozorun Gezileri, Urgan’ın gezilerinden oluşan ve az parayla çok insan ve kültür tanıma maceralarını anlattığı seyahatlerinin kitabıdır. Buradaki dinozor vurgusu ise yazarın yitip giden, “nesli tükenen” değerlere olan işaret fişeğidir, diyebiliriz. Urgan kitabın önsözünde bizi şu cümlelerle karşılıyor: “Çok saf bir insan olduğum için, çok şaştığım oldu bugüne dek. Ama Bir Dinozorun Anıları’nın çok satan kitaplar listesine girmesine, bilmem kaç baskı yapmasına afalladığım kadar hiçbir şeye afallamadım bu uzun ömrüm boyunca.” O halde bir uzun seyahat olan bu kitabın afallatıcı cümlelerine geçmenin vaktidir.
1. Küçük mutluluklar
Doğa herkese, özellikle acı çekenlere mutluluk sunmaya hazırdır her zaman. Yeter ki, benliğimizin kafesinden, her bir yanı kapalı o daracık, o kapkaranlık kafesten çıkabilelim. Derin bir nefes alıp çevremize şöyle bir bakabilelim. Kör olmayalım, sağır olmayalım doğaya.
2. Deniz tutkusu
Deniz tutkuma bağlı iki isteğim oldu ömrüm boyunca. Ne yazık ki, ikisi de gerçekleşmedi. Birincisi bir teknem olmasıydı. Ne han istedim ne apartman; ama o tekneyi şiddetle istedim. Tıpkı büyük bir ütüye benzeyen, Mercedes otomobiller gibi varlıklıların toplumsal statüsünün bir belirtisi haline gelen o direksiz, yelkensiz, sadece motörle işleyen lüks yatlara hiç mi hiç benzemeyecekti benim teknem.
3. Eski ve yeni Bodrum
Bodrum, süngercilik ve mandalinacılıkla geçinen yoksul, küçük bir kasabaydı eskiden. Şimdi lüks barlarla lokantaların açıldığı yerlerde, şalvarlı kadınlar yere oturur, sabırla sünger ayıklarlardı eskiden. Şimdi pahalı ve “marka” giyim eşyası satan dükkânlarla tıklım tıklım dolu o daracık Cumhuriyet Caddesi’nde, açık kapılarıyla pencerelerinden deniz görülen küçük evler sıralanırdı eskiden. (Zaten eskiden bütün evlerin kapıları açıktı. Kapıları kilitleme âdeti ancak 1970’li yılların ortalarına doğru başladı.)
4. Mavi yolculuk
Eskiden mavi yolcular, benim istediğim gibi Bodrum’dan, Antalya’ya kadar yelken açmasalar da, uzak yerlere gidip antik kentlerin kalıntılarını görürlerdi. Hocam Sabahattin’in ölümünden sonra, durum değişti. Birbirinden ancak bir iki saat uzaklıktaki koylara gitmeye, orada uzun uzun kalıp yan gelmeye alıştık.
5. Anadolu
Anadolu merakımın Akdeniz ve Ege’nin güzel kıyılarıyla sınırlı kaldığı sanılmasın. Ne yazık ki, yaylalarına çıkamadım ama, Karadeniz’i de gezdim. İstanbul’a çok yakın olduğundan, eskiden sık sık gittiğim Şile’yi bilirdim sadece.
6. Avrupa’ya yolculuklar
Paris, bir tutkuya dönüştü bende. Sokakların akıl almaz canlılığı bir yana, bunların zeminini döşeyen malzeme bile hayret ve hayranlık duymama neden oldu: Buna bugün inanması güç ama, o sokaklar taşla, toprakla ya da betonla değil; düpedüz ahşap parkeyle döşenmişti. Yani güzel bir evin salonunda yürürcesine geziniyordunuz o sokaklarda.
7. Paris
Paris’in metro istasyonları her zaman canlı ve ilginçtir. Hele gece yarısına doğru büsbütün renklenirler. Paçavralarla sarılı yaşlı evsiz barksızlar, yanlarında şarap şişeleri, yerlere ya da banklara uzanıp uyurlar. Kimileri, tencerelerini küçük gaz tüplerinin üstüne koyup yemek pişirir. Tamtamdan tutun da duygusal Fransız şarkılarına kadar her türlü ses duyulur.
8. İngiltere
İngilizlerin soğuk olmadıklarını anlamak için, bir pub’a gitmek yeter. (Uzun süre içki içilmesini engellemek amacıyla bu meyhaneler akşam altıda açılır, gecenin on birinde de kapanır.) Pub’larda herkes arkadaştır, herkes birbiriyle konuşur. Hiç tanımadığınız bir adam, sizde hiç gözü olmadığı halde bir içki ikram eder size.
9. Sovyet Rusya ve Doğu Bloku ülkeleri
Sovyet Rusya’da düğünler çok ilginç: Gelinle damat geleneklere uyarak, önce Lenin’in mezarına gidiyorlar. Bu yüzden de düğün ayı olan haziranda, mozolenin önündeki kuyrukta, beyazlar içinde, telli duvaklı bir gelin mutlaka bulunuyor.
10. Sonsöz
Bu dinozor öyle bir yaşa geldi ki artık, bunca genç, bunca çocuk ölürken, daha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona. İsteği, çevresine ve kendisine bir baş belası haline gelmeden, bu dünyadan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler.