Uygarlığın ilk geliştiği topraklar olan Mezopotamya’yı tarihin başladığı yer olarak biliyoruz. Günümüzde Mezopotamya toprakları, çoğunlukla Irak sınırları içinde kalıyor. Ancak Suriye, Türkiye ve İran’ın bazı bölgeleri de Mezopotamya toprakları olarak adlandırılıyor. Mezopotamya, Antik Yunanca’da “iki nehir arasında kalan bölge” anlamına geliyor. Bu iki nehir, Türkiye sınırından da geçen Dicle ve Fırat nehirleridir. Dicle ve Fırat sayesinde binlerce yıl önce Mezopotamya topraklarında Tarım Devrimi (Neolitik Devrim) gerçekleşti. Nehirlerin topladığı alüvyonlar, etrafındaki arazileri tarım yapmak için oldukça verimli topraklar haline getirdi. Bu ise neredeyse 12.000 yıl önce gerçekleşen Tarım Devrimi’ne yol açtı. Tarım devrimi, insanlığın yaşamını tamamen dönüştürdü. Bitki yetiştiren ve hayvanları evcilleştiren insanlar, tek bir bölgede toplu olarak yaşayarak küçük köyler oluşturdular. Sonunda bu yerleşim yerleri; medeniyetin pek çok özelliğinin geliştiği ilk şehirlere dönüştü. Ancak Mezopotamya’nın medeniyetin beşiği olmasında farklı unsurlar da etkili oldu. Gelin, bu kadim toprakların tarihine doğru bir yolculuğa çıkalım.
Mezopotamya: Medeniyetin doğduğu topraklar
Modern dünyanın kökeni söz konusu olduğunda daima Antik Yunan ve Roma medeniyetlerine bakıyoruz. Ancak bugün Irak, Türkiye, İran ve Suriye sınırlarında bulunan topraklarda, medeni yaşam çok daha önce başlamıştı. Mezopotamya’da ilk yerleşim Paleolitik Çağ’a kadar uzanıyor. M.Ö. 14.000 yılına gelindiğinde, bölgedeki insanlar dairesel evlerin bulunduğu küçük yerleşim yerleri oluşturmuştu. Beş bin yıl kadar sonra burada yaşayanlar, hayvanları evcilleştirip Tarım Devrimi’ni yaptıktan sonra çiftçi toplulukları oluşturmaya başladılar. Bu dağınık çiftçi topluluklar, Mezopotamya’nın kuzey kesiminde kümeleniyordu. Bugün şehir olarak tanımlayabileceğimiz yapıların ortaya çıkması için ise birkaç bin yıl daha geçmesi gerekiyordu.
Doğa medeniyeti nasıl besledi?
Chicago Üniversitesi’nde Asuroloji profesörü ve antik Mezopotamya tarihi konusunda uzman olan Herve Reculeau’ya göre; uygarlık Mezopotamya bölgesinin tamamında aynı şekilde gelişmemişti. Onun açıkladığı gibi kentsel toplumlar, şu anda güney Irak’ta Sümerlerin ilk kurulduğu yer olan Aşağı Mezopotamya’da ve Kuzey Irak’ın bir bölümünü içeren Yukarı Mezopotamya’da bağımsız olarak gelişmişti.
6.000 ila 7.000 yıl önce Orta Doğu’nun iklimi bugün olduğundan daha yağışlıydı. Güney Mezopotamya bölgesinde, inşaat yapmak (sazlık – kereste) ve beslenmek için (yabani av ve balık) bol miktarda doğal kaynak vardı. Aynı zamanda tarım alanlarında sulama yapmaya imkân sağlayan nehirler bulunmaktaydı. Bölgedeki sulak alanlar Basra Körfezi’ndeki deniz yollarına bir bağlantı sağladığı için burada yaşayanlar uzun mesafeli ticareti geliştirmeye başladı.
Yukarı Mezopotamya, çiftçilerin fazladan sulama yapmasına gerek kalmayacak kadar yağış alıyordu. Aynı zamanda bölgede kesici alet yapımında kullanılan obsidyen (volkanik cam formu) bulunuyordu
Böylece çiftçinin ekip biçmesi daha kolay oluyordu. British Museum yetkililerine göre, Mezopotamya çiftçilerinin ürettiği en temel gıdalar arasında arpa ve buğday vardı. Aynı zamanda fasülye, bezelye, salatalık, pırasa, marul, üzüm, elma, kavun ve incir gibi sebze meyve de yetiştirilmekteydi. Burada insanların yaptıkları şey tam anlamıyla Tarım Devrimi’ydi. Tarımdaki ilerlemeler ise bir sonraki adıma Kent Devrimi’ne yol açtı. Yaklaşık 6.000 yıl önce Sümerlerin küçük köyleri büyük şehirlere dönüştü. Bu şehirlerden en önemlisi Uruk’tu. Tel- el-Varka olarak da bilinen Uruk şehrinde, dünyanın ilk mimari örnekleri görüldü. Yazı burada icat edildi. Aynı zamanda silindir mühürler de ilk defa Uruk’ta yapıldı. Devasa sütunların ve ihtişamlı tapınakların bulunduğu bu şehir adeta kerpiçten yapılmış metropoldü. Tarihçiler, M.Ö. 3000’li yıllarda Uruk şehrinde tam 50.000 kişinin yaşadığını tahmin ediyor. Bu nedenle Uruk şehri, medeniyetin başladığı yer olarak kabul ediliyor.
Uruk başta olmak üzere Sümerlerin diğer tüm şehirlerinde dünyayı tamamen değiştirecek icatlar yapıldı. Bu şehirlerin ismi şöyle: Eridu, Nippur, Lagash, Kiş ve Ur. Sümer şehirleri, bugünün Silikon Vadisi’nin antik dönemdeki eşdeğeriydi. Sümerliler teknoloji geliştirme konusunda üstün yeteneklere sahipti. Çömlekçilikte ilk defa seri üretime geçildi, yazı keşfedildi, hidrolik mühendislik, metalurji ve matematik gibi alanlarda devrim niteliğinde gelişmeler kaydedildi. Sümer şehirleri tam anlamıyla inovasyon yatağıydı. Uzmanlara göre Sümerlerin gerçek dehası örgütsel düzeydeydi. Çünkü başka yerlerde gerçekleşen icatları alıp, kendi topraklarında daha büyük ölçekte uyguluyorlardı. Bu şekilde çömlekçilikten tekstil üretimine kadar pek çok alanda büyük başarılar yakaladılar.
İklim değişikliği Mezopotamya Uygarlıklarını nasıl evrimleştirdi?
Mezopotamya uygarlıklarının gelişiminde iklim daima kilit bir rol oynadı. M.Ö. 4.000’li yıllarda bölgenin iklimi değişmeye başlamıştı. Artık bu topraklar daha az yağış alıyordu. Bu nedenle nehirlerde yaşanan taşkınlar öngörülemez bir hale geldi. Aşağı Mezopotamya’daki bataklıklar kurumuştu. Şimdi tarım alanlarını sulamak için daha fazla mücadele etmek gerekiyordu.
Mezopotamya’da yaşayan insanlar hayatta kalmak için daha sıkı ve organize bir şekilde çalışmak zorundaydı. Çünkü artık doğa, Mezopotamyalılardan yana değildi. Bu durum giderek daha ayrıntılı bir yönetim sisteminin ortaya çıkmasına yol açtı. Şehirlerdeki gıda maddelerinin yönetimini sağlamak için bir bürokratik sistem doğdu. Tüm bunlar seçkin kesimin emekçi kesimi zorladığı ve işçi – işveren anlayışının olduğu sosyal bir yapının gelişmesine yol açtı.
Sanat ve yaratıcılık
Mezopotamya bölgesinde sanat yapmak, Tarım Devrimi’nden çok daha öncesine dayanıyor. Ancak sanatta işçiliğin ön plana çıkması M.Ö. 3000’li yıllara rastlıyor. Metal işleme, seramik boyama ve kireçtaşına şekil vermek en yaygın görülen sanat türleri arasında yer alıyordu. Mezopotamya sanatı çoğunlukla şehrin yöneticilerini ve onların ihtişamlı hayatlarını tasvir etti. Günümüze ulaşan en eski sanat eserlerinden birinin M.Ö. 3000 yılına tarihlendiğini de belirtelim. Gümüşten yapılmış bu eserde diz çökmüş bir boğa tasvir ediliyor.
Antik Mezopotamya döneminden kalma pek çok sanat eseri, çok kısa bir süre önce dünyanın gözü önünde yağmalandı. Irak müzelerinde bulunan bu eserler Amerika’nın Irak işgali sırasında hasar gördü. Daha sonrasında ise terör örgütlerinin üyeleri, bölgedeki pek çok müzeyi tahrip etti ve o dönemden kalma sayısız sanat eseri kayboldu. Kaybolan parçalar arasında; 80.000 çivi yazılı tablet, mücevherler, Akad kralının bronz maskesi gibi yeri doldurulamayacak eserler bulunmaktaydı.
Mezopotamya Uygarlıkları
Dünyanın pek çok ilkine ev sahipli yapan bu bölge, verimli toprakları ve uygun iklim koşullarıyla tarihin çok eski zamanlarından itibaren sayısız medeniyetin doğuşuna sahne oldu. Akad, Asur, Babil, Elam ve Sümer gibi modern dünyaya sayısız miras bırakan gelişmiş medeniyetler bu topraklarda doğdu. Bölge, uygun iklim koşulları nedeniyle dünyanın her yerinden göç alıyordu. Tarih boyunca farklı kavimler, Mezopotamya’da barış içinde birlikte yaşadılar. Bölge sırasıyla Pers, Roma, Safevi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altına girdi. Ancak bu uzun süre zarfı boyunca Mezopotamya’da hiçbir zaman bugün olduğu gibi bir huzursuzluk yaşanmadı.
Mezopotamya bölgesi son yüz yıldır küresel güçlerin üzerinde hakimiyet mücadelesi verdiği bir bölge haline geldi. İç savaşlar, büyük devletlerin müdahaleleri, darbeler, terör örgütleri ve dahası… Burada yaşanan karışıklıklar, Mezopotamya uygarlıklarının zengin tarihi birikimini yok etti. UNESCO tarafından koruma altına alınan pek çok kazı bölgesi yağmalanmaya bugün dahi devam ediyor. Mezopotamya’daki siyasi karışıklıklardan yararlananlar, buralardaki tarihi mirasları Batı ülkelerine kaçırıyor. Biz ise; medeniyetin doğdu topraklarda ne yazık ki medeniyetin ölümüne şahit oluyoruz.