Koskoca bir bina. Şanslıysan tarihi bir bina. Tarihi olduğu için şanslı olduğunu muhtemelen aradan yıllar geçtikten sonra anlayacaksın. O büyük duvarlar arasında akseden eski öğrencilerin seslerini, uzayıp giden ahşap koridorlardaki gizli ayak izlerini, sonraki yıllarda kişiliğini oluşturan sayısız olayın yaşandığı kocaman bahçeyi hatırladıkça aşırı duygulanacaksın.
Bina yeni de olsa eski de hep büyüktü. Tıpkı bahçe gibi. Tıpkı sınıflar gibi. Ama en büyüğü mutlaka konferans salonuydu. Aslında her şey normaldi de sen küçüktün. İlkokulu henüz bitirmiştin. Ömrünün belki de en önemli adımlarından birini atacaktın ama miden çok bulanıyordu. Heyacanlıydın. Kolay değil 7 sene! Hayatının 10/1’i eder. Hatta kimi liselerde hazırlık 2 yıl olduğu için 8 sene!
Bugünün 4+4+4 eğitim sistemi gibi bir ucube henüz icat edilmemişti. Her köşeye bilimden ve çağdaşlıktan uzak İmam Hatipler dikilmemişti. Ülkede eğitim öğretim yine tırttı ama ucundan kıyısından da olsa modern dünyaya ayak uydurabilen anadolu liseleri ve bu liselere denk eğitim sunabilen bazı kolejler vardı. İşte o neslin çocukları için okul hayatı bambaşka bir dünya ve maceraydı. Peki nasıl geçti o yıllar ve neler yaşadı o nesil? Anadolu lisesini 7 ve 8 yılda okuyanlar toplansın 🙂
Seninle birlikte büyüyen arkadaşlarınla hayatı anlamaya başlarsın
Parmak kadar çocuk hayatı nasıl anlar? Arkadaşına bakar. İlk sene yanında otururken ömür boyu ondan ayrılmayacağını sanırsın. Ne senesi, bir dönem sonra onun aslında çok kıl olduğunu görür başkasının yanına geçersin. Aradan iki sene geçer kantin sırasında iki laf edersiniz. Bir sene daha geçer yine kanka olursunuz. Bir sene daha, oha yine kıllık yaptı! Sonraki sene, yanlış kızın (ya da erkeğin) yanında! Sonraki sene aslında çok iyi çocuk… Böyle böyle yıllar geçer, insanlar değişir. Hayatın bir akışının olduğunu, senin de onun sahibi değil bir parçası olduğunu anlarsın.
Yabancı hocaları tanır başka dünyalarla tanışırsın
Bu yabancı hocaların erkekleri Almansa sakallı, İngilizse elma yanaklı köse, Fransızsa ince çerçeve gözlüklü, İtalyansa bir garip artist olur. Kadınları oldukça rahattır. Türk kadın öğretmenler bir kalıptan çıkmış gibi ordu dizaynı gibiyken, örneğin Alman kadın öğretmenler büyük büyük adımlarla, sallapati yürür, rahat kıyafetler giyerler. Ülkenin kılık kıyafet konusunda en sabit çatılarından olan Milli Eğitim’de renk renk çeşit çeşit insan tanırsın.
Tek tip olmanın tırt birşey olduğuna ayarsın
Sadece kılık kıyafet değil, akıl da çeşit çeşittir bu okullarda. Okuluna hocasına göre çeşit çeşit huy vardır. Bir öğretmen asla sözlü yapmazken, diğeri sınavda artı 1 soru sorabilir. Bu soruyu cevaplarsan fazladan puan alırsın, cevaplamadığın takdirde puanından kırılmaz. Böylece eğer çok çalışkan bir fırlamaysan 100 üzerinden 110 bile alabilir, tembel bir dümbeleksen diğerlerinden farklı olan o dikkate dayalı +1 soruyla kırık almaktan yırtarsın.
Aşık oldun mu unutamazsın
Hayatı insanlarla anlamaya başlarsın demiştik ya hani, ne olduğunu tam kavrayamadığın o duyguyla da ilk defa orada tanışırsın. Tam unuttum dediğin anda yine çıkar karşına. Çocukken sevdiğini hep görmek, tam unutacakken bir dahaki sene yeniden görmek, her halini bilmek, onunla büyümektir anadolu lisesini 7 yılda okumak. O uzun koridorlara isimler bile takılmıştır. Uzayıp giden o boşlukta yeniden yeniden yürümek yeniden hatırlamaktır.
Yemekhane sırasında yemekçi teyzelere amcalara metal tabldot uzatırsın
“Bugün yemekte ne var” sorusunu sormak, patlıcan varsa kantine dayanmaktadır… Orta 3’e kadar kantine talim ederken, liseli olduğunda yolunu bulup okuldan tüymek, dışarıda yemek yiyerek, haftalığını 2 günde patates etmektir.
Hasta olduğunda direkt eve gitmez önce revirde kıvrılıp yatarsın
Okulların onca yıllık tarihleri arasında gerçekten hasta olup revirde yatan öğrenci sayısı muhtemelen 2 falandır. Revire gidip yatmak biraz ilgi çekmek, biraz da kafayı dinlemek, dersten kaytarmaktır.
Evinden uzaklardaki okul için “bu geldiğim yer de neresi” der, sağı solu öğrenmeye çalışırsın
Arkadaşların yürüyerek okullarına giderken sen bambaşka semtlere gidersin. Okul köklüyse, Cağaloğlu, Beşiktaş, Beyoğlu, Nişantaşı, Kadıköy, Kabataş gibi merkezi ve kozmopolit semtlerde takılmaya başlar, şehrin nabzının attığı semtlerde küçük bir bankacı, edebiyatçı, mimar ya da mühendis edasıyla pıtır pıtır gezinirsin. Yaşadığın şehri yaşıtlarından çok daha erken keşfedersin. Mahalleden arkadaşlarının anneleri görece uzak bir yere gideceğiniz zaman onları çaktırmadan sana emanet eder.
“Yavrum git de şu turistlerle biraz konuş” lafından bıkıp usanırsın
Tatile gittiğinde anne babanın ısrarlarına dayanamayarak kızar bozar olup, hiç tanımadığın insanlarla sohbet açmaya çalışmaktır anadolu liseli olmak. Side Antik Kenti’nde, Sultanahmet’te ya da turistik herhangi bir yerde, her gördüğü sarı insanı senin öğrendiğin yabancı dili konuşuyor sanan kuzene kıl olmaktır. “Ehehe bak bu da yabancı, git konuşsana, bişey desene, anneaaa bu yabancı dil bilmiyo galiba, öğrenememiş bu, anneeeaaaa”
Din kültürü hocanın yabancı hocalara kıl oluşuna şahit olursun
“Elin gavuru benim ülkemde, benim okulumda sakal bırakıyor ben bırakamıyorum!” Sürekli bu lafı söyleyen sözde insan hakları savunucusu din öğretmeninin yıllar sonra eline ilk fırsat geçtiğinde ne haltlar yemeye müsait bir insan olduğuna şahit olursun. Din ve devlet işleri üzerine erken yaşta kafa yormaya başlarsın.
Çizgi filmlerde gördüğün laboratuvarlarda ders yapıp heyecanlanırsın
Fizik, kimya, biyoloji laboratuvarlarında çok acayip alet edevatlarla deneyler yaparsın. Biyoloji odasında Pan’ın Labirenti kafasını film vizyona girmeden çok önce tadar, kimya dolaplarından kurşun yürütmeye çalışırsın. Naapcaksak?
Bilgisi görgüsü senden kat kat fazla hocalarla ciddi meseleler tartışırsın
90’ların sonunda terör zirve yapmışken Kürt sorununu senden ve senin öğrendiğinden çok farklı gören yabancı hocalarla kıyasıya tartışırsın. Tansu Çiller, “gümrük birliği’ne girdik artık Avrupa Birliği çok yakın” diye milleti kandırırken, bunun imkansız olduğunu Kimya Hocan Herr Kruger ya da Mr. Finley’den öğrenip hayal kırıklığına uğrarsın.
Yıllar yılı bitmeyen arkadaşlıklar, dostluklar, sürprizli karşılaşmalar yaşarsın
Sokakta tesadüfen kendi döneminden birine rast geldiğinde uzun uzun sarılırsın. Pilav günlerinde çocukluk arkadaşının çocuklarıyla oynarsın. Kimisi hiç değişmemişken, kimisinin nasıl böyle birine dönüştüğüne şaşıp kalırsın.
Öğretmenlerinin emekliliğini haber alınca içindeki o zamansız duygularla sarsılırsın
Belki çok kızdın, zamanında belki çok sevdin hiç fark etmez. Bir garip his olur onun okuldan ayrıldığını duyduğun an. Bir de ayrılırken çekilmiş son fotoğraflar zihninin “Eski Fotoğraflar” klasöründe hemen yerini alır. Onları yüzünde tatlı bir gülümsemeyle hatırlarsın.
İş hayatında denk geldiğinde birlik olup kankanı tutarsın
Askerdeki devrecilik gibi iş hayatında da kendi döneminden biriyle karşılaştığında ona destek olur, önünü açarsın. Okulundan yeni mezun kardeşlerine meslek edinmeleri için elinden geleni yaparsın. Hak hukuk yemek değil, tanıdığın bildiğin bir geleneğe sahip çıkarsın. Tabii ki her zaman değil. Yeri geldiğinde tepkiyi de net olarak koyarsın.
Okuldan mezun olan efsaneleri unutamazsın
1982-1983 yılı Kabataş Erkek lisesi Optik başkan tahtada gözlüklü olan hey gidi yıllar hey pic.twitter.com/UfHOwSbfpQ
— İKİ DiREK ARASI (@ikidirekarasi) 12 Haziran 2014
Bu okulların mezunları geçmişleriyle bağlarını kolay kolay unutamazlar. Ülkenin dört bir yanına simgeleşmiş isimleri yayılmıştır.
Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmayıp her zaman bir çıkar yol olduğuna inanır, boyun eğmezsin
Eski yeni mezunlarla Gezi’de buluşur – karşılaşır birlikte direnirsin.
Not: Yazı başlığı Ekşi’nin ilgili entry‘sinden alıntı olup, maddeler deneyime dayalı, el emeği göz nurudur.