Ana sayfa » Tarih » Julius Neubronner: Drone’lar Yokken Güvercinlere Kamera Takarak Kuş Bakışı Fotoğraflar Çeken Mucit
Julius Neubronner: Drone’lar Yokken Güvercinlere Kamera Takarak Kuş Bakışı Fotoğraflar Çeken Mucit
Tarihi değiştiren fikirlerin çoğu, kimsenin aklına gelmeyen, hatta “yok artık!” dedirtecek kadar uçuk kaçık olanlardır. İşte bu hikâye de onlardan biri.
Düşünün, tarihler 1900’lerin başını gösteriyor… Henüz gökyüzünde süzülen insansız hava araçları yok, ne GPS var ne yapay zekâ destekli kameralar… Hatta bırakın teknolojiyi, havadan bir fotoğraf çekmek bile bilim kurguya yakın bir çaba gibi görülüyor. Ama işte tam o dönemde, Almanya’da yaşayan bir adam, gökyüzünü başka gözlerle görmeye karar veriyor. Eczacı, mucit, sanat tutkunu ve fotoğraf sevdalısı bir hayalperest: Julius Neubronner. Bugünün “drone pilotu” kavramının adeta atası olan bu sıra dışı adam, gökyüzüne kameralarla donatılmış güvercinler salarak yalnızca havadan görüntü almıyor, aynı zamanda çağına meydan okuyan bir fikrin de temellerini atıyordu. Deli mi, dahi mi diye düşündürten bir adam… O kadar yaratıcı, o kadar cesur, o kadar zamanının ötesinde ki, yaptığı iş hem bilim dünyasında hem de askeri çevrelerde büyük yankı uyandırıyor. Belki de ona “uçan fotoğrafçıların babası” desek abartmış olmayız.
1900’lü yılların başına gidiyoruz. Ne drone var, ne helikopterle havadan çekim… Ama bir adam çıkıyor ve gökyüzünden fotoğraf çekmenin yolunu buluyor: Güvercinlerle!
Bu, “bir zamanlar bir deli çıkmış da bunu yapmış” dedirtecek türden bir hikâye. Hem yaratıcı, hem çılgınca, hem de zamanının çok ama çok ilerisinde. Gelin tanışalım: karşınızda, eczacıdan mucide evrilen sıra dışı bir isim: Julius Neubronner.
Kim bu Julius?
Julius Neubronner, 1852 yılında Almanya’da doğmuş. Mesleği eczacılık. Ama hayatı sadece reçetelerle, ilaçlarla sınırlı kalmamış. Kendisi aynı zamanda bir sanat tutkunu, hobi olarak sihirbazlıkla uğraşan, bol bol icat yapan, tam anlamıyla bir “ben her işi yaparım” adamıymış. Ama en büyük tutkusu fotoğrafçılıkmış. Ve işte bu tutkusu sayesinde tarih kitaplarına adını altın harflerle yazdıracak bir şeye imza atmış: güvercinlerle hava fotoğrafçılığı!
Julius’un babası Wilhelm Neubronner geçmişte güvercinle acil ilaçları sahiplerine ulaştırıyordu. O dönemde, yani 19. yüzyılda, taşıyıcı güvercinler hız ve güvenilirlik açısından tam bir teknoloji harikası sayılıyordu
Hal böyle olunca babası, reçeteleri hızlı bir şekilde doktorlardan almak ve ilaçları hastalara ulaştırmak için güvercinleri kullanmaya başlamış. Evet, yanlış duymadınız: reçeteyi minik bir sırt çantasına koyuyor, güvercine takıyor ve “uç bakalım” diyerek yolluyorlarmış. Sonra ilaç yine başka bir güvercinle hastaya gönderiliyormuş. Modern kargo sistemine taş çıkaracak bir organizasyon! Julius, babasının işini devraldığında reçeteleri taşıyan güvercinlere halk arasında takılan isimle tanışmış: “Giftadler” yani zehirli kartallar. Tam bir Alman esprisi diyebiliriz!
Ama Julius’un bu güvercinlerle işi sadece reçeteyle sınırlı kalmadı. Onları sihir gösterilerine bile dahil etmişti. Evet, gösterilerinde güvercinler uçuyor, numaralar yapıyordu…
Ama asıl çılgın fikir henüz aklına gelmemişti. Bir gün, en güvenilir güvercinlerinden biri kaybolmuştu. Haftalarca ortalıkta yoktu. Julius’un içinde uyanan ilk şey meraktı: “Bu kuş nereye gitti?” İşte tam burada, içindeki yaratıcı fotoğrafçı ve mucit harekete geçti. “Ben bu güvercine küçük bir fotoğraf makinesi takarsam, nerede dolaştığını görebilirim!” diye düşünmüştü.
Ve böylece, havadan fotoğrafçılık tarihi başladı! Julius, yalnızca 40 gram ağırlığında, otomatik deklanşörlü minyatür bir kamera geliştirdi. Kameranın mantığı şöyle çalışıyordu: güvercin uçmadan önce lastik bir top şişiriliyor, bu top içindeki pnömatik sistem sayesinde belli bir sürede havasını kaybediyor ve click! deklanşör tetikleniyor. Böylece gökyüzünden fotoğraf çekiliyor.
Üstelik kameranın çift merceği vardı! Böylece her uçuşta 12 fotoğraf birden çekilebiliyordu. Fotoğraflar 3×6 cm’lik minik negatiflere basılıyordu ama içerikleri kocaman bir hayal gücünün ürünüydü.
Tabii, Julius hemen bu icadın patentini almaya çalıştı
Ama patent ofisi önce bir duraksadı. “Güvercinle fotoğraf mı? Yani siz ciddi misiniz?” dediler resmen. İlk başvuru reddedildi. Ama Julius da pes edecek biri değildi. Gerçekten çekilen fotoğrafları ofise gönderdi. Yani delil sunarak “Bakın oldu bu iş!” dedi. Sonunda 2 Aralık 1908’de patenti aldı.
İşte o andan sonra tarih değişti. İcat o kadar ilginçti ki, zamanla askeri çevrelerin bile ilgisini çekti. “Acaba keşif için kullanılabilir mi?” dediler. Yani bu güvercinli kameralar yalnızca sanatsal değil, stratejik de bir potansiyele sahipti. 1920’lere geldiğimizde Julius hâlâ pes etmemişti. Kendi cebinden harcadığı paralarla 12 farklı kamera modeli daha geliştirdi. Hayatı boyunca bu işe gönlünü verdi diyebiliriz.
O dönemlerde hava fotoğrafçılığı aslında sıfırdan var edilmiş bir şey değildi
Sıcak hava balonlarıyla çekimler, roketle fırlatılan kameralar ve uçurtma temelli denemeler çoktan yapılmıştı. Ama hepsi ya pahalıydı ya da kontrolsüzdü. Bu yüzden de halk arasında hiç yaygınlaşamadılar. İşte tam bu noktada Neubronner devreye girdi ve güvercinlerle işin seyrini değiştirdi.
1909 yılında Dresden’de düzenlenen Uluslararası Fotoğraf Sergisi’ne katıldı. Etkinliğe 20 ülkeden 1600 kişi gelmişti. Neubronner ise sahneye, uçup geri dönen ve yanında taptaze çekilmiş fotoğraflar getiren güvercinleriyle çıktı! Ortalık adeta çalkalandı! İnsanlar “Bu nasıl bir sihir?” diye sorarken, Neubronner çoktan “taşıyıcı güvercin kartpostalları” satmaya başlamıştı bile. Pazarlama mı? Takdire şayan. İş modeli mi? Resmen uçuyor!
Neubronner güvercinli hava fotoğraflarını kartpostal setlerine dönüştürdü
Hatta bu setlerin yanında küçük kameralar, film kesme ekipmanları ve hepsi şık ahşap kutularda geliyordu. Öyle sıradan paketler değildi bunlar, “Koleksiyoner işi” diyebileceğimiz cinsten.
Dilerseniz fazladan ücret ödeyerek o sevimli minik kameraları taşıyan güvercinlerden bile sahip olabiliyordunuz. Düşünsenize, evde minik bir kuş var, sırtında da bir kamera…
1910’da Neubronner, kendi arabasına binip Kronberg Karnavalı’na katıldı
Arabanın üstünde şöyle yazıyordu:
“Dr. med. Neubronner’ın yarış güvercinlerinin fotoğrafını çekin ve onları Dr. Neubronner’ın kağıt şeridiyle çerçeveleyin.”
Yani adam sadece bilimle değil, gösteriyle de uğraşıyordu. Bilim insanı ruhu bir yana, pazarlamacı yüreğiyle kitleleri peşinden sürüklüyordu. Ama hayali sadece sivillere eğlenceli kartpostallar satmak değildi. O, icadının askerî anlamda da kullanılabileceğine inanıyordu.
Neubronner, bu kuşların özellikle savaş zamanında çok faydalı olabileceğini düşünüyordu. Çünkü dönemin balonları ve uçurtmaları rüzgâra bağımlıydı, roketler ise pahalı ve riskliydi. Oysa güvercinler, eğitildiklerinde rüzgâr falan dinlemeden uçabiliyor, alçaktan uçarak tespit edilmeleri zorlaşıyor ve düşman ateşinden kurtulabiliyorlardı
1912’ye kadar kendi taşınabilir güvercinliğiyle çalıştı, genç güvercinleri eğitti ve hatta gizli görevler için hazırlandı. Ama maalesef ordu onun kadar heyecanlı değildi. Testler istenilen başarıyı vermeyince “Bunu bir kenara kaldıralım” dediler.
Dünya Savaşı patlayınca, belki bir umut diye Neubronner’ın ekipmanları tekrar gündeme geldi. Ancak kameralar hiç kullanılmadı. Sadece güvercinler, o eski görevleri olan haber taşımada başarıyla kullanıldı. 1918’de ise Neubronner’a ordu tarafından soğuk bir mektup geldi:
“Güvercinlerle yapılan hava çekim testleri sürekli başarısız oldu. Artık daha fazla test yapılmasına gerek yok.” Düşünsenize, yıllarca uğraşmışsınız, her şeyi hazır etmişsiniz, ama sonunda “Boşuna uğraşmışsınız” diyorlar. İçler acısı bir final.
Julius Neubronner hayatını kaybettikten sonra bile fikirleri ölmedi. 1931’de Nazi Almanyası, uçuş başına 200 kare çekebilen yeni kameralarla testlere başladı. Hatta 1970’lerde CIA bile bu teknolojiye göz dikti! Ayrıntılar hâlâ gizli olsa da, güvercinler ABD adına casusluk yapmış olabilir!