Kim inanır 47 yaşında olduğuna bu adamın? İspanyol havası dediğimiz bu olsa gerek, Javier’ciğim tek kelime ile ateşli. Penelope yengemiz yanlış anlamasın tabi, kendisi dünya ahiret abimiz artık ama gözümüz gönlümüz açılıyor baktıkça. Sadece karizmasıyla kalmayıp inanılmaz duyarlı olan oyuncumuz İspanya’da eşcinsel evliliklere izin verilmesi üzerine “Gay olsaydım, kiliseye inat ertesi gün gidip evlenmiştim” diyerek ülkede sansasyon yaratmış, Irak işgalinde Bush’u faşist olmakla suçlamıştır. Tam anlamıyla oynadığı rolü “canlandıran” ve bukalemun gibi her karaktere bürünebilen muhteşem adam yahu.
No Country For Old Men (2007)
Tabi ki Javier Bardem denince akla gelen ilk film. Kötü biten bir uyuşturucu pazarlığı sonucunda elinde koca bir uyuşturucu zulası, 2 milyon dolar dolu bir çanta ve iki cesetle kalan Moss adındaki psikopat rolüyle 4 ödül kazanmış, kısacası döktürmüştür. Kan, şiddet ne ararsan var. Javier saçma sapan saç modeliyle bile inanılmaz karizmatiktir.
Live Flesh (1997)
Yönetmen Pedro Almodovar olunca seks, aşk ve intikam üçlüsü tabii ki bâki. Mesele şu, Elena adlı çiftimizin arasında bir tartışma çıkar, Victor gürültülere gelen iki polis memurundan birisi olan David’i (bizim Javier) yanlışlıkla vurur ve hapse düşer, David sakatlanıp tekerlekli sandalyede hayatını devam ettirip basketbol yıldızı olur ve bizim Elena ile evlenir. Victor hapisten çıktığındaysa tek amacı intikamdır. Olaylar karışık tabi, bence izleyin derim. Javier pür-i pak sakalsız haline rağmen “sakal erkeğin makyajıdır”ın tersine tabi ki yine karizmatik yine karizmatik.
Mondays In The Sun (2002)
İspanya’nın bir liman kentinde bir grup işten çıkarılan tersane işçilerinin öyküsünün anlatıldığı dikkat çekici bir dram filmi. Kimi sahneler tam anlamıyla güldürürken düşündürüp, düşündürürken hüzünlendiriyor. Bu arkadaş grubunun alfası ve filmin omurgası olarak Javier burda Santa rolünde ve filmdeki tüm kadınların ilgisine mazhar oluyor. Müthiş sakalı ve agresif bakışlarıyla filmi izleyen tüm kadınlar olarak biz de kendisine baktıkça iç geçirmiyor değiliz elbette.
The Sea Inside (2004)
Denize derin bir tutkuyla bağlı Ramon geçirdiği bir kaza sonucu felç olup, yatağa bağlı bir hayat geçirmek zorunda kalır ve hayatını ötenazi ile sonlandırmak ister. Oynadığı Ramon rolüyle Venedik Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan Javier Bardem yatalak bir yaşlıyken de, hayal ettiği gibi bir gençlken de karizmasından ödün vermiyor. Film hardcore bir dram filmi olup ötenazi ve intihar arasındaki o ince hattı bize gösteriren ağır bir film olsa dahi, Javier’in karizmasına yine doyuyoruz.
Love In The Time Of Cholera (2007)
Gabriel Garcia Marquez’in aynı adlı kitabından uyarlanan bu film adeta “aşk için ne kadar bekleyebiliriz”in cevabı niteliğinde. Film başarısını büyük ölçüde Bardem’e borçlu çünkü klişe bir Hollywood filmi olarak yıllarca kavuşamayan iki aşığı (ki zengin kız-fakir oğlan durumuda bu klişeye dahil) işleyen filmde, aşkı bize gösteren Bardem’in bakışları ve mimiklerinden başka bir şey değil.
Vicky Cristina Barcelona (2008)
Barselona’da geçen film yakışıklı ressam Bardem’in iki Amerika’lı tatilci genç kadınla aralarındaki karmaşık ilişki üçgenini anlatır. Tatilcilerimizden biri Scarlett Johansson, öteki Penélope Cruz. Javier Bardem kirli sakalı ve havalı saç kesimi, romantik bohem tarzıyla boy gösteriyor. Daha ne diyelim tüm cinsiyetler için gözleri bayram ettiren bir film.
Biutiful (2010)
Bu sefer de Barselona’da hayatta kalmak ve çocuklarına bakabilmek için kötü işlere karışmış, yeraltı dünyasına girmiş, çocukları için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan tam anlamıyla iyi bir aile babası rolünde Bardem. Film boyunca kendisini dertli adam ifadesiyle görsek bile, bu ifade bile bir insana bu kadar mı yakışır? Adam hem güzel gülüyor hem güzel ağlıyor, Allahım sen nelere kadirsin.