Spartalılar’ın birer savaşçı olmak adına ne derece katı bir disiplinle yetiştirildikleri artık neredeyse hepimizin malumu. Fakat Spartalılar değil, daha az bilinen kuzeydeki başka bir Antik Yunan şehir devleti, o zamanlar bilinen dünyanın büyük bir kısmını en sonunda fethetmeyi başardı. Makedonyalı III. İskender’in parlak önderliğindeki efsanevi Makedon ordusundan bahsediyoruz. Antik dünyanın bir numaralı askeri dehası olarak kabul edilen Makedonyalı Büyük İskender (MÖ. 356-323), günümüzdeki Yunanistan’dan Mısır’a, Türkiye’den İran’a, Lübnan’dan Pakistan’a uzanan bir coğrafyadaki tüm toprakları ele geçirdi. 19 yaşında babasından devraldığı Makedonya tahtını, savaştaki başarıları ve krallık kurma stratejisiyle birleştiren İskender’in, askeri güç ve kültür alışverişi yoluyla Doğu ile Batı’yı birleştirmeyi başardığı sadece 13 yıllık bir saltanatı oldu. Bu görece kısa süreçte, ünü çok hızlı bir biçimde yayılan İskender, öldüğünde 32 yaşındaydı ve tanrısal bir varlık haline gelmişti. Dolayısıyla yüzyıllar boyu hakkında anlatılan hikayelerde gerçekle kurguyu birbirinden ayırmak her zaman mümkün olmamışsa da aşağıda kendisi ve ordusu hakkında muhtemelen daha önce bilmediğimiz bazı şaşırtıcı bilgileri derledik.
1. II. Philip, onları bir asker olarak eğitene kadar, Makedonlar hayatlarını yoksul çobanlar olarak sürdürüyorlardı.
Meşhur Yunan-Pers savaşları sürecinde Makedonya, kuzeydeki jeopolitik konumu nedeniyle çoğunlukla önemsiz ve etkisiz bir yer olarak kaldı. Aslında Makedon devletinin kırsal arazilerde çobanlık yapanlardan oluşan mütevazı devletinin kökenleri MÖ. 5. yy’a dayanıyor. Neticede güneydeki kentleşmiş Yunanlar tarafından Makedonlar, bilinen uygar dünyanın sınırında yaşayan yarı barbarlar olarak kabul ediliyorlardı. Ancak MÖ. 5. yy’dan sonraki dönemde, yaklaşık 30 sene süren Peloponez savaşlarından sonra, Makedon kralları ülkenin ekonomisini geliştirmek üzere çeşitli kamu projelerine imza atmaya başladı. Ama asıl dönüşüm, MÖ. 359’dan itibaren Makedonya’yı geleceğin süper gücü haline getirecek olan İskender’in babası II. Philip’in yaptığı inanılmaz askeri reformlarla başladı. Bunlardan en etkileyici olanı genellikle mızrak ve benzeri silahlar kullanan askerlerin birbirinden ayrılmadan art arda saflar halinde savaşmasını esas kabul eden ve “Hoplitler” adı verilen ağır piyadelerin savaş düzeni olan “falanks”ın evrimidir. Makedon devletinin ve askeri sisteminin inşasında Philip’in büyük katkısı vardı. Çağdaşı tarihçi Theopompus “Avrupa daha önce hiç Philip gibi bir adam çıkarmadı” demişti.
2. Makedon disiplini, sıcak suyla banyo yapmayı yasaklayacak kadar katıydı.
2. yy. Makedon yazarı Polyaenus’un aktardığına göre; Philip, askerlerine tek bir günde yaklaşık 50 km’lik bir mesafeyi tüm zırh ve silahlarıyla yürüme talimi yaptırıyordu. Böylesine acımasız askeri yöntemler kendini kısıtlama ve sert talimler gerektiriyordu. Muhtemelen İtalya’nın batı kıyısındaki güçlü bir Yunan kenti olan Tarentin’deki bir süvari subayının sadece sıcak suyla banyo yaptığı için rütbesi elinden alınabiliyordu. Polyaenus’a göre nedeni oldukça basitti; “Aralarında sıcak suyla dolu banyoda doğum yapmış bir kadının bile olmadığı Makedonların tarzını anlamadığı için…” Bu tip sert önlemler yeterli değilmiş gibi, falanksın her birliğindeki her bir asker, seferler sırasında en az 30 gün süreyle ağır erzak ve malzemeler taşımak zorundaydı. Bu daha sonra Roma lejyonlarının da uyguladığı bir yöntem haline geldi. Ordunun hareket kabiliyetini ve kendine yeterliliğini artırmak üzere orduyu takip eden görevlilerin ya da kölelerin sayısı her on askere bir kişi düşecek şekilde azaltıldı.
3. Ona refakat eden ünlü süvari birliğine ek olarak, 200 kişiden oluşan bir yoldaş grubu vardı.
Philip öldürüldükten sonra, onun inanılmaz bir çaba göstererek kurduğu Makedon devletinin yeni ordusu İskender’e miras kaldı. Bir lüks olan ağır silahlandırılmış süvari birliği, Yunan kuvvetleri içinde geleneksel değildi. “Hetairoi” ya da refakatçi olarak bilinen bu atlılar genel olarak Makedon aristokrasisi ve asillerinden oluşuyordu. Ancak Büyük İskender, zaten elit bir gruptan oluşan bu süvariler içindeki yoldaşlarından çekirdek bir kadro oluşturarak bir adım daha ileriye gitti. Birçok antik kaynağa göre; bu seçilmiş adamlar onun kişisel arkadaş grubuydu. Kralın av eğlencelerinde ya da savaşlarda ona eşlik eden İskender’in “yoldaşlar”ı, bu kelimenin gerçek hakkını verdiler. Aslında İskender’in kendi oluşturduğu bu kardeşliğe olan hayranlığı o kadar büyüktü ki, kendisi de sık sık Refakatçi Süvari Alayı’nın üniformasını giyerdi.
4. İskender’in ünlü falanksı, aslında görece hafif zırhlı piyadelerden oluşuyordu.
Polyaenus’un Makedonya askeri eğitimi hesabına göre; falanks piyadesine kasklar (kran), hafif kalkanlar (pelte), baldır zırhları (knemides) ve uzun mızraklar (sarissa) veriliyordu. Bu kısa listeden anlaşılacağı üzere zırh, bariz biçimde eksik. Hatta İskender’in ölümünden 100 yıl sonra, falanks ordularının kuşandıkları bir zırh sistemi hala yoktu. Edebi kaynaklar dikkate alınarak ileri sürülen bir hipoteze göre; Yunan ve Makedon orduları ağır bronz göğüs zırhlarından tamamiyle vazgeçmişti. Bunun yerine “linotoraks” adı verilen ketenden yapılma katmanların üst üste yapıştırılmasıyla ortaya çıkan hafif bir zırh tercih ettiler. İskender askerlerini “hemitoraks” adı verilen vücudun sadece ön kısmını kaplayan yarım bir zırhla donatmıştı, ki bu sebeple düşmana sırtlarını asla dönmezlerdi. Her durumda falanksın arka saflarındaki iyi korunan askerler için metalik bir korse gereksizdi. Bu durum, antik komutanlar tarafından memnuniyetle kabul edilen taktiksel bir avantaj sağlıyordu.
5. Neredeyse 15 yıl süren fetihleri sırasında hiçbir savaşı kaybetmedi.
Büyük İskender’in askeri taktik ve stratejileri bugün hala askeri akademilerde ders konusu. 18 yaşında kazandığı ilk zaferinden başlayarak, savaş alanında adamlarına liderlik etmekteki etkileyici hızı, küçük gruplar oluşturarak düşman hatlarını hiç beklemedikleri bir anda kırmak, kazandığı itibarın başlıca nedenleriydi. Yunanistan’daki krallığını güvence altına aldıktan sonra MÖ. 334’te Anadolu’ya geçerek III. Darius önderliğindeki Perslerle giriştiği mücadelelerde peşpeşe bir dizi zafer kazandı. İskender’in ordusunun çekirdeğini “sarissa” adı verilen 6 metre uzunluğunda mızraklar taşıyan ve kılıçlı Pers ordusunu tutmayı başaran 15 bin kişilik güçlü Makedon falanksı oluşturuyordu.
6. Piyadeleri, Asya seferi sırasında 33,400 km’den fazla yol gittiler.
İskender’in Makedon ordusunun tabi olduğu sıkı disiplin, diğer eski kültürlerde nadiren görülen bir kalitedeydi. Bu içsel disiplin, onların ağızları açık bırakan kahramanlıklarıyla daha net anlaşılabilir. Bu amaçla, tarihçi Theodore Ayrault Dodge tarafından yapılan bir hesaplamaya göre; MÖ. 336’da İskender’e katılan piyadeler, onun MÖ. 323’de Babil’de son nefesini verişine kadar geçen süreçteki Asya seferi sırasında 33,400 km’den fazla yol katetmişlerdi. Yani her bir asker, etkileyici bir biçimde her yıl ortalama 2570 km yol gitmişti. Üstelik bu Makedon askerleri, Mısır’daki Nil, Irak’taki Fırat ve Dicle, Tacikistan’daki Amu Derya, Özbekistan’daki Seyhun ve Pakistan’daki İndus nehirleri de dahil olmak üzere çok sayıdaki nehirlerden geçmişlerdi. Sahra, Kızılkum, Karakum gibi çölleri, Hindikuş gibi en az 6 bin metre yükseklikteki dağları aşmışlardı. Üstelik Makedon krallarının askeri güçlerine ödeme yapmak üzere herhangi bir maaş sistemi kurmadıklarını da hesaba katalım. Bu parasal problem, askerlerin düşman ülkelerini yağmalamasına izin verilmesi yoluyla çözülmüştü. Ama bu gibi durumlarda bile piyadeler, süvarilerden çok daha az pay alırlardı.
7. Ordusu MÖ. 332’de bir ada şehri olan Sur’un kuşatılması sırasında denizin üzerine üstünkörü bir yol dahi inşa etti.
Sur kuşatması, bir fatih olarak henüz kısa bir kariyere sahip İskender’in en parlak başarısı değil elbette. Fakat savaş alanında mızraklı süvarilerin en ön safhında yer almasını gerektiren pervasızlığına keskin bir tezat olarak; İskender’in nasıl inanılmaz derecede sabırlı bir stratejist olduğunun kanıtıdır. Tarihçi Arrian’a göre; ada konumu ve bazı yerlerde 46 metreye varan sur yüksekliğiyle aşılamaz bir ticaret merkezi olan Sur şehri oldukça önemliydi. Bu yüzden İskender bu büyüleyici ada yerleşimine doğrudan ulaşım sağlanabilmesi adına ordusuna denize dolgu yol yapmaları emrini verdi. İşgalci Yunan kuvvetleri, başlangıçta kıyı şeridinde inşa edilmiş olan terk edilmiş eski Sur şehrinin kalıntılarından topladıkları molozlar, kayalar ve hatta kerestelerden bir yol inşa etmeyi ve hatta bu yolu genişletmeyi dahi başarmışlardı. Bu dolgu yol, Yunanlıların ateş saçan kuşatma kulelerine karşı atak yapan Sur şehri güçleri arasındaki şiddetli çarpışmalara sahne oldu. Ancak birkaç gün içinde İskender, Sur’a baskın yapacağı geniş bir filoyu toparlamayı başardı böylece sıkışan şehrin duvarlarında bir gedik açıldı. Bu taktiksel atılım sebebiyle özellikle de “hypaspists” olarak bilinen Makedon elit piyade takımının şiddetli saldırılarından sonra Sur şehri teslim oldu. Sonrasında 2 bini çarmıha gerilen toplam 6 bin şehir sakininin İskender’in kuvvetleri tarafından öldürüldüğü ve 30 bin kişinin de köle olarak satıldığı söylenir.
8. Ordusunda filler tarafından ezilmek de dahil acımasız cezalar mevcuttu.
Uygulanan katı disiplin, Makedon ordusunu çağdaşı diğer Yunan kuvvetlerinden ayıran tek faktör değildi; İskender’in falanksları, ordudaki ayrıcalıklı statüleri gereği daha katı disiplin eylemlerine katlanmak zorundaydılar. Bu bağlamda, süvari subayları piyadelere nazaran sıklıkla kırbaçlanma gibi daha ağır cezalara çarptırılırlardı. İsyan etmek gibi ciddi suçlar genellikle bizzat İskender tarafından verilen ölüm cezalarıyla sonuçlanırdı. Bazı durumlarda suçlular taşlanarak ya da mızraklanarak öldürülürdü. Diğer durumlarda ağır zincirlerle bağlayarak nehre atmak gibi daha acımasız yöntemler kullanılırdı. Ancak Quintus Curtius Rufus’un belirttiği üzere özellikle bir olay bu cezalarda öne çıkıyor: Ölümünden hemen sonra İskender’in halefleri, 300 isyancının tüm ordunun gözleri önünde filler tarafından çiğnenmesi emrini verdiler.
9. İskender sanrılı bir rahatsızlığa sahip olabilir.
Tarihin gördüğü en büyük askeri stratejist ve liderlerinden biri olduğuna dair hiçbir karşı argüman bulunmayan İskender’in hayatının farklı aşamalarında kendine dair büyüklük, soyluluk ve ihtişam sanrıları yaşadığı görülüyor. Bu tanrılık kompleksi odaklı davranış kalıplarının birincil nedenlerinden biri, annesi Olimpia’nın İskender’in çocukluğundaki psikolojik etkilerinden ötürü olabilir. Delilik ile dahilik sınırında yaşayan pekçok insanın da söylemiş olduğu üzere, Olimpia rüyasında rahminin gök gürültüsüyle dolduğunu gördükten sonra İskender’in açıkça Zeus’un oğlu olduğunu iddia etmişti. Bu olağanüstü teori, MÖ. 331’de Mısır’da Siwa vahasındaki bir Amon kahini tarafından görünüşte İskender’e “kanıtlanmış”tı da… Sonuç olarak, bir yıldırımı silah olarak taşıyan İskender’i tasvir eden birkaç antik gümüş sikkeden de anlaşıldığı üzere, İskender ciddi biçimde kendini Zeus-Amon oğlu olarak tanımlamaya başlamıştı. Sırasıyla Makedonya Kralı, Mısır Firavunu olan İskender, MÖ. 330’da Makedon ordusu antik Pers topraklarını fethedip, başkentleri Persepolis’i ele geçirince, kendini efsanevi Ahameniş imparatorlarının haklı halefi olarak gördü. Persleri kontrol edebilmenin en iyi yolunun onlar gibi davranmak olduğunu anlayan İskender, çizgili tunik, kuşak ve “diadem” adı verilen Pers kraliyet kıyafetleri giymeye başladı ve Pers geleneksel selamlaşma biçimini uygulatmak gibi Pers geleneklerini sürdürdü. Bu son söylenen, yüksek rütbeli bir asilin önünde secde pozisyonunda el pençe divan durulan geleneksel bir Fars hareketidir. “Demokratik” Yunanlılar ise böyle bir kavramı hoş karşılamıyorlardı ve İskender’in bu tür megolomanyak kararları pek çok kişiyi ona karşı yabancılaştırıyordu.
10. Roxana’a ilk görüşte aşık oldu.
MÖ. 327’de zapt edilmesi imkansız kabul edilen bir dağ kalesi olan Semerkant yakınlarındaki Ariamazes’i ele geçirdi. Kaleyi kuşatan İskender’e karısıyla kızı Roxana’ı gönderen Baktria Prensi Oxyartes, İskender’in teslim olması teklifine, kaleyi ele geçirmek için “kanatlı erkeklere ihtiyacı olacağı” mesajını göndermişti. İskender, kalenin altındaki uçurumdan kaleye kadar tırmanacak gönüllülere ödül vereceğini söyleyerek daha önceki kuşatmalarda kaya tırmanışında deneyim kazanmış yaklaşık 300 kişi buldu. Çadır ve güçlü keten halatların kullanıldığı tırmanışta yaklaşık 30 kişi hayatını kaybetti fakat gecenin bir vakti kanatlı adamları karşılarında gören kale müdavimlerinin morali çökmüş ve sayıca az olan bu dağcılara teslim olmayı tercih etmişlerdi bile. 28 yaşındaki İskender, esir düşen ve ergenlik dönemindeki Roxana’ı gözüne kestirmişti. Kısa süre sonra, kralın bir ekmeği kılıcıyla ikiye böldüğü ve bir parçasını yeni gelinle paylaştığı geleneksel bir düğün töreniyle evlendiler. Roxana, İskender’in ölümünden birkaç ay sonra çiftin tek oğulları olan IV. İskender’i doğurdu. İskender, MÖ. 324’te Pers diyarındaki Şuşa şehrinde toplu bir düğün töreni düzenledi ve kendisi Pers Kralı Darius’un kızı Stateira ve onun kuzeni olan yine bir önceki kral Artaxerxes’in kızı Parysatis ile evlenirken ordusundaki 92 Makedonyalı’yı da aynı biçimde siyasi ve stratejik açıdan Persli eşler almaya ikna etti. İskender’in ölümünden sonra, her iki Pers prenses de Roxana tarafından öldürülmüşler. Ayrıca kaynaklarda İskender’in biseksüel olduğu açıkça belirtiliyor. İskender döneminde, Yunanlarda homoseksüellik tabu değildi ve gayet normal karşılanıyordu. En yakın arkadaşı olan Hephaestion ile olan ilişkisi aynı zamanda seksüeldi. Romalı yazar Aelian, İskender’in Troy’u ziyareti sırasında Achilles’in, Hephaiston’un da Petroclus’un mezarını ziyaret ettiğini, tıpkı Achilles ile Petrochlus gibi İskender ile Hephaiston’un da sevgili olduklarını yazıyor.
11. Yetenekli bir müzisyen ve konuşmacı aynı zamanda alkol bağımlısıydı.
Biyografi yazarı Plutarkhos’a göre; İskender daha 10 yaşındayken bile lir çalmak, konuşma yapmak ve ezberden anlatmak gibi işlerde neredeyse uzman sayılırdı. Bu performanslarının tamamı, babasının konukları önünde gerçekleşirdi. Muazzam miktarlarda alkol tükettiği sonraki yaşamında hem müzik hem şiir ona ilham vermeye devam etti. Bu amaçla genç Makedon generallerle birlikte çıktığı uzun süreli seferlerde ve av gezilerinde içkili partiler düzenlemesi oldukça doğaldı. İskender’in parti tutkusu ve Makedon ordusunun içki alemleriyle ilgili Plutarkhos belirli bir olayı anlatıyor. Felaketle sonuçlanan Hindistan seferi sonrası Belucistan üzerinden dönüş yapan İskender ve ordusu taşkınlık, ölçüsüzlük ve çöküşün her halini yaşıyor ve yaşatıyorlardı. İskender, etrafı yoldaşlarıyla çevrilmiş yüksek bir kürsüde oturuyordu; hepsi çiçeklerle bezenmiş ve ellerindeki şarap kadehlerinin keyfini sürüyorlardı, bulundukları platform da sekiz at tarafından yavaşça çekilmekteydi. Gerisini şöyle anlatıyor Plutarkhos; “Etrafta tek bir kalkan, kask, mızrak görülmüyor ancak askerler tüm yürüyüşü şarapla dolu kupalar, boynuzlar, sürahiler eşliğinde yapıyor; büyük şarap fıçılarına kupalarını daldırıyor, karıştırma kaplarını karıştırıyor, bu işi, biri diğerine devrediyor. Bazıları yürümeye devam ederken, bazıları düdük ve flütleri, telli çalgılarıyla yere uzanmış şarkı söylüyor; her yer, kadınların feryatlarını bastıran gür bir müzikle doluyordu.” Başka bir hikaye ise MÖ. 324’te Şuşa’da geçiyor yine bir anma töreni sırasında bir içki yarışması düzenleniyor. Ordudaki Promachus adlı bir asker ise 13 litreye eşdeğer katkısız şarap içerek birincilik ödülü olarak altın bir taç kazanıyor. Üç gün sonra kendisi ve diğer 41 yarışmacı alkol komasına bağlı olarak ölüyorlar.
12. İskender, Aristotales tarafından yetiştirildi fakat en ünlü tartışmalarını başka filozoflarla yaptı.
Makedonyalı II. Philip, 13 yaşındaki prensin hocası olarak tarihin en büyük filozoflarından birini; Aristo’yu işe aldı. Aristo’nun vesayetindeki üç yıllık eğitimi boyunca, onun bilgeliğinin ve yaklaşımlarının İskender’a nüfuz ettiği kesindir. Efsaneye göre; Yunanistan’da henüz hala bir prens iken, fıçı içinde münzevi bir hayat yaşayan ünlü kinik filozof Diogenes’in yanına gider ve herkesin içinde ona sahip olduğu harika zenginliklerden istediği herhangi bir şey varsa verebileceğini, söylemesinin yeterli olduğunu belirtir. “Evet, var” diye cevaplar Diogenes; “Kenara çekil, Güneş’imi engelliyorsun.” İskender, Diogenes tarafından reddedilmesinden o derece etkilenir ki; “Eğer İskender olmasaydım; Diogenes olurdum” der. Yıllar sonra, Asya Kralı ünvanını ona kazandıran Hindistan seferi sırasında karşılaştığı Hindu ya da Jainist dinine mensup jimnosofistler adı verilen çıplak filozoflarla giriştiği uzun münazaralar nedeniyle seferlerine ara verecektir.
13. Pakistan’da, atının adını verdiği bir şehir kurdu.
Kendini tanrılaştırdığı sanrıları göz önüne alındığında, İskender’in Afrika’dan Asya’ya bizzat kendi kurduğu ve ismini verdiği yaklaşık 70 yerleşim yeri olduğu tahmin ediliyor. Bunlardan en ünlüsü bugün Mısır’ın ikinci büyük şehri olan MÖ. 331’de kurulan İskenderiye şehridir. Fakat İskender’in kıskanılacak başarılarıyla ilgili takıntısı kendi isminin ötesine geçiyor ve onun en sevdiği atını da kapsıyordu: “Bucephalus”. Bugünkü Pakistan sınırlarında bulunduğu sanılan “İskenderiye Bucephalous” veya “Bucephala” şehri, MÖ. 326’da Hydaspes Savaşı’nda ölen atının anısını yaşatmak için İskender tarafından inşa ettirilmiş. Tarihçiler hala bu yerleşim biriminin tam yerinden emin olamıyorlar. Jhelum nehri civarında olduğuna dair hipotezler mevcut. Ayrıca İskender’in en sevdiği köpeği olan Peritas adına bir şehir inşa ettirdiği de biliniyor.
14. Gözleri birbirinden farklı renkteydi.
İskender’in pekçok portresi onu sonraki dönemlerinde çıktığı yoğun seferleri sırasında kırmızıya dönen açık tenli biri olarak tasvir ediyor. Çoğunlukla sakallı olan Makedonların aksine temiz, tıraşlı bir yüzü vardı. Muhtemelen biraz bükük bir boyna, oldukça kısa ve tıknaz bir vücuda, sert bir sese sahipti. Ancak Yunanlı tarihçi Arrian, bu haliyle pek de yakışıklı sayılmayan İskender’in dış görünüşüyle ilgili ilginç bir anekdot veriyor. “Bir gözü gece kadar karanlık, diğeri ise gökyüzü kadar mavi”ydi. Peter Green gibi daha sonraki tarihçiler Arrian’ın bu gözleminde mutabık kalmışlar. İskender’in bu durumuna “heterochromia iridum” adı veriliyor. Plutarkhos, İskender’in sahip olduğu hoş vücut kokusu da dahil bazı fiziksel özelliklerini onun ölümünden 400 yıl sonra yazdığı “Soylu Yunanlıların ve Romalıların Yaşamları” adlı biyografi kitabına eklemiş. Plutarkhos onun nefesinden, vücudunun her yerinden ve giydiği kıyafetlerden parfüm gibi bir koku yayıldığını yazmış. Ayrıca İskender’in savaş yaralarını çabuk iyileştirmesi, saçları parlak ve kızıl yapması, cildi yumuşatması bakımından da banyolarına safran kattığı söyleniyor.
15. Ölüm nedeni antik dünyanın en büyük gizemlerinden biri olmaya devam ediyor.
MÖ. 323’te, Babil’de II. Nabukadnezar’ın sarayında verdiği partide bir kase şarap içtikten sonra hastalanan İskender, sadece iki hafta sonra, henüz 32’sindeyken hayata veda etti. İskender’in babasının kendi koruması tarafından öldürüldüğü göz önüne alındığında, şüpheler İskender’in yakın çevresindeki kişilere odaklanıyor. Bu şüphelerin merkezinde General Antipater ve en sonunda İskender’in karısının ve oğlunun öldürülmesi emrini veren oğlu Cassander vardı. Bazı antik biyografi yazarları Antipater’in ailesiyle bağlantısı olan Aristo’nun bu suikastte yer almış olabileceğini iddia etmişler. Modern çağımızın tıp uzmanları ise İskender’in sıtma, akciğer enfeksiyonu, karaciğer yetmezliği ya da tifo gibi hastalıklardan ölmüş olabileceğini söylüyorlar. New England Journal of Medicine’da 1998’de yayınlanan bir makaleye göre; bağırsak delinmesi ve artan felç ile birlikte tifodan ölmüş olması en büyük olasılık olarak görülüyor. Plutarkhos İskender’in vücudunun Mısırlı mumyacılar tarafından Babil’de mumyalandığını yazarken İngiliz Ejiptolog A. Wallis Budge, İskender’in cesedinin çürümesini önlemek için bal kullanılmış olabileceğini iddia etmiş. Ölümünden bir ya da iki yıl sonra İskender’in naaşı, eski generallerinden biri olan ve Mısır’da hüküm süren Ptolemy’e gönderilmek üzere Makedonya’ya yollandı. Ptolemy, İskender’in bedenine sahip olmanın varisi olarak kendisini güçlendireceğine inanıyordu.
16. İskender’in mezarı kayboldu.
Julius Caesar, Marcus Antonius ve Octavian (yani Augustus Caesar) İskender’in İskenderiye’deki mezarını ziyaret ettiler. MÖ. 30’da Octavian neredeyse 300 yıllık olan mumyasını inceledi ve tören çelengi koydu. MS. 215’te İskender’in mezarının son ziyaretçisi, Roma İmparatoru Caracalla oldu. Roma’nın son dönemlerinde çıkan ayaklanmalar sırasında mezar tahrip edildi ve yeri zamanla unutuldu. Görselde ise uzun cephesinde İskender’in Persler’le yaptığı savaşlara dair rölyefler bulunduğu için “İskender Lahdi” adıyla anılan ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin en önemli eseri kabul edilen Sidon Kralı ve İskender’in generallerinden Abdalonymos’un MÖ. 4. yy’a ait 25 ton ağırlığındaki lahdi görülüyor.
BONUS: Alexander (Büyük İskender)
Oliver Stone’un yönettiği 2004 yapımı İskender’in hayatının anlatıldığı 2 saat 45 dakikalık filmin kadrosu Colin Farrel, Angelina Jolie, Val Kilmer, Rosairo Dawson, Jared Leto, Anthony Hopkins ve Jonathan Rhys Meyers gibi isimlerden oluşuyor.
Yararlanılan Kaynaklar: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15