“Bir gün insanoğlundan ümidimi kesersem, ‘başına gelmeden anlamamak’ aptallığı yüzünden keserim” demişti geçenlerde bir Facebook arkadaşım, gönderisinde. Aslında daha ve çok daha acısı var: Başımıza ne gelirse gelsin anlamıyoruz, anlamayabiliyoruz ya da açıkçası anlamak işimize gelmiyor. Hani bir felaket yetmiyor, hatta o felaketin bizzat başımıza gelmesi de yetmiyor. Dozajı her seferinde biraz daha arttırılmış olarak, defalarca aynı felaketi yaşasak gene de bazı dersleri hiç almadığımız görülüyor. Şimdi buna “aptallık” denmezse ne denir? Daha da kötüsü, “aptala yatmak” değilse…?
Geçmiş gözlerimizin önünde dururken, alınması gereken dersleri almak için yaşanmış felaketlerin gelecekte tekraren yaşanması gerekmiyor. “Bir musibet, bin nasihatten iyidir” sözünü doğrularcasına aklı olana, bir felaketi bir kere yaşamış olmak yeterli olmalı. Ve hatta o bin nasihati göz ardı etmemektir asıl akil olan… Çünkü önceden yaşamış olma deneyimi, aynı felaketlerin tekrarlanmasının önüne geçecek öngörüyü, deneyimi ve hatta bilgeliği sağlayabiliyor olmalı, olmalıydı… Adalet, kendi başımıza gelen adaletsizliği başkalarına yaşatmamak ve buna sebep olanlar dahil, başkalarının yaşamaması için de gereken duyarlılığa sahip olup, önlem almaktan geçer. Ders almalıyız tüm bu yaşadıklarımızdan. Artık tekrarlanmasın diye, gereken ne kadar ders varsa, hepsini almalıyız.
Çernobil, Bhopal, Exxon Valdez, Hiroşima ve Nagazaki… Kasıtlı ve/veya kazara, insanlığın aptallığından kaynaklanan felaketler listesine giren isimlerden sadece birkaçı… Hiç kimse geçmişi değiştiremez ancak geçmişten neler öğrendiğimizi ve bunları öğrenebilmek uğruna ne bedeller ödediğimizi sorgulayabiliriz. Bu felaketlerden sonra çıkarılan yasalar ne kadar etkili oldu? Ve bu olaylar geleceğimize giden yolu değiştirebileceğimiz başka ne gibi dersler içeriyorlar? Buyrunuz.
1. Savaş
İnsan yapımı felaketler içinde en trajik olanı şüphesiz ki savaşlar. İster biyolojik, kimyasal ve nükleer silahların yarattığı yıkım, ister antik dünyada düşmanın yaşadığı alana tuz saçmak gibi uygulamalar olsun, savaş doğası gereği yıkıcıdır. Mayınlara basan çocuklardan ve hayvanlardan, doğal su kaynaklarının kirletilmesine, tüketilen aşırı miktardaki yakıta varıncaya değin savaş, bir cehennemdir. Sadece askeri personel değil, savaşı yaşayan tüm siviller, savaş sona erdikten sonra onlarca yıl süren hastalık, kıtlık, doğum kusurları ve dengesi bozulmuş ekosistemlere sebep olan kimyasallara maruz kalırlar. İnsanlığın savaşlardan öğrenmesi gereken tek bir ders kaldı artık… Azalan doğal su kaynaklarına, yükselen küresel sıcaklıklara ve yarattığımız ekolojik dengesizliğe karşı hepimizin hayatta kalmasını sağlayacak savaşı nasıl kazanacağımız? Doğaya karşı hiçbir savaşı kazanamayacağımız açıktır. Dolayısıyla birbirimizle savaşmadan nasıl kazanacağımızı düşünmemiz gerekiyor. Yaşam kaynaklarını yalnızca bir kısım insanın hizmetine sunmak üzere diğerlerinden korumaya çalışmak da bir savaş doğurur. Bir kriz bizi köşeye sıkıştırmadan önce, eldeki problemleri çözmek adına kalan enerjimizi odaklamayı ve hep birlikte çalışmayı öğrenebilecek miyiz?
2. Seveso
10 Temmuz 1976. İtalya’nın Milano’ya 20 km uzaklıktaki Seveso kasabasında, tarımsal amaçlı böcek öldürücü bir kimyasal olan “triklorofenol” (TCP) üretimi yapan ICMESA Chemical Company’ye ait fabrikadan “tetraklorodibenzoparadioksin” (TCDD) gazı salıverildi. Fabrikanın daha tehlikeli olan bir reaksiyon kullanımını tercih etmesi ve reaktörün yeterince soğutmadan bırakılmasına olanak sağlayan tehlikeli işletim uygulamaları kazanın başlıca nedenleri. Fabrika çalışanları tarafından fark edilmeyen ve kontrolsüz biçimde artmaya başlayan sıcaklık sonucu TCP yerine TCDD oluşmaya başladı. Reaktörde oluşan bu sıcaklık ancak 1 saat sonra fark edilebilip, soğutmak için su basılsa da yeterli olmadı ve reaktör patladığında yaklaşık 3 bin kiloluk kimyasal etrafa saçıldı. Mikro dozlarda dahi zehirli ve kanserojen olduğuna inanılan kimyasallardan oluşan dioksinin bu en yüksek seviyesine yaklaşık 37 bin kişi kişi maruz kaldı. Fabrika kazayı anında bildirmediği için önlem alınamadı. Bölgedeki 100 ev boşaltıldı, 700’den fazla insanda dioksine bağlı yanık oluştu binlerce kişi dioksin zehirlenmesi nedeniyle tedavi altına alındı. Zehirlerin gıda zincirine girmesini önlemek için 80 binden fazla hayvan katledildi, bölgedeki tüm tarım ürünleri imha edildi. Kaza, bugün bile halen incelenen “dioksin maruz kalmaları” hakkında muazzam miktarda veri sağladı. Tüm mağdurların kan örneklerini saklayan hekimler sayesinde 1987’de piyasaya çıkan test yöntemlerinden sonra olayın kapsamının daha iyi belirlenmesi mümkün oldu. Ayrıca, Seveso adı şu anda Avrupa kimya endüstrisinde rutin olarak kullanılıyor çünkü bu endüstriyel kazayı takiben Avrupa Birliği, endüstriyel donanımlarda kaza önleme üzerine Seveso Direktifi’ni (Tehlikeli Maddeleri İçeren Büyük Kaza Risklerinin Kontrolüne İlişkin Konsey Direktifi) kabul etti. Direktif, meydana gelen büyük endüstriyel kazalardan çıkarılan dersler dikkate alınarak çeşitli aralıklarla iyileştirildi.
3. Bhopal
3 Aralık 1984. Bhopal, yaşanmış en büyük kimyasal endüstriyel felaketlerden biri. Hindistan’daki Madya Pradesh ilçesine sürüklenen ölümcül bir sisin ardından sabah bulunan binlerce ceset ve yaşanan kıyamet paniği. Raporlar, ABD’ye ait Union Carbide pestisit fabrikasının yanlışlıkla (!) 40 ton metil isosiyanat gazını (tarım amaçlı üretilen kimyasal böcek ilacı) dışarı atması sonucu 18 bin kişinin ölümüne, 500 binden fazla insanın zehirlenmesine neden olan çevresel etkilerinin korkunç olduğunu gösteriyor. Sızıntı sonrasında yaklaşık 8 bin kişinin anında öldüğü bildirildi. Körlük, karaciğer, böbrek yetmezliği vb. sızıntının sebep olduğu hastalıklar için yaklaşık 50 bin kişi tedavi altına alındı. Doktorlar kurtaramadıkları yaralıları nasıl tedavi edeceklerini bilmiyorlardı çünkü sızan gazın ne olduğunu bilmiyorlardı ve Union Carbide de “ticari sır” olduğu gerekçesiyle bunu açıklamayı reddediyordu; bu nedenle ölü sayısı her geçen gün artıyordu. Aktivistler, felaketten bu yana meydana gelen 22 binden fazla ölümün doğrudan sızıntıyla ilgili olduğunu söylüyorlar. Union Carbide, olayın sabotajdan kaynaklanabileceğini iddia etti ancak fabrikada bunu destekleyen herhangi bir bulguya ulaşılamadı. Daha önce de bakımsızlık ve ihmal sonucu fabrikada başka kazalar olmuştu, fakat bunlar, yetkililer tarafından önemsenmedi ve üstü örtüldü. Şirket 2001’de Dow Chemical tarafından satın alındı. Yeni şirket bu olayla ilgili sorumluluk yüklenmeyeceğini açıkladı. Hindistan, Union Carbide’den 3,3 milyar dolar tazminat talep etti, en sonunda 470 milyon dolara anlaştılar. Hayatta kalanlara kişi başına sadece 500 dolar düştü. Felaketle ilgili açılan dava ancak 2010’da sonuçlandı ve hepsi de Hintli yerel yöneticilerden sekiz kişi ikişer yıl hapse ve her biri 2000 dolar para cezası ödemeye mahkum edildiler. Şirketin Amerikalı genel müdürü bir daha hiç Hindistan’a dönmedi ve hiçbir ceza almadı. Greenpeace tarafından 2009’da bölgede yapılan bir araştırmada toprakta normalin 7 katı toksik madde bulundu. 30 seneyi aşkın bir süredir fabrika paslanmaya ve çürümeye devam ederken, içeride kalan binlerce ton böcek ilacı ve atık madde, yağmurlarla toprağa daha derin işlemeye, yeraltı sularına karışmaya, kuyulara sızmaya, musluklardan akıp insan bedenlerine girmeye devam ediyor. Felaket neden hala sürüyor, fabrika neden temizlenmiyor, sorumlular neden adalet önüne çıkarılmıyor diye soracak olursanız; cevap yoz politikacıların Dow şirketinin yaptığı 1 milyar dolarlık yatırım karşılığında Bhopal’i kaderine terk etmiş olmaları… Alınan ders ise, Bhopal’in tehlikeli teçhizatların bakımı ve yerleştirilmesi ve mümkün olan en az seviyede kimyasal kullanımı konusunda sanayicileri bilinçlendirmiş olması. Mühendislik risk değerlendirmeleri ve tehlikeli süreçler için güvenlik önlemleri, endüstri taahhüdü ve düzenlemeleri, iyileştirmelere yol açması bakımından birer standart haline getirildi.
4. Çernobil
26 Nisan 1986. Çernobil Faciası. Çernobil Nükleer Santrali’ndeki 4 numaralı reaktörün bir teoriyi test etmek amacıyla kapatılmasına karar verildi. Test, harici bir elektrik kesilmesi durumunda reaktörün soğutulmasının muhafaza edilip edilemeyeceğiydi. Mühendisler, türbin devrinden gelen fazladan enerjinin, acil durum jeneratörleri devreye girene kadar soğutma suyunu pompalayabileceğini düşünüyorlardı. Ne yazık ki, test kötü bir şekilde tasarlandı ve de uygulandı. Testin daha birinci dakikası dolmadan ortaya çıkan nükleer reaksiyon, ateş ve patlama, Çernobil’in bulunduğu Ukrayna’nın komşusu Belarus ve Rusya’nın da dahil olduğu (o zamanlar hepsi SSCB’nin bir parçasıydı) ve İrlanda’dan Türkiye’ye kadar uzanan bir bölgeye, Hiroşima bombasından 400 kat daha fazla radyasyon saçılmasına neden oldu. O zamanki Sovyetler Birliği yönetimi, kazayı sakladı. Ancak 2 gün sonra İsveç’teki bir nükleer santralin radyasyon ölçüm aletlerinin yüksek değerler göstermesiyle kaza ortaya çıktı. Saklandığı için yakın çevredeki yaşam alanları tahliye edilmediğinden, radyasyona maruz kalanların sayısı arttı. Özellikle radyoaktif iyotun, çevrede yaşayan çocuklarda tiroit kanserine yol açtığı sonradan ortaya çıktı. Kazanın doğrudan sebep olduğu 56 ölüm ve 4.000’in üzerinde kanser vakası var. Fakat elbette bu kadarla sınırlı değil. Çernobil reaktörünün 30 km yarıçaplı çevresi yasak bölge olarak ilan edildi ve 400 bin insan bu bölgeden uzaklaştırıldı. Felaketten toplamda 1,7 milyon insan etkilendi. Bölgenin toprağında, yerine göre farklı miktarlardaki radyoaktif maddelerin aradan geçen 30 yıldan sonra etkinliği yarıya inmiş olmasına karşın doğal düzeye inebilmesi için 200 yıl daha gerekiyor. Bugün Çernobil’de bulunan büyük miktardaki nükleer madde kalın beton duvarlarla çevrilerek kapsüllenmiş durumda olmasına karşın endişe yaratmaya devam ediyor. Aradan geçen 30 senede bu duvarlar çürüyüp yer yer dökülmeye başladığından, bunu da tümüyle içine alacak kalın çelik bir kılıfın yapımı bugün sürüyor ve 2017’de tamamlanması planlanan yapının G7 ülkeleriyle Rusya’nın karşıladığı maliyeti 2,1 milyar avroyu geçiyor. Nükleer patlamanın temizlenmesi, yeniden yerleşim ve ödenen tazminatlar toplamda 200 milyar dolara ulaştı. Çernobil kazası, elektriğin, nükleer santraller yoluyla üretimindeki riskini ortaya çıkararak bu konuda dünya genelinde tartışmalar başlattı. Birçok ülke nükleer enerji programını yeniden gözden geçirdi ve değişiklikler yaptı. Olabilecek benzer kazalara karşı alınacak önlemler belirlendi, yeni acil savunma programları hazırlandı, yasa ve yönetmelikler değiştirildi. Fakat bu kaza, insanlığı nükleer enerji üretimi ve kullanımından, nükleer santraller inşa etmekten vazgeçirmeye yeterli olmuş gibi görünmüyor.
5. Exxon Valdez
Tarih 24 Mart 1989. Şu an kötü bir üne sahip Joseph Hazelwood’un kaptanı olduğu Exxon Valdez tankeri, Alaska’daki Prens William Sound adasının Bligh resifinde karaya oturdu ve tankerden yaklaşık 41 milyon litre ham petrol, doğal sahil şeridine aktı. Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi petrol döküntü alanının kayalarına ve toprağına 26 bin galon Valdez yağının yapışmış olduğunu tahmin ediyor. Bölgedeki doğal yaşam bundan yoğun şekilde etkilendi; deniz kuşlarından katil balinalara kadar bölgede yaşayan birçok türden hayvan öldü. Temizleme çalışmaları gerek bölgenin konumu gerekse bu çapta bir kazanın daha önce yaşanmamış olması sebebiyle pek etkili olmadı. Dökülen petrol 4 bin km2’lik alanı kapladı ve 700 km’lik sahil şeridi ağır şekilde hasara uğradı. ExxonMobil dökülen petrolü temizlemek ve tazminatlar için yaklaşık 5 milyar dolar ödedi ve şirket hala tazminat davalarıyla uğraşıyor. ExxonMobil yetkilileri sızan petrolün tamamını temizlediklerini söylese de olayın üzerinden 27 yıl geçmesine rağmen doğal yaşam hala normale dönmüş değil. Sonrasında dört kez adı değiştirilen Exxon Valdez, Asya sularını 2012’ye kadar kullanmaya devam etti. Bu ekolojik felaket sonrası, kuş yıkama makinesi geliştirildi ve başta AB ve ABD olmak üzere tek cidarlı (ticaret gemilerinde bordanın ambar kısmına bakan duvarı) gemilerin limanlara girmesi yasaklanmaya başlandı. 2010’dan itibaren IMO ( Uluslararası Denizclik Örgütü) tek cidarlı gemilere yasak getirdi, pek çok ülke 2010’dan sonra tek cidarlı gemileri limanlarına sokmama kararı aldı. Bunun yanında Hindistan bu süreyi 2015 e çekerken, Türkiye’nin de içinde bulundu bazı ülkeler süreyi yayma kararı aldılar. Arap ülkeleri, Çin, Japonya ve Singapur kısıtlamaya gitmeyeceğini açıkladı. Nakliye endüstrisinin küresel doğası nedeniyle bu yönetmelik, şirketleri dünya çapında yeni çift cidarlı gemi teknolojisini benimsemeye yöneltti.
6. Love Canal
New York’taki Niagara Şelaleleri’ndeki bir konut projesi olan Love Canal’ın, 80’nin üzerinde toksin içeren 21 bin ton atığa ev sahipliği yaptığı ancak 1978’de anlaşılabildi. Kasabanın eski ve yeni sakinleri 1940 ve 50’li yıllarda Hooker Chemical adlı bir şirketin buraya gömmüş olduğu kimyasal atıkların üzerinde yaşadıklarının farkında değillerdi. Yıllar ilerledikçe, atıklar yüzeye yaklaşarak insanların mahzen ve arka bahçelerine ulaştı. Eski sakinler, birçok evin bodrumundaki kabarmış sızıntıları, patlayan kayaları ve mavi renkli yapışkan maddeyi hatırlıyor. Love Canal ismi, William Love’ın 19. yy’ın sonlarında burada bir hidroelektrik güç kaynağı yapılması tasarısının meyve vermemesi sonucu terk edilmesinden yadigar kalmış. Terk edilmiş bu yer, daha sonraları herkesten gizli olarak uygun bir şekilde atık çöplüğüne dönüştürüldü. Şehir yetkilileri bu toprakları tüm uyarıları göz ardı ederek 1 dolara satın aldı ve kentsel genişleme adına kullanılmak üzere konut yapımına başladılar. Bölgede sağlık sorunlarıyla hastanelere başvuran hasta sayısı şüpheli biçimde artmaya başladı. Sakinleri, büyük bir farkındalık savaşı vererek hem hükümetle hem de Hooker’la uğraştılar. Bilim insanları, atılan kimyasalların bodrumlara ve havaya sızdığını ve sakinlerin sağlıklı olmamasından sorumlu olduğunu tespit ettiler. Yoğunlaşan kamu farkındalığı sonrası bölgede acil durum ilan edilerek, sakinlerinin tazminatla tahliyesine karar verildi. 800’den fazla aile taşındı ve bu felaketle birlikte ABD Çevre Koruma Ajansı, 1980’de zehirli atıkların temizlenmesini amaçlayan Süper fon adlı yardım programını oluşturdu ve Hooker’ı ve Occidental Petroleum’ı 129 milyon dolara dava etti.
7. Pasific Gyre Çöp Alanı
Gezegenimizin herhangi bir yerindeki tek bir eylem, diğer yerleri de derinden etkiliyor. Okyanus akıntılarıyla oluşan bir girdapta buluşan ve gittikçe büyüyen, yüzen çöp adaları… Yüzde 90’ı plastik atıklardan oluşan bu çöp yığını probleminin nasıl çözüleceği konusu hala bir hayal kırıklığı… Diş fırçaları, çakmaklar, plastik torbalar, şişe kapakları, plastik su şişeleri ve köpüklü bardaklar gibi bozulmamış büyük parçalar potansiyel olarak filtrelenebilir ama suyu bir zar gibi kaplayan parçalanmış plastik parçacıklar filtreleme yöntemiyle ayıklanamayacak kadar ince. Bu çöp yığını okyanus yaşamı ve besin zinciri açısından büyük bir tehlike arz ediyor. Los Angeles Times’da yer alan bilgiye göre; Doğu Çöp Adası, Hawaii ve California arasında su üzeride yer alıyor ve bilim insanları boyutunun Teksas’ın 2 katı büyüklüğünde olduğunu ifade ediyorlar. Batı Çöp Adası, Japonya’nın doğusunu ve Hawaii’nin batısında yer alıyor. Kalınlığı yer yer 15 m’ye ulaşan, Atlantik ve Hint okyanuslarında da bulunan her bir dönen çöp kütlesi bir hayli büyük ve dünyanın dört bir yanından çöpleri toplamaya devam ediyor. 2006’da kurulan Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın verilerine göre; her bir millik alanda 46 bin irili ufaklı parça ya da bütün yüzen plastik çöp mevcut. Greenpeace’in verdiği rakamlara göre ise; her yıl dünyada 200 milyar ton plastik üretiliyor ve bunun yüzde 10’u okyanusa karışıyor. Karışan bu oranın yüzde 70’i okyanus dibine batıyor ve okyanus zeminindeki yaşama zarar veriyor.
8. Aral Gölü Çevre Felaketi
Özbekistan ve Kazakistan arasında bulunan Aral, bundan 60 sene önce Orta Asya’nın en büyük, dünyanın ise en büyük dördüncü gölüydü. Sovyet Rusya’nın 1960’lardan itibaren uyguladığı sulama projelerinin bir sonucu olarak, Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin sularının bölgedeki pamuk üretimi için suni sulama kanallarına yollanması ve ekili alanların devamlı genişletilmesi sonucu göle varamadan önce tüketilmesi Aral’ın yüzde 90 oranında kurumasına yol açtı. Bir zamanlar balıkların kaynadığı göl, bugün tuz ve kum fırtınalarına ev sahipliği yapan ve yüzlerce kilometrelik alanda insan ve hayvan hayatını tehdit eden “Aralkum” adındaki dünyanın en genç çölüne dönüştü. 1960′lı yıllarda göl havzasında 300′den fazla bitki, 35 kuş, 23 diğer hayvan türü bulunduğu kayıt altına alınmışken, Sovyetler’in pamuk üretimi, dev bir gölün kurumasına, balıklarla birlikte bölgede yürütülen balıkçılığın yok olmasına, yağmurların azalması ve yeşil alanların kuraklaşmasıyla birlikte iklimin değişmesine ve pek çok hayvan türünün de yok olmasına sebep oldu. Irmaklar ve göllerin, sanayi atıkları, arıtılmamış kanalizasyon atıkları ve tarım alanlarından gelen gübre sızıntılarıyla kirlenmesi ve çevrede ortaya çıkan zehirli çöl kumlarının rüzgar sayesinde taşınması, bölge halkında anemi, verem, hepatit, sıtma gibi hastalıkların ortaya çıkmasına neden oldu. Çıkan çevre felaketinden etkilenen Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, 1993’de bir araya gelerek sorunun birlikte çözümüne yönelik bir anlaşma imzaladı. Fakat, Dünya Bankası tarafından yapılan bir çalışma sonucu Aral Gölü’nün tümüyle kurtarılmasının yakın bir gelecekte mümkün olmayacağı tespit edildi. Gölün tümüyle dolması için 25 yıl boyunca yılda 75 milyar m3 suya ihtiyaç vardı. Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin yıllık toplam kapasitesinin yaklaşık 112 milyar m3 olduğu ve mevcut kullanımlarla bu suyun çok büyük bölümünün göle gitmeden çevrildiği düşünüldüğünde bunun gerçekçi olmadığı görüldü. Bu nedenle gölü kurtarma çalışmaları öncelikle ve şimdilik Kuzey Aral’ın yeniden kazanılmasına yoğunlaşmış durumda.
9. Kuveyt Petrol Yangınları
1991’de Körfez Savaşı’nın son günlerine yaklaşırken, yenileneceğini anlayan Saddam Hüseyin, askerlerinden Kuveyt’in petrol kuyularını ateşe vermesini istedi. 1991’in Ocak ile Şubat aylarında ateşe verilen yaklaşık 700 kuyudaki yangınların sonuncusu ancak Kasım 1991’de söndürülebildi. Petrol kuyularının çevresine döşenmiş mayınlar sebebiyle itfaiye ekipleri gönderilemediğinden yangınlar giderek kontrol edilemez bir hal aldı. 1,5 milyar dolara anlaşılan özel şirketlerin çabalarıyla yangınlar söndürülebildi. Yangınların sebep olduğu toprak ve hava kirliliğine, “Körfez Savaşı Sendromu” adı verildi. Basra Körfezi zehirli duman, is ve kül ile kaplandı. Hava kalitesindeki ciddi oranda düşüşle birlikte birçok Kuveytli’de solunum sorunları baş göstermeye başladı. Yağmurların simsiyah yağdığı bölgede 300 adet irili ufaklı petrolden göller oluştu. Durum öyle bir noktaya gelmişti ki, NASA, “Bölgedeki çöl kumu ve çakılıyla karışan petrolün katılaşarak Kuveyt’in neredeyse yüzde 5’ini kaplayan bir tabaka oluşturduğunu” belirtti. Petrol içeren sis içinde kalan tahıllar çürüdü, hayvanlar ise akciğerlerini kaplayan sıvı yüzünden telef oldu. Temizleme çalışmaları Kuveyt Bilimsel Araştırma Enstitüsü ile Arap Petrol Şirketi tarafından yürütüldü. Peter Hobbs ve Lawrence Radke’in 1992’de yaptığı araştırmaya göre; günlük elde edilen sülfür dioksit miktarı ABD’de elektrik hizmetlerinden elde edilen miktarın %57’si iken; karbondioksit miktarı dünya genelinin %2’siydi. Günlük çıkarılan kurum miktarı ise 3400 ton olarak tespit edildi. Oluşan petrol göllerinden etkilenen bitki örtüsü, 1995’ten itibaren eski haline dönmeye başladı. Kurutucu havanın da etkisiyle katılaşan göllerin üstü, zamanla çöldeki kum tabakalarıyla örtüldü.
10. BP Deepwater Horizon
20 Nisan 2010. Meksika Körfezi’ndeki Deepwater Horizon platformunda meydana gelen patlamada 11 işçi öldü; platformun çökmesinin ardından milyonlarca varil petrol denize karıştı. Kuyudan sızan petrol, ABD tarihindeki en büyük insan yapımı çevre felaketine yol açtı. BP’nin konu hakkındaki iç soruşturmayı tamamlanması beş ay sürdü. Ardından 8 Nisan 2010’da konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak dünyaya duyurdu. 193 sayfalık raporda, felakete tek bir faktörün yol açmadığı, bir dizi mekanik sorun ve insan hatasının yol açtığı; mühendislik açısından tasarımların ve operasyonel uygulamaların da sorunlarda payı olduğu belirtiliyor; bu raporunda yer alan tüm tespitleri kabul ettiğini ve verilecek tavsiyeleri dünyanın her yerindeki işletmelerinde hayata geçireceğini açıklıyordu. BP’nin raporu elbette tarafsız değildi. “Şirkete mümkün olduğunca az hata yüklemeye çalışılıyor” şeklinde yorumlansa da bugüne kadar şirketler bazında hazırlanmış en ayrıntılı ve titiz “şirket kriz değerlendirme raporu” olarak biliniyor. Sonuç bölümünde alınan derslerin de sıralandığı raporda patlama nedenine ilişkin sekiz ana bulgudan beşi, BP’den ziyade taşeronların sorumluluğu gibi gösteriliyor. Fakat bu durum BP’yi sorumluluktan kurtarmıyordu. Platformun sahibi olan Transocean şirketi, BP raporuna tepki gösterdi ve “BP’nin riskli bazı durumları ciddi biçimde artıracak şekilde maliyet düşürücü bir dizi tasarruf kararı aldığına” işaret etti. Meydana gelen kaza sonucu şimdiye kadar yaklaşık 5 milyon varil petrolün körfeze yayıldığı tahmin ediliyordu. Bunun sadece 800 bin varili gemiler ve özel ekipmanla toplanabilmişti. Bir bölümü yakılır ya da buharlaşırken, bir bölümü de doğal yollarla ya da kimyasal maddeler yardımıyla parçalanmıştı. BP, aralarında balıkçılar, çevre sakinleri ve temizleme görevlilerine ve temizleme işlemlerine toplamda 8 milyar dolar ödedi. Kazanın üzerinden 5 yıl geçtikten sonra gelinen noktada BP reklamlarda her şeyi düzelttiğini ve bölgede hiçbir kalıcı hasar olmadığını anlatırken, Deepwater Horizon Ulusal Kaynak Zararı Değerlendirmesi (NRDA), yunusların ölüm oranlardaki artıştan, sahile vuran ölü pelikanlara, insanlardaki hastalık şikayetlerindeki artışa kadar tüm bunları yalanlayacak bilgiler veriyor. “Henüz sızıntının tüm etkilerini değerlendirebilmek bile mümkün değilken, BP’nin sızıntının tüm etkilerinin telafi edildiğini iddia etmesi gerçekten uygunsuzdur” ifadeleri yer alıyor NRDA’nın yaptığı açıklamada. 2016’ya gelindiğinde ise durum; ABD’li bir federal mahkemenin, BP’ye verilen 20 milyar dolarlık tazminat davasını onaylamış olmasından ibaret.
Yararlanılan Kaynaklar:
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23