Son yıllarda kişisel gelişim alanlarına artan ilgi, bazı konuların da anlaşılması gerekliliğini doğuruyor. Duyguları paylaşmak özellikle modern toplumlarda bir zorunluluk haline gelirken, duyguların paylaşılması pratiğinde insan iletişimini iyileştirmek yerine kopma noktasına getiren bazı gerçekler açığa çıkıyor. Duyguları paylaşırken iletişimi ve ilişkileri kötüleştiren ve yıkıcı etkileri olan doğru bilinen yanlışları sizler için mercek altına aldım.
1. “Hisler ve duygular eş anlamlıdır”
‘Duyguları paylaşmayı, diğer iletişim türlerinden ayırt etmek kolaydır’ düşüncesi doğru bilinen yanlışlar içinde en yaygınıdır. Psikologlar, hisler ve duygular arasındaki farkı sürekli olarak tartışırlar. Günlük yaşamda bu ayrım son derece bulanık hale gelir. Bazı psikologlar, duyguları, yorumlanmamış duyumlar olarak kabul eder. Bu yüzden his ve duygu kavramını birbirinden ayırır. Bu ayrım aslında oldukça önemli ve hatta gereklidir.
Duygular, örneğin çeşitli türden acı ve zevk gibi duyumları içerir. Öfke veya şükran zaten yorumlama yoluyla oluşur. Bu ölçütlere göre öfke ve şükran gibi duyumlar esasen hislere daha yakındır. Bu ayrımı anlamak için, balık tutarken, bir balığın oltaya takıldığında ne deneyimlediği ile balık tutan o anki sizin ne deneyimlediğiniz arasındaki farkı düşünün. Duygularını yorumlayabilecek bir dile sahip olmayan balıkların, sizin yaşayacağınız duygusal değişimlerden geçmesi muhtemel değildir.
Yani bir balık “Bu lanet balıkçı beni yakaladı! Ondan nefret ediyorum. Beni yakalamaktan neden zevk alıyor? Bu çok büyük bir haksızlık! Bu benim sonum. Çok yakında ölürüm. Şimdi çocuğuma ne olacak?” gibi düşüncelere kapılmaz.
Bir dile sahip olduğumuz için, biz insanoğlunun, duyumlardan dile dayalı duygusal yorumlara geçiş yapmaktan kaçınmamız zordur. Yine de ‘duyguları paylaşmak’, bu sözde başarılı kişiler arası iletişim sırrı olarak adlandırdığımız şeydir. Buna ‘duyguları paylaşmak’ demiyoruz. Bu doğru bilinen yanlışların hepsi için, duyum ve duygusal yorum arasındaki bulanıklığın devam ettiği günlük konuşmalarda olduğu gibi ‘duygu’ kavramını kullanacağım.
2. “Duyguları paylaşmak kimseyi suçlamadığınız anlamına gelir”
‘Ben dili her zaman çok nettir, çünkü yalnızca duygularınız hakkında konuşuyorsanız kimseyi suçlamazsınız’ düşüncesi kulağa doğru gibi gelse de aslında yanlıştır. Yine, ben dili yorumlamaya bağlı olduğu ölçüde suçlayıcı olabilir. Birisi, eşine hayal kırıklığına uğradığını, cesaretinin kırıldığını, tatmin olmadığını ya da yorulduğunu hissettiğini söylediğinde yani bu ‘ifade edilen duyguda’ aslında örtük bir suçlama vardır. Aslında sadece kendimi ifade ediyorum gibi cümleler, ilişkilerdeki güveni değil güvensizliği arttırır.
Esasen duyguları yorumladığımızda ama aynı zamanda objektif olduğumuzu söylediğimizde bu karşı tarafı rahatsız eder. Bu durum, onlarda bilinçsiz bir savunma mekanizması gelişmesine neden olur. Açık bir biçimde saldırıya uğramak tehdit edici olabilir. Fakat kesinlikle saldırmadığına inanan biri tarafından saldırıya uğramak çok daha tehdit edicidir.
3. “Duyguları paylaşmak karşıdaki kişiyi incitmez”
Aslında ‘niyetinizi ilan etmek, duygularınızı paylaşmaktır’ düşüncesi doğru bilinen yanlışlardan birisidir. “Seni incitmek istemedim” veya “Niyetim iyiydi” gibi ifadeler kesinlikle duyguları paylaşmak değildir. Bu ifadeler daha ziyade, duygusallıktan tamamen uzak objektif bir gözlemci olduğunuzu düşündüğünüzü gösterir. Kendinizi tarafsız bir otoriteymiş gibi yorumlamak yanlış bir iddiadır. Niyetimizi ilan etmenin neye yol açtığını düşünün.
Kendimize “Onları incitmek mi istedim?” diye sorabiliriz ve sonra niyetlerimizi zahmetli bir şekilde araştırıp, onlara zarar verme niyetinde olmadığımıza dair hızlı ve çabuk bir sonuca varırız. Bu, niyetinizin gerçekten tamamı mıdır? Niyetlerimizin envanterini çıkarabilir miyiz? İnsanları rahatlattığımızı iddia etmeli miyiz? Ayrıca, asıl mesele burada birini incitmek de değildir. Aslında insanların birini incitmek gibi doğrudan bir niyetleri yoktur ve yine de yapmaya çalıştıkları başka bir şeyin yan etkisi olarak onları incitmeyi göze alırlar. Birine “Seni incitmek istememiştim” demek, sizin istediğinizi elde etmek için onları incitme riskini göze almayacağınız anlamına gelmez. Yani asıl niyetiniz olmasa da amaçlarınıza ulaşmak için, birini incitme potansiyeliniz vardır.
4. “Duygularınızı tam kontrol etmeniz mümkündür”
Duygularınız üzerindeki tüm kontrol sizdedir, düşüncesi doğru bilinen bir yanlıştır. İnsanlar “Bana nasıl hissettiğimi söyleme!” diyecekler. Ama gerçekten, herkes ne hissettiğini her zaman biliyor mu? Her birimizin duygularımızla içten ve doğrudan bir bağlantısı var ancak her birimiz onları nasıl yorumladığımız konusunda çok önyargılı olabiliriz.
Bazen ne hissettiğimizi kabul etmek istemeyiz. Örneğin, üzüntümüzü öfkeye çevirmek ya da tam tersi bize hizmet eder. Ne hissettiğimizi kontrol edememek, diğer kişilerin bu konuda otorite olduğu anlamına gelmez. Kimse ne hissettiğine dair tam bir otorite değildir. Biz ve diğer insanların ne hissettiğine dair yorumlar yapmaya her birimizin hakkı var.
Diğerleri, psikolojik olarak, ne hissettiğinizle ilgili son söz yetkisi onlardaymış zannedebilir ya da siz, ne hissettiğinizle ilgili son söz yetkisinin kendinizde olduğunu iddia edebilirsiniz. Fakat değildir. “Bana nasıl hissettiğimi söyleme” ifadesi bu gerçeği reddetmek anlamına gelir. Bu ifade, diğer insanların, duygularınızı yorumlamalarını engellemenize dair bir girişim olarak görülür.
5. “Duygular makul olmalıdır”
‘Bir şeyi hissetmek maakul değilse, onu hissetmezsiniz’ düşüncesi bir başka yanlıştır. “Neden bu şekilde hissedeyim ki!” ifadesi, insanların hissettiklerimizle ilgili yorum yapmasına engel olmak için yararlı bir retorik araç olabilir ama bunun ötesinde, saçmalıktır. Bu önerme, duyguların her zaman mantıklı olduğunu ve makul olduğunu savunur fakat belli ki değildir. Birinin mantıksız olduğu için bir şey hissedemediğini iddia etmek, dikkatleri duygulardan uzak, tarafsız bir rasyonelliğe kaydırmaktır. Bu durum, ikna etmeye çalıştığınız kişilerde, bilinçsiz bir farkındalık uyandıracak ve farkındalığı arttıracaktır.
6. “Aynı anda zıt duygulara sahip olmak mümkün değildir”
“Bak, sadece senin için sevgim var” ifadesi, bir başka tehlike işaretidir. Tehlike işareti olan şey, sadece kelimesidir. Bu kelime, diğer tüm olasılıkları görmezden gelmek demektir. Hayır, insanlar genellikle kararsızdır.
Klişe bir şekilde söylemek gerekirse, “sevgi ve nefret arasında ince bir çizgi vardır.” Ama bu çizgi o kadar incedir ki, diğer birçok karşıt kutup gibi sevgi ve nefret aynı anda hissedilebilir. Bir kişi, eş zamanlı olarak onu boğduğunuz ve rahatsız ettiğiniz, ona fazla ilgi göstermediğiniz gerekçesiyle size kızabilir. Yani yalnızca hissetmekten çok daha karmaşık durumdayız. Hislerimizde neyin makul olduğunu bile bilmiyoruz.
7. “Duyguları paylaşmak, her zaman etkileşimin en iyi yoludur”
“Sadece duygularımı paylaşıyorum” ifadesi bazı çevrelerde konuşma lisansı oldu. Bu doğru bilinen yanlışların gösterdiği gibi, her şey o kadar basit değil… Duyguları paylaşmanın bir yeri vardır, ancak her yerde paylaşılmaz. Fakat yalnızca dürüst olmak düsturu her zaman en iyisidir ve her yerde kullanılmalıdır.
8. “Sağlıklı bir ilişkide partnerinizin ne hissettiğini duymaya daima açık olmalısınız”
Söylenecek ve söylenmeyecek şeyler listesi, tüm ilişkilerde ve özellikle de yakın ilişkilerde sert birer önyargıdır. Partnerimize karşı tamamen dürüst olmamız çok önemlidir. Çünkü dürüst olmamanın olumsuz sonuçları yıllarca acıya sebep olmuştur. Ancak, eşit ölçüde, dürüst olmamanın olumsuz sonuçları yıllar boyunca acı çekmesine neden olabileceğinden, partnerimize karşı dürüst olmamamız gerekir.
Son yıllarda, birçok kişi duyguları paylaşmanın, ilişkileri daha derin bir uyum ve samimiyete taşıyabileceğini varsayıyor. Bunun hepimiz için iyi olacağını düşündük. Ama bunun gerçekten nasıl yapıldığıyla pek ilgilenmedik. Bazen duyguları paylaşma sözü, karışıklık yaratacak bir sorunlar silsilesine yol açar. Bazen duyguları paylaşmak, aynı eski yaraların kanamasına neden olur. Duyguların paylaşılması, ilişkilerin giderek daha hassas hale gelmesi ve mükemmel ilişki idealine ulaşmak için birbirini zorlamaya neden olabilir. Bazen çiftler, uyuyan yılanı uyandırmamanın daha iyi olduğunu keşfeder.
9. “Duyguları paylaşmak eşler arasında daha iyi bir uyum yaratmıyorsa ayrılmak gerekir”
İlişkiler de iki tarafında ödün vermemesi gereken meseleler olacaktır. Daha iyi bir uyum yaratamasalar da yine de birlikte olmaya değerdir. Bazı çiftler, partnerlerinin farklı olmasını istediklerini bir ritüel haline getirir. Bu istekler listesi zamanla bir rutine dönüşür. Hayal kırıklığına uğramış hissettiklerini sürekli paylaşırlar.
Bunu yapmaktan asla vazgeçmezler. Belki de zaman zaman ilişkilerinin daha fazla gelişmeyeceğini ve duygularını paylaşmanın hiçbir faydası olmadığını hatırlatmak gerekir. Karşı taraf, duygularını paylaşmadan farklılıkları kabul etmeyi öğrenir. Her iki strateji de işe yarayabilir ya da işe yaramaz.
10. “Duyguları paylaşmak olumludur yani diğer kişilerin paylaştığınız şeyler hakkında olumsuz duyguları olmamalıdır”
“Duyguları paylaşmak” biraz özgür konuşma gibidir. Duyguları paylaşmanın olumlu, fakat siz duygularınızı paylaştığınızda karşı tarafın olumsuz duygular hissetmesi, tek yönlü yollar gibi yanlış yorumlanıyor. Siz duygularınızı paylaştığınızda karşı tarafın sessiz kalmasını bekleyemezsiniz.
Duygularınızı paylaşırsanız, karşı taraf da hissettiğiniz şey hakkındaki duygularını paylaşır. Onları engellemeye çalışsanız da, size cevap vereceklerdir. Temel olarak, siz, duygularınıza karşı ne hissettiğini saklamalarını istiyorsunuz.
11. “Duygularınızı paylaşmak istediğiniz sürece her zaman paylaşabilmelisiniz”
Duyumların duygularla ve yorumlarla karıştırılma eğilimi göz önüne alındığında, paylaşım kolayca bir ikna etme, kaçma, baskı yapma, suçluluk uyandırma veya kurban rolü oynama eylemi haline gelebilir. Buna ne kadar uzun süre yapmaya devam ederseniz, duygularınızı paylaşma yerine ikna etmeye o kadar çok eğilimlisiniz demektir. Duygu paylaşımı kisvesine bürünmüş ikna, kısa vadede işe yarayabilir ancak uzun vadede, partnerinizin sizinle duygularını paylaşmak istediğinde, sizin buna isteksiz olmanız, partnerinizde bilinçsiz bir farkındalık yaratır.
12. “Duyguları paylaşmak güvende hissettirmeli eğer böyle hissetmiyorsanız hata sizdedir”
Kendimizi ifade etmek konusunda ne kadar duyarlı ya da yetenekli olursak olalım, duyguları paylaşmak her zaman güvenli hissettirmez. İnsan iletişiminde psikolojik analiz yapmanın rolünü düşünün. Psikolojik analiz, hiçbir zaman karşı tarafı güvende hissettirmez.
Birçoğumuz, insanlar hakkında psikolojik analiz yapmaktan zevk duyarız. Başka insanların önyargılarından bahsederek sık sık insanlarla bağ kurarız. Ancak, ne zamanki bunları konuştuğumuz insanın psikolojik analizini yapmaya kalkarız işte o zaman işler riskli hale gelir.
Bizler, kendi önyargılarımız ve çarpıtmalarımız ile yüzleşmekten hoşlanmıyoruz. Tarafsız bir hakem gibi görülmeyi tercih ediyoruz. Potansiyel önyargılarımızla yüzleşmek, korkutucu geliyor. Yine de, birisiyle konuşurken, bu sohbetin içinde standartlarınızla uyuşmayan bir düşünce biçimini fark ettiğinizde, bunu neden söylediğine değil ne söylediğine odaklanacaksınız. Peki, onların muhtemel önyargıları hakkındaki düşüncelerinizi paylaşmalı mısınız? Onların önyargılarının nedenini merak etmek ve psikolojik analiz yapmak, onların kendilerini güvende hissetmemelerine neden olacaktır.
Duyguları paylaşmak, repertuarınızda bulundurmak için yararlı bir beceridir ancak her derde deva değildir.