Dünya’nın iklim ve hava şartlarında yaşanan uzun vadeli değişikliklere iklim değişikliği denir. Bilim insanlarının, insan faaliyetlerinin tüm gezegenimizin iklimini değiştirebileceği konusunda bizleri ikna etmek için neredeyse bir yüzyıl boyunca araştırma yapmaları ve veri toplamaları gerekti. 1800’lerde, insan tarafından üretilen karbondioksitin (CO2) ve diğer gazların atmosferde toplanıp Dünya’yı izole edebileceğini öne süren deneyler endişeden çok merakla karşılandı. 1950’lerin sonlarında, CO2 okumaları küresel ısınma teorisini doğrulayan ilk verilerin bazılarını sunacaktı. Sonunda, iklim modellemesiyle birlikte bol miktarda veri, yalnızca küresel ısınmanın gerçek olduğunu değil, aynı zamanda bir dizi korkunç sonuca da yol açtığını gösterecekti.
Geçmişte insan faaliyetlerinin küresel iklim değişikliği konusunda etkili olabileceğini gösteren olaylar yaşandı
Eski Yunanlılara kadar birçok insan, insanların ağaçları keserek, tarlaları sürerek veya bir çölü sulayarak sıcaklıkları değiştirebileceğini ve yağmuru etkileyebileceğini öne sürmüştü.
1930’lu yıllara kadar insanlar farklı düşüncelere inanıyorlardı. İnsanlar yağmurun sabanı takip ettiğini düşünüyorlardı. Ancak 1930’larda yaşanan “Dust Bowl”, bu fikirlerin değişmesine neden oldu. Doğru veya yanlış olmasının yanı sıra, iklim etkileri sadece yerel olduğu düşüncesi vardı. İnsanların iklimi küresel ölçekte değiştirebileceği fikri, çok uzun yıllar boyunca uçuk bir fikir olarak görülecekti.
NASA Araştırması Küresel Kuraklık Üzerindeki İnsan Etkisinin 100 Yıl Öncesine Dayandığını Gösteriyor
Sera etkisi nedir?
1820’lerde Fransız matematikçi ve fizikçi Joseph Fourier, gezegene güneş ışığı olarak ulaşan enerjinin, ısıtılmış yüzeyler radyasyon yaydığı için uzaya dönen enerjiyle dengelenmesi gerektiğini öne sürdü. Ancak, bu enerjinin bir kısmının atmosferde tutulup uzaya geri dönmemesi ve Dünya’yı sıcak tutması gerektiğini düşünüyordu. Ayrıca atmosferi bir cam seraya benzetiyordu. Ona göre enerji cam duvarlardan girdikten sonra tıpkı sıcak bir serada olduğu gibi içeride hapsoluyordu.
Uzmanlar, o zamandan beri sera benzetmesinin sadece basit bir anlatım olduğuna dikkat çekiyorlar. Çünkü atmosfer, giden kızılötesi radyasyonları tam olarak tutamıyor. Aksine bunlar soğuruluyor. Ne kadar çok sera gazı varsa, Dünya’nın atmosferinde o kadar fazla enerji tutulur.
Araştırmacılar, sera gazlarının Dünya üzerindeki etkisi hakkında uzun araştırmalar yaptı
Ancak sözde sera etkisi benzetmesi çıkmaza girdi. Yaklaşık 40 yıl sonra İrlandalı bilim adamı John Tyndall, güneş ışığını emme konusunda en çok hangi tür gazların rol oynayabileceğini tam olarak keşfetmeye başlayacaktı. Tyndall’ın 1860’lardaki laboratuvar testleri, kömür gazının özellikle enerjiyi emme konusunda etkili olduğunu gösterdi. CO2’nin tek başına güneş ışığının birden çok dalga boyunu absorbe edebilmesi için sünger gibi davrandığını buldu.
1895’te İsveçli kimyager Svante Arrhenius, atmosferdeki azalan CO2 seviyelerinin Dünya’yı nasıl soğutabileceğini merak etti. Geçmiş buz çağlarını açıklamak için volkanik aktivitelerdeki azalmanın küresel CO2 seviyelerini düşürüp düşürmeyeceğini araştırdı. Hesaplamaları, CO2 seviyeleri yarıya indirilirse, küresel sıcaklıkların yaklaşık 5 santigrat derece düşebileceğini gösterdi.
Sonra Arrhenius bunun tersinin doğru olup olmadığını merak etti. Arrhenius hesaplamalarına geri döndü ve bu sefer CO2 seviyeleri iki katına çıkarılırsa ne olacağını araştırdı. O zamanlar bunun mümkün olma olasılığının çok düşük olduğunu düşündüler. Ancak ortaya çıkan sonuçlar küresel sıcaklıkların aynı miktarda artacağını gösterdi.
On yıllar sonra, modern iklim modellemesi Arrhenius’un rakamlarının çok yakın olduğunu doğruladı.
İnsan faaliyetleri arttıkça iklim değişikliği yaşanmaya başladı. İnsan faaliyetleri Dünya’yı her geçen gün daha da sıcak yapıyordu
1890’lı yıllarda gezegeni ısıtma fikri herkes için uzak bir kavramdı. Ancak pek çok insan bu fikri memnuniyetle karşıladı. Arrehenius’un yazdığı gibi: “Atmosferdeki artan karbonik asit [CO2] yüzdesinin etkisiyle, özellikle Dünya’nın soğuk bölgelerinde daha eşit ve daha iyi iklimlerde yaşamayı umabiliriz.”
1930’lara gelindiğinde bir bilim adamı, karbon emisyonlarının halihazırda bir ısınma etkisine sahip olabileceğini iddia etmeye başlayacaktı. İngiliz mühendis Guy Stewart Callendar, Amerika Birleşik Devletleri ve Kuzey Atlantik bölgesinin Sanayi Devrimi’nin hemen ardından önemli ölçüde ısındığını belirtti.
Callendar’ın hesaplamaları, Dünya atmosferindeki CO2’nin ikiye katlanmasının Dünya’yı 2° C kadar ısıtabileceğini öne sürdü. Callendar, 1960’lara kadar gezegende sera etkisi yaratan bir ısınmanın sürmekte olduğunu tartışmaya devam edecekti.
Callendar’ın iddiaları büyük ölçüde şüpheyle karşılandı. Ancak iklim değişikliği ve küresel ısınma konusuna dikkat çekmeyi başardı. Böylece bazı hükümetler iklim değişikliği konusunu dikkate aldılar ve bazı projeleri finanse etmeye başladılar.
Keeling Eğrisi
Bu araştırma projeleri arasında en ünlüsü, 1958’de Scripps Oşinografi Enstitüsü tarafından Hawaii’deki Mauna Loa Gözlemevi’nin üzerine kurulan bir izleme istasyonuydu. Scripps jeokimyacısı Charles Keeling, CO2 seviyelerini kaydetmenin bir yolunu belirlemede ve Pasifik Okyanusu’nun merkezinde bulunan gözlemevi için fon sağlamada etkili oldu.
Gözlemevinden elde edilen veriler, “Keeling Eğrisi” olarak bilinen şeyi ortaya çıkardı. Testere dişi şeklindeki eğri, Kuzey Yarımküre’nin tekrar tekrar kış mevsimini yaşaması ve yeşillendirilmesiyle üretilen gazın yukarı ve aşağı seviyeleriyle birlikte CO2 seviyelerinde sabit bir artış gösterdi.
1960’larda gelişmiş bilgisayar modellemesi, Keeling Eğrisi ile ortaya çıkan CO2 seviyelerindeki artışın olası sonuçlarını tahmin etmeye başladı. Bilgisayar modellemeleri tutarlı bir şekilde, CO2’nin iki katına çıkmasının, önümüzdeki yüzyılda 2 derecelik bir ısınma üretebileceğini gösterdi. O zamanlar modellemeler başlangıç niteliğinde ve 100 yıl çok uzun bir süreydi.
1970’lerin büyük korkusu: Soğuyan bir Dünya
1970’lerin başlarında farklı türde bir iklim değişikliği endişesi ortaya çıktı. Bu endişeye küresel soğuma dendi. Bu yıllarda daha fazla insan atmosfer kirliliğini önemsiyordu. Bu nedenle bilim adamları daha fazla araştırma yapmaya başladılar. Araştırmaları sonucunda kirliliğin güneş ışınlarını engelleyebileceği ve dünyayı soğutabileceği teorisini ortaya attılar.
Savaşlardaki patlamalar güneş ışığını gezegenden uzaklaştıran aerosol kirleticileri ortaya çıkardı. Bu da Dünya’nın 1940-1970 yılları arasında soğumasına neden oldu. Güneş ışığını bloke eden kirletici maddelerin Dünya’yı soğutabileceği fikri, “Başka Bir Buz Devri mi?” isimli makale ile 1974 yılındaki Time dergisinde yayınlandı.
Ancak kısa soğuma dönemi sona erdi ve sıcaklıklar artmaya başladı. Hal böyle olunca bilim adamlarının iklim değişikliği konusundaki uyarıları azaldı.
1988 yılında küresel ısınma gerçekleşmeye başladı
1980’lerin başlarında küresel sıcaklıklarda keskin bir artış oldu. Pek çok uzman, küresel ısınma konusunda 1988 yılının kritik bir dönüm noktası olduğunu söylüyor. 1988 yazı kaydedilen en sıcak dönemdi. Ayrıca, 1988’de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın bir kuraklık ve orman yangınları oldu.
İklim değişikliği konusunda alarm veren bilim adamları, medyanın ve halkın daha yakından ilgilendiğini görmeye başladı. NASA bilim adamı James Hansen, 1988’in Haziran ayında kongrede konuştu ve modeller sundu. Ayrıca küresel ısınma olayının yaşanacağından %99 emin olduğunu söyledi.
Dünya’nın En Büyük Sorunu Küresel Isınmayı Anlamamızı Gerektiren 16 Madde
Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)
Aradan 1 yıl geçtikten sonra 1989’da, Birleşmiş Milletler altında iklim değişikliği ve bunun siyasi ve ekonomik etkileri hakkında bilimsel bir bakış açısı sağlamak için Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kuruldu.
Küresel ısınma gerçek bir fenomen olarak geçerliliğini kazandıkça, araştırmacılar ısınma ikliminin olası sonuçlarını araştırdılar. Tahminler arasında şiddetli ısı dalgaları, kuraklıklar ve yükselen deniz yüzeyi sıcaklıklarından beslenen daha güçlü kasırga uyarıları vardı. Diğer araştırmalar, kutuplardaki büyük buzullar eridikçe, deniz seviyelerinin 2100 yılına kadar 28 ila 98 santimetre arasında yükselebileceğini öngördü. Bu yükselme, Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu kıyısındaki birçok şehri batırmaya yeterdi.
Kyoto Protokolü
Hükûmet liderleri, tahmin edilen en korkunç sonuçları önlemek için sera gazı emisyonlarının çıkışını denemek ve durdurmak için tartışmalar başlattı. Sera gazlarını azaltmaya yönelik ilk küresel anlaşma olan Kyoto Protokolü 1997’de kabul edildi. Başkan Bill Clinton tarafından imzalanan protokol, 41 ülke artı Avrupa Birliği’ndeki altı sera gazı emisyonunun 2008 ile 2012 arasındaki hedef dönemde 1990 seviyelerinin %5,2 altına düşürülmesini hedefliyordu.
George W. Bush başkan olduktan kısa bir süre sonra Mart 2001’de protokolün çok kusurlu olduğunu belirtti. Daha sonra bu anlaşmanın Amerikan ekonomisine zarar verdiğini neden göstererek, ABD’nın Kyoto Protokolü’nü uygulamayacağını söyledi.
Uygunsuz Gerçek (An Inconvenient Truth) belgeseli
Aynı yıl IPCC, son buzul çağının sonundan bu yana eşi benzeri görülmemiş küresel ısınmanın “çok muhtemel” olduğunu ve gelecekte çok büyük zararlara yol açacağını söyleyerek iklim değişikliği ile ilgili üçüncü raporunu yayınladı. Beş yıl sonra 2006’da, eski başkan yardımcısı ve başkan adayı Al Gore, An Inconvenient Truth adlı belgeseliyle küresel ısınmanın tehlikelerine dikkat çekti. Gore, iklim değişikliği adına yaptığı çalışmalardan dolayı 2007’de Nobel Barış Ödülü’nü kazandı.
Diğer yandan şüphe duyan kişiler Gore’u eleştiri yağmuruna tuttular. Ayrıca küresel ısınmanın çok abartıldığını söylediler.
Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar arasında gelecekteki ABD başkanı Donald Trump da vardı. Trump 6 Kasım 2012’de attığı tweet’te şöyle yazdı: “Küresel ısınma kavramı, ABD imalatını rekabet dışı kılmak için Çinliler tarafından yaratıldı.”
Paris İklim Anlaşması
ABD, 2015’te Obama yönetiminde iklim değişikliğiyle ilgili başka bir kilometre taşı olan Paris İklim Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşmada 197 ülke kendi sera gazı kesintileri için hedefler belirleme ve ilerlemelerini bildirme sözü verdi. Paris İklim Anlaşması’nın omurgası, küresel sıcaklık artışının 2 derece olmasını engellemeye yönelik bir deklarasyondu. Birçok uzman, 2 derecelik ısınmanın kritik bir sınır olduğunu düşündü. Bu sınır aşılırsa, daha ölümcül ısı dalgaları, kuraklıklar ve fırtınalar yaşanmasının riski artacaktı.
Donald Trump başkan olduktan sonra ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekileceğini açıkladı. Başkan Trump anlaşmanın ağır kısıtlamalar getirdiğini düşünmekteydi. Bu nedenle “Amerika Birleşik Devletleri’ni cezalandıran bir anlaşmayı vicdanen destekleyemeyeceğini” belirtti.
Aynı yıl NASA ve Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA) tarafından yapılan bağımsız analizler, Dünya’nın 2016 yılındaki yüzey sıcaklıklarının 1880’den bu yana en sıcak seviyede olduğunu ortaya çıkardı. Ekim 2018’de, BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli bir rapor yayınladı. Bu rapora göre küresel ısınmayı 1,5 santigrat ile sınırlamak çok önemliydi. Çünkü gezegen için geri dönüşü olmayan sonuçları engellemek adına hızlı eylemlere ihtiyaç vardı.
Greta Thunberg ve iklim değişikliği grevleri
Ağustos 2018’de İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg, İsveç Parlamentosu önünde “İklim İçin Okul Grevi” tabelasıyla protesto yapmaya başladı. Küresel ısınma konusunda farkındalık yaratma protestosu aniden popüler oldu. Kasım 2018’de, 24 ülkede 17.000’den fazla öğrenci iklim grevlerine katıldı. 2019’da Thunberg, Nobel Barış Ödülü’ne aday oldu. Ağustos 2019’da New York’ta Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ne katıldı. Ancak New York’a uçakla değil, tekneyle gitmeyi tercih etti. Çünkü uçakların doğaya sera gazı yaydığına dikkat çekmek istiyordu. Bu tercihi ile herkesin takdirini kazanmayı başardı.
Birleşmiş Milletler İklim Eylemi Zirvesi, “1,5 ℃ değerinin bu yüzyılın sonuna kadar küresel ısınmanın sosyal, ekonomik, politik ve bilimsel olarak güvenli sınırı olduğunu” vurguladı. Ayrıca net sıfır emisyona ulaşmak için 2050 yılını son tarih olarak belirledi.
Kaynak: 1