Hâlid Ziyâ Uşaklıgil, –evet, şapkalı a’lar havada uçuşuyor ama adamın isminin orijinali böyle aslında; genelde yanlış yazılıp okunuyor efenim; neyse konumuza dönelim- birçok insanın özellikle son dönemlerde Aşk-ı Memnu’dan tanıdığı veya sıkça duyduğu bir isim hâlini aldı. Kitabın satışları, televizyon dizisine uyarlanmasından sonra 1261110133 kat arttı falan; hepimiz biliyoruz. Fakat Hâlid Ziyâ Uşaklıgil’in edebî yönünün ötesinde ve romanlarının alt yapısında hepimizi şaşkına uğratacak birçok iddia yatıyor. Edebiyatımıza katkıları yadsınamayacak derecede büyük olan Hâlid Ziyâ’nın yaşamına biraz farklı pencereden bakarak genel hayat çerçevesini anlattığımız bu yazıda keyifli okumalar dileriz.
İlginizi Çekebilir: Halit Ziya Uşaklıgil Eserleri
1. Hâlid Ziyâ Uşaklıgil, Uşaklıdır
“Bahsedeceksin bir yığın şiir, lakin asıl şiir kadınlardır.” (Hâlid Ziyâ Uşaklıgil)
Soyadında her ne kadar “Uşak” geçse de, bunun sebebinin memleketi olduğunu bizler gibi siz de düşünmemişsinizdir sanıyoruz. Hâlid Ziyâ, “Uşşâkizadeler” adlı, halı ticaretiyle uğraşan bir aileye mensuptu, ama kendisi İstanbul’da doğdu. Zaten romanlarını okuyanlar bilir, hep İstanbul’u anlatır. Hatta Uşak’tan bahsetmemiş olması Uşaklı halkını kızdırmakla beraber, yine de Uşak’ta adına yaptırılan birçok yer bulunur Hâlid Ziyâ’nın.
2. Küçükken Ermeni Katolik rahiplerinin çocuklarıyla yatılı bir okulda okuduğu sırada, Fransız edebiyatını, üzerine kitap yazacak kadar tanımıştı
“Çocuklukta hep böyle değil midir? Hatıralar hava ve zaman tesiriyle yıpranmış, delik deşik olmuş bir sahife şeklinde kalır.” (Mai ve Siyah)
93 Harbi’nin başlaması ile Hâlid Ziyâ’nın ailesinin işleri bozulunca, İzmir’e yerleştiler. Hâlid Ziyâ burada yatılı okurken, Fransız çevirileri yapmaya başladı ve ilk yazılarını yazdı. Hatta bazı yazıları / şiirleri, “Mehmed Hâlid Ziyaeddin” ismiyle dergilerde yayımlandı. Fransız edebiyatı üzerine yazdığı kitap, onun ilk kitabı olmakla beraber, aynı zamanda Türkiye’de bu konuda yayımlanmış olan ilk kitap oldu.
3. Hariciyeye kabul edilmeyince öğretmenlik ve bankacılık yolunu tuttu
“İnsanlar tuhaftır. Kötü bir şey yapmakta olduklarını sezinleyecek olurlarsa kesinlikle ilk önce vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar. Kötü işler sahibi olanlara sorunuz; hepsinde kendi kendilerine bulunup uydurulmuş ve özenle pekiştirilmiş sebeplere rastlarsınız.” (Mai ve Siyah)
Öğretmenlik falan tamam da, bir edebiyatçının bankacılık yapması fikri biraz uzak gözükse de, bir Osmanlı Bankası çalışanıydı Hâlid Ziyâ. Ayrıca İzmir’de Fransızca ve Türk edebiyatı dersleri veren bir öğretmendi. Hatta Tevfik Fikret’in öğretmenliğini de yapmıştı.
4. “Sefile” adlı romanı ahlaka aykırı bulunduğundan o dönem kitaplaşamadı
“Dert ve felaket insanları en çok umuda sarıldıkları zamanda hırpalamaktan zevk alır.” (Mai ve Siyah)
Müslüman bir genç kızın aşkı yüzünden fuhuşa sürüklenişinin anlatıldığı romanda, başkarakter, kadın hakları konusunda oldukça cüretkâr söz ve davranışlara sahipti. Daha sonraları yazdığı Aşk-ı Memnu romanı da bu tarz –ahlaka aykırı şeklinde- eleştiriler alacak olsa da, onda kitaplaşamama gibi bir problemle karşılaşmayacaktı.
5. 6 çocuğundan 4’ü vefat eden Hâlid Ziyâ, bazı kitaplarını çocuklarına yazdı
“1937 yılının son ayının on dokuzuncu günü, işte Vedad Uşaklıgil’den karanlık rüyalar dışında artık hiçbir iz kalmamıştır.” (Selim İleri / Kırık Deniz Kabukları)
Memnune Hanım ile Hâlid Ziyâ’nın 3 çocuğu –Vedide, Sadun, Güzin- ufak yaşlarda ölmüşken, oğlu Vedad ise 33 yaşında vefat etmişti. Hâlid Ziya, Sadun için “Kırık Oyuncak”, Güzin için “Kırık Hayatlar” ve Vedad için “Bir Acı Hikâye” kitaplarını yazdı.
6. Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın amcasıydı ve yeğeniyle evlendiği için Atatürk’e üzülmüştü
“İnsan keder ve sevinç zamanlarında yüreğinin katlanabileceğinden fazlasını, başka bir yürekle paylaşmak ister.” (Mai ve Siyah)
Onaylamama sebebini bilmiyor oluşumuzla beraber; Hâlid Ziyâ aile içerisindeyken, bu evlilik yüzünden Atatürk için üzüldüğünü dile getirmiş; hatta oğluna yazdığı mektupta da bu düşüncesini tekrar etmişti. Ama “Paşam” dediği Atatürk, ailelerine damat olduğu için de mutluydu elbet.
7. Vedad gerçekten intihar mı etti, yoksa Atatürk’ün Latife Hanım’la evliliğiyle bağlantılı olarak öldürüldü mü?
Resmî kaynaklar ve genel bilgi, intihar ettiği yönünde. Arnavutluk’ta askerken Ankara’ya geri çağrılmasının sonucunda dönmek istemediği için bir odaya kapanıp şu mektubu yazıp intihar ettiği söylenir:
“Anacığım, acıma sevin, korkmuyorum ve rahat konuşuyorum. Seni ve babamı çabuk beklerim. Daha sonra ne rahat! Hayatta çok bedbaht idim. Bu bir tesviye çaresi idi. Ölüm ne kolay! Uykum çok… Bütün sevdiklerim Allah’a emanet…”
Öldürüldüğü ise biraz daha rivayet statüsünde. “Ne alaka ki?” diyenler için hemen anlatalım. Latife Hanım, Atatürk ile evlendikten sonra Vedad onların köşkünde çalışmaya başladı. İçine kapanık, uysal bir çocuktu. Fakat Latife Hanım, Atatürk’ten boşanması üzerine köşkten ayrılırken Vedad’ı da yanında götürmek istedi. Vedad ne yapacağını şaşırınca babasına mektup yazıp, ona göre hareket etmeye karar verdi. Babası “Paşa ne diyorsa onu yap.” dedi. Atatürk de Vedad’ın kalmasını istediği için Vedad köşkte kaldı.
Birçok dil bilen ve çok iyi bir müzisyen olan Vedad Uşaklıgil, hariciyede çalıştı ve sonraları asker olarak yurt dışına gönderildi. Fakat Latife Hanım ile Atatürk’ün köşkte ettiği kavgalara şahit olduğu ve asıl ayrılma sebeplerini Vedad bildiği için, askerlik sırasında öldürülerek susturulduğu bazı kesimler tarafından iddia edildi. Atatürk ile Latife Hanım’ın neden ayrıldığı hiçbir zaman öğrenilemedi. Hatta Latife Hanım boşanmanın ardından Mustafa Kemal ile tüm yazışmalarını (ve diğer tüm belgeleri) saklamıştı ve bunlar ölümünden sonra Türk Tarih Kurumu’na bağışlandı. Fakat ailenin zarar görmemesi açısından 2074 yılına kadar bu belgelere bakılması yasak.
Ayrıca Latife Hanım ve ailesi, Vedad’ın köşkten ayrılmaması üzerine 20 yıl kadar Hâlid Ziyâ ve ailesine küs kaldılar. Hatta bu yüzden “Uşaklıgil” soyadı yerine “Uşşâki” soyadını kullanmaya başladılar. Yıllar sonra bu küslüğü Latife Hanım bozup amcasını aradı ve barıştılar.
8. Hâlid Ziyâ’nın Vedad’ın ölümünden sonra yazdığı “Vedad İçin” kitabının basımının durdurulmasının sebebi olarak, oğlunun “öldürüldüğünü” ifade etmesi gösterildi
“Bu siyah bir gece idi… Öyle bir gece ki gökler bütün kandillerini söndürerek denizlere bilinmezlik âleminin gizli şeylerini dökmek için hazırlanmış gibiydi.” (Mai ve Siyah)
Hâlid Ziyâ’nın kitapları 8 – 10, hatta Aşk-ı Memnu gibi gözde kitapları 30 basım kadar görmüşken, bu kitabı 2. basımı bile görememişti. Çünkü iddialara göre; Hâlid Ziyâ bu kitapta oğlunun intihar etmediğini, Atatürk ile yaşadığı bir mesele yüzünden yurt dışına sürülüp daha sonra öldürüldüğünü üstü kapalı olarak anlatmıştı.
9. Servet-i Fünun’un beyannamesi olarak kabul edilen “Mai ve Siyah”ta bizleri Ahmet Cemil’in iç dünyasına götürdü
“Bir şey var, bir şey duyuyorum ama rüyalarda tutulamayan şekiller gibi parmaklarımın arasından kaçıyor. Bilir misin, nasıl bir şey? Bak şu semaya, ne görüyorsun, mailiklerden oluşan bir deniz… Gözlerinle onun içine girmeye çalış; o mailikleri yırtmak için uğraş, ne görüyorsun? Mai…(mavi) Daima mai… Değil mi? Sonra, bak ayağımızın altındaki toprağa, ne buluyorsun? Donmuş, simsiyah bir renk… Of! O siyah tabakaları parçalayarak içeriye bak; in, in, in, ne kadar inebilmek mümkünse o kadar in; ne buluyorsun? Siyah… Daima siyah değil mi? İşte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai; aşağı bakılsa siyah daima siyah…” (Mai ve Siyah)
Servet-i Fünun’un şüphesiz en iyi hikâyecisi ve romancısı olarak görülen Hâlid Ziyâ, batılı anlamdaki ilk roman olarak kabul gören Mai ve Siyah’ta aşk serüvenini arka planda tutarak, bulunduğu edebiyat topluluğunun özelliklerini ve dünyaya bakış açısını yansıttı. Romanda; Ahmet Cemil’in mavi ve mehtaplı bir gecede kurduğu hayallerin birer birer sönüşüyle her şeyin karanlık bir hâl almasını serdi gözlerimizin önüne.
10. Bilmeyeni dövüyorlar: İlk büyük Türk romanı Aşk-ı Memnu’yu yazarak ortalığı kasıp kavurdu
“Sanıyorum iki gün sonra Halit’le (Refiğ) aşk-ı memnu üzerine televizyonda bir konuşma yapacağız. mai ve siyah, kırık hayatlar, Aşk-ı Memnu’yu arka arkaya okudum. Halit’in de dediği gibi Hâlid Ziyâ, insana ve onun ruhsal durumlarına eğilmek bakımından bana benziyor. Ayrıca “Kırık Hayatlar” ve hâlâ “Mai ve Siyah”taki ‘tutunamayan’ tiplerle bir duygu benzerliği de söylenebilir. Ahmet Cemil, büyük hülyalarının yanı sıra küçük hesapların da etkisiyle sönüp gidiyor.” (Oğuz Atay / 8 Nisan 1975)
Romanın konusunu sağır sultan duydu ama biz yine de anlatalım: Genç ve güzel Bihter’in, yaşlı ve zengin kocası Adnan’ı, Adnan’ın yakışıklı ve genç yeğeni Behlül’le aldatması. Yazar hem alt hem de üst kesimle oldukça iyi ilişkiler içerisinde olduğundan bu romanı rahatlıkla yazabilmişti. Bu arada “Aaaaa, Aşk-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” diye şaşıran hanım kızlarımıza sesleniyoruz: O kitap 1898’de çıktı.
11. Aşk-ı Memnu’daki aldatma örgüsü; Hâlid Ziyâ’nın eşi Memnune Hanım ve Mehmet Rauf arasındaki yasak aşka mı dayanmıştı?
“Bu gizli şeyde öyle küçük mutluluklar olacaktı ki… Herkesin içinde Bihter’e yabancı dururken onun bir bakışı olacaktı ki kendisine: ‘Ben seninim, yalnız seninim!’ diyecekti.” (Aşk-ı Memnu)
Mehmet Rauf, Hâlid Ziyâ için “Üstadım” derdi. Hatta o dönem psikolojik roman dediniz mi bu iki isim akla gelirdi. Fakat ne yazık ki kötü bir iddia gündeme geldi: Mehmet Rauf ile Memnune Hanım arasında kitaba ismini veren bir aşk-ı memnu durumu yaşanmış, hatta Mehmet Rauf bu nedenle intihar aşamasına gelmiş ve hatta onu bu durumdan Hâlid Ziyâ kurtarmıştı.
Hâlid Ziyâ’nın bu olaydan sonra Aşk-ı Memnu’yu yazması gibi, Mehmet Rauf da karı-koca-âşık ilişkisine dayanan ve edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olan Eylül’ü yazmıştı. İkisinin de yoğun psikolojik dönemler geçirmesi de kitaplarına yansımış, karakterlerin iç dünyalarını çok iyi incelemişler ve anlatmışlardı. Hatta Hâlid Ziyâ’nın kitapta “Adnan ZİYA-GİL-“ karakterini oluştururken, “Ziya (adı)” ve “Gil (kendi soyadının son hecesi)”i kullanmasının arkasındaki sebep de bu olarak rivayet edildi. Aşk-ı Memnu kitabında Bihter’in kendini sürekli engellemeye çalışması fakat istemeden bu aşka sürüklenmiş olması da, eğer olay doğruysa, Hâlid Ziyâ’nın eşi hakkında düşüncelerini bize göstermiş oldu.
12. Yaşadığı dönemde İstanbul yalılarında kalan aileler arasında esrar kullanımının yaygın olması romanlarını etkiledi
“Aman Yarabbi! Sevmek bu muydu? İnsanı sanki bir mengene içinde sıkıp da birisinin ayakları altına ezik, bitik, can çekişerek atmak isteyen bu öldürücü şey, sevmek bu muydu?” (Mai ve Siyah)
Hâlid Ziyâ bu sayede romanlarına geniş psikolojik açılımlar getirdi.
13. Selim İleri’ye göre Aşk-ı Memnu’daki Bihter ve Behlül karakterlerinde, aslında yazar, oğlu Halil Vedad’ı anlatmakta
“Sevmek, sevmek istiyordu. Hayatında yalnız bu eksikti; fakat hayatta her şey bundan ibaretti: Sevmek, evet, bütün mutluluk yalnız bununla elde edilebilirdi… Sevmek istiyordu, ateşler içinde delice bir aşk ile sevecek mesut olacaktı.” (Aşk-ı Memnu)
Selim İleri “Kırık Deniz Kabukları” adlı kitabında Halil Vedad’ın hayatını anlatarak Bihter ve Behlül ile benzerliklerine dikkat çekmiş; hatta kimi zaman Beşir gibi karakterlerin de yer yer Vedad’dan esinlenilerek yazıldığını dile getirmişti. İleri’ye göre; Hâlid Ziyâ, romanlarını yazarken özellikleri çocukları başta olmak üzere çevresinden etkilenen bir yazardı.
14. İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Arapça ve Farsça bilirdi
“Bilseniz, şiirin nasıl bir lisana muhtaç olduğunu bilseniz! Öyle bir lisan ki… Neye benzeteyim, bilmem. Konuşan bir ruh kadar güzel olsun, bütün kederlerimize, neşelerimize, düşüncelerimize, o kalbin bin türlü inceliklerine, fikrin bin çeşit derinliklerine, öfkelere tercüman olsun; bir lisan ki bizimle beraber bir matemin ümitsizliğiyle ağlasın. Bir lisan ki sinirlerimizin heyecanına arkadaşlık ederek çırpınsın. Bir lisan… Oh! Saçma söylüyorum, zannedeceksiniz, bir lisan ki sanki tamamıyla bir insan olsun.” (Mai ve Siyah)
“Hey maşşşallah” diyor; bir sonraki maddeye geçiyoruz.
15. Osmanlıca’da dahi kullanılmayan Arapça-Farsça kelimeler kullanıp cümlelerini aşırı süsleyerek, okuyanların anlamakta zorlandığı bir dille yazdı romanlarını
“Ah! Biçare hırpalanmış, ezilmiş hayat! Mai (mavi) bir gece ile siyah bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür! Bir bârân-ı elmas (elmas yağmuru) altında oluşarak şimdi bir bârân-ı dürr-i siyahın (siyah inci yağmurunun) altında gömülen o emel çiçekleri!” (Mai ve Siyah)
Bu yüzden çok da eleştirildi. Cumhuriyet Dönemi geldiğinde yeni romanlarını daha sade bir dille yazmaya başlamasının yanında, eski kitaplarını da sadeleştirdi. Hatta okuyanlar bilir; kitaplarını okurken her sayfada yaklaşık 4 – 5 defa aşağıda bulunan kelimelerin anlamını açıklama bölümüne gözünüz gider. Kolaysa gitmesin, birçok şeyi anlamakta güçlük çekersiniz. Bu bir de sadeleştirilmiş hâli tabi.
16. Rum ve Ermenilerin yaşadığı bir balıkçı köyü olan Ayestefanos’a –bugünkü adı ile Yeşilköy- yaptırdığı köşkte yaşadı
“Ah! Şimdi aşkını haykırmak ihtiyacı dudaklarını yakıyor, yüreğinden bir şey şişerek bütün duyduklarını onun dizlerinin dibinde can çekişiyormuşçasına sürüne sürüne dökmek istiyordu. Evet, hepsini söylemek, ‘Sizi seviyorum. Ah! Bilseniz, ne kadar seviyorum! Bırakın şurada, gözlerinizin altında öleyim!’ demek istiyordu.” (Mai ve Siyah)
Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) topluluğu dağılınca Hâlid Ziyâ edebiyattan uzaklaştı. Bu işlerle ender ilgilenir oldu. Daha sonra mabeyn başkâtibi ve âyân meclisi üyesi olup padişah ile gezilere katıldı. Edebiyata olan alakası ise Cumhuriyet Dönemi’nde geri geldi.
17. Çocuk bakımı, Fransız grameri, kimya, matematik oyunları gibi konularda da kitaplar yazdı
“Ağlıyor musun, anne? Oh! Ağla, ağla, biraz o yaşlar yüzüme, saçlarıma dökülsün; onların pak ve kutsal damlaları altında şifa bulmak isterim, yalnız bugün değil, daima, ölünceye kadar…” (Mai ve Siyah)
Görünen o ki; Hâlid Ziyâ yalnızca edebî değer kaygısı taşımayan çok yönlü bir insandı.
18. Oğlunun ölümünden sonra yaşadığı yasla beraber rahatsızlanan Hâlid Ziyâ tüm tedavileri reddetti ve Vedad’ın yanına gömüldü
“Hasta mıyım, bilemiyorum; fakat ah! O ne yazmak istediğimi bilsem; onu şöyle karşımda resmi çıkarılmış, tasvir edilmiş görmek mümkün olsa; işte o vakit, zannediyorum ki artık ölebilirim; hayatta nasibini tamamıyla almış bir adam hükmünde gözlerimi kapayabilirim…” (Mai ve Siyah)
Hayatta iken birçok evlat acısını yaşamış, edebiyatımızın büyük ustası Hâlid Ziyâ, Bakırköy’de oğluna kavuştu, ikisinin de gözleri kapalı…
19. Hâlid Ziyâ Uşaklıgil’in ölümsüz eseri Aşk-ı Memnu’dan uyarlanan dizi, Türk televizyon dizi tarihinde rekor üstüne rekor kırdı
“Beni, beni, Bihter’ini…”
Aklınıza hemen 2008 yılında başlayanı gelse de, 1975’te yayınlanan ve Müjde Ar’ın Bihter’i oynadığı uyarlama da oldukça büyük ilgi görmüştü. Ama başrollerini Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ’un paylaştığı Aşk-ı Memnu uyarlaması, finali üstünden 5 sene geçmesine rağmen sanki hâlâ yayınlanan bir diziymişçesine orada burada konuşuluyor, üzerine paylaşımlar yapılıyor. Zaten diziyi her iki sezonda da izlememiş olanlar bile, “Finalde ne olacak?” merakıyla ekran başına kilitlenip özellikle final bölümü izlenme rekoruna imza atan bir dizi olarak tarihe geçmesini sağlamıştı.
Hâlid Ziyâ’nın roman sonunda Bihter’i öldürmesine (lütfen spoiler demeyin vatandaş, herkescikler biliyor bunu) halktan büyük tepki geldi ve bu sonun değiştirilmesi için kampanya başlatanlar bile oldu. Her yerde anketler dönmeye başladı. Final bölümünde romanın sonunun değişmediğini gören kişiler de Çakır’ın ölümünden sonra ilk kez bir karakter için daha Facebook’ta cenaze töreni etkinliği düzenlediler. Sonra bir de Jon Snow’a falan düzenlendi; neyse oralara girmeyelim şimdi. Bu arada birçoook kişiye göre; Hâlid Ziyâ, romanının böyle bir uyarlama yaşaması sonucu mezarında ters döndü.
Bonus: Hakkı Devrim: “Hâlid Ziyâ Uşaklıgil, züppenin önde gidenidir.”
Medya Kralı programında;
“Hakkı Devrim: Hâlid Ziyâ Uşaklıgil züppenin önde gidenidir. O hadiselerin hepsi 1910’da cereyan etti. 1910’da öyle bir Türk ailesi olma ihtimali var mı Allah rızası için? Bu çok beğendiğiniz romancınız monşerin önde gidenidir. Ve ailesini de perişan etmiştir. Çocuklarını, oğullarını ben iyi biliyorum.
Okan Bayülgen: Hakkı Ağabey bir de züppenin ne olduğunu izah eder misiniz? Züppe belki yanlış anlaşılabilir.
Hakkı Devrim: Yani benim için züppenin bir numaralı özelliği kendi çevresine mensubiyetten âdeta utanması, kendini bir başka çevreye ait göstermesidir. Tamamen var orada.
Okan Bayülgen: Özellikle gençlikte herkes biraz züppedir. Okuduğu okulda okuduğu sınıfa ait değildir, okula ait değildir. Gittiği yere ait değildir. Kızların hepsi züppedir. Ay buraya mı geldik burası bize göre değil falan diyenler öyledir. Ay burası bomboş bir bakacağız çıkacağız diyen herkes züppedir… Yani züppelik böyle bir şeydir.
Hakkı Devrim: O kadar küçümsemeyin onun ustaları da vardır. Hâlid Ziyâ ustalarından biridir. Sokakta gördüğünüz züppeler gibi değil.
Okan Bayülgen: Daha entelektüeller vardır, bohemlikler vardır vs. Yani kötü bir şey değil o kadar.
Hakkı Devrim: Hüseyin Rahmi Gürpınar değildir. O dürüstlük o gerçeklik yoktur.”
BİZ: Aman hocam, o nasıl söz. 🙁
Bonus2: Hâlid Ziyâ Uşaklıgil Kitapları