Milli Hakimiyet Bayramı diğer bir adıyla Ulusal Egemenlik Bayramı, 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclis’inin kuruluşunu kutlamak amacıyla kabul edilmiş milli bir bayramdı. Bu yıllarda Ulusal Egemenlik Bayramı, çocuk haftası etkinlikleriyle iç içe geçti. İktidarın denetimindeki hayır kurumu olan Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1927 yılından itibaren 23 Nisan gününü “Çocuk Bayramı” olarak kutlamaya başlamıştı. İki sene sonra ise 23-30 Nisan tarihlerini “Çocuk Haftası” olarak kabul etmişti. Bu nedenle 23 Nisan günlerinde hem ulusal egemenliğimizi hem de çocukların bayramını kutluyoruz. Peki erken Cumhuriyet döneminde çocuklar neden bu kadar önemliydi? Kimdi bu Cumhuriyetin gururu ülkenin gürbüz çocukları? Gelin gürbüz çocuk kavramına biraz yakından bakalım.
Klasik dönem Osmanlı toplumunda, çocuklar ayrı bir toplumsal kategori olarak ele alınmıyordu
Bu dönemde, çocukların hepsi okul çağına kadar eve bağlı bir hayat sürüyordu. Onların gerçek dünyası sünnet töreni ya da okula başlama merasiminden sonra başlıyordu. Fakat 19. yüzyılda ortaya çıkan modern eğitim anlayışından sonra çocuk olmanın yetişkinlikten ayrı bir var oluş olduğu kabul edilmeye başlandı. Çocukluğun keşfedilmesinden sonra Osmanlı Devleti’nde çocuklara özel hastaneler ve hayır kurumları açıldı.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra çocuklar üzerinde milliyetçi söyleme dayanan yeni bir sahiplenme mekanizması geliştirildi. Bu dönemde İttihat ve Terakki yönteminin en temel amacı “milli bir nesil” yetiştirmekti. Dönemin ideologları için milli ve modern aile modeli oluşturmak en temel amaç olmalıydı. I. Dünya Savaşı yıllarında özellikle çocukların moral değerlerini yüksek tutmayı amaçlayan kamusal etkinlikler düzenleniyordu. Ağaç Bayramı, Mektepliler Bayramı ve İdman Bayramı gibi etkinliklerle çocukların motivasyonu daima yüksek tutuluyordu.
I. Dünya Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı yıllarında birçok çocuk kimsesiz kalmıştı. Bu durum Cumhuriyet rejiminin halletmesi gereken önemli bir toplumsal sorun haline geldi
Çocukların bir kısmı, kısıtlı olan yetimhanelere yerleşmişti. Bir kısmı ise zengin ailelerin ya da asker ailelerin yanına evlatlık olarak verildi. Bu sırada çocuklar için yeni imkanlar geliştiriliyordu. Kazım Karabekir Paşa, çocuk yuvaları kurmuştu. Himayei-i Etfal Cemiyeti gibi hayır kuruluşları ise düzenli olarak bağış toplayarak çocukların yaşam kalitesini yükseltmeye çalışıyordu.
29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildiğinde, Türkiye’nin nüfusu sadece 13 milyondu
Nüfusun önemli bir kısmı Anadolu’da köylerde yaşıyordu. Köyler, bakımsız ve yoksul çocuklarla doluydu. Cumhuriyet rejimi bu çocukların bakımını tamamen üstlenmeliydi. Bunun için ise kayda değer bir mali kaynak gerekiyordu. Savaştan yeni çıkmış, imparatorluğun tüm borçlarını üstlenmiş yeni bir devlet için bu, ağır bir sorumluluktu. Ancak çözüm kısa sürede bulundu. Düzenli olarak gerçekleştirilen yardım günleriyle, bakıma muhtaç kimsesiz çocuklara yardım edilecekti. Hem sivil toplum kuruluşları hem de iktidar, çocuklara maddi kaynak ayırmak için var gücüyle çalışıyordu. Bu etkinlikler her sene 23 Nisan günlerinde düzenleniyordu. Bir süre sonra 23 Nisan’lar hem ulusal egemenliğimizin hem de çocuklarımızın günü olarak kutlanmaya başladı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında çocuk ölüm oranları çok yüksek seviyedeydi. 10 yıl süren kesintisiz savaşların ardından ülkede müthiş bir yoksulluk vardı
Sabiha Zekeriya Sertel’in belirttiği istatistiklere göre Anadolu’daki çocukların %90’ı doğumundan kısa bir süre hayatını kaybediyordu. Hayatta kalmayı başaran çocuklar ise bakımsız ve sağlıksızdı. Ülkenin çok geniş toprakları vardı. Bu toprakları kazanmak için milyonlarca can feda edilmişti. Ancak vatan toprağının nüfusu o kadar seyrekti ki mutlaka nüfus yoğunluğunun artırılması gerekiyordu. Nüfusun azlığı hem ulusal güvenliği hem de Türk kültürünü tehlikeye atıyordu. Oluşturulan sosyal politikaların temelinde sadece çocukların sağlığı vardı. Çok çocuklu ailelere maddi yardım yapılmaktaydı. Çocukların düzenli beslenmesi öncelikli hedefti. Belediyeler kendi bünyesinde çocuk sağlığı dispanserleri kurmak zorundaydı. Kısacası sosyal politikaların tamamı çocuk merkezliydi.
Yeni neslin bakımlı ve sağlıklı olmasına o kadar önem veriliyordu ki kamuoyu oluşturmak için “Gürbüz çocuk müsabakaları” düzenlenmeye başladı
Bu müsabakaya katılabilmek için ailelerin yarışmaya fotoğraf göndermesi gerekiyordu. Fotoğrafın altında ise çocuğun yaşı, boyu ve kilosu yazmalıydı. Aynı zamanda çocuğun hangi sütle beslendiği, ebeveynin mesleği ve fotoğrafın ne zaman çekildiği de belirtilmeliydi. Yarışmanın süresi oldukça uzundu ve müsabaka sona erene kadar fotoğraflar gazete ve dergilerde yayımlanıyordu. Aslında yapılmak istenen şey sağlıklı bir çocuğun profilini çizmekti. Çocuklar hakkında yapılan bir gelecek kurgusu aslında toplumun tamamı ve Cumhuriyetin geleceği için yapılan bir kurguydu. Cumhuriyetin sürekliliğinden emin olmak ve Türk kültürünün devamlılığını sağlamak için sağlıklı bir neslin yetişmesi gerektiği konusunda herkes hemfikirdi. Gürbüz çocuk yetiştirmek için dikkat edilmesi gereken noktalar şöyleydi: Çocukların düzenli ve sağlıklı beslenmesi, açık havada güneşle temas etmesi, jimnastiğe zaman ayırması, temiz ve düzenli kıyafetler giymesi, onlara sevgi ve şefkatle yaklaşılması, cinsel eğitimde bilinçli olunması, yetişkinlerin davranışlarıyla çocuklara örnek olması.
Çocuk ölümlerinin önüne geçerek sağlıklı bir nesil yetiştirmek sosyal bir mesele olarak kabul edilmekteydi. Bu nedenle gürbüz çocuk yetiştirme ideali ülkenin dört bir yanına yayıldı
Çocuğun ruh ve beden sağlığına yapılan vurgu o kadar fazlaydı ki “Gürbüz Türk Çocuğu” isimli bir dergi dahi yayınlanmıştı. Derginin yazar kadrosu oldukça genişti. Bu dergide sağlıklı çocukların fotoğrafları yayınlanıyor, yaşa göre boy-kilo oranı veriliyor ve çocukların nasıl beslenmesi gerektiği açıklanıyordu. Bu dergi aslında tamamen hükümetin çocuk politikasını yansıtan bir süreli yayındı. Geleceği güvence altına almak için çocuğa değer verilmesi gerektiği düşüncesi gürbüz çocuk ütopyasını doğurdu. Günümüzde ne yazık ki gürbüz çocuk ütopyasından çok uzaktayız. Kurucu liderlerin hayati bir sorun olarak gördüğü “çocuk sorunu” varisleri tarafından aynı ölçüde önemli kabul edilmedi. Sokaklarda yaşayan göçmen çocuklar, yoksulluk nedeniyle eğitimini yarıda bırakan kız çocukları, cinsel ve psikolojik istismara maruz bırakılan bu çocuklar, öncelikli toplumsal sorunlarımız arasında bulunuyor.
İçeriğimizi Aka Gündüz’ün 23 Nisan 1927 tarihli Gürbüz Türk Çocuğu Dergisi’nde yayımlanan yazısından alıntı yaparak bitirelim: “Cıvıltılı, şakrak sesleriniz, yeni Türk tarihini ifade ediyor. Madem ki bir milletiniz var, öksüzlük mevzuubahis değildir. Madem ki derli toplu bir vatanınız, derli toplu amcalarınız var, yetimlik manâsı kalmamıştır. Çocuğu gülen toprağın tarihine gözyaşı damlamaz. Çocuğu benimseyen vatanın hududları çeliktendir. Çocuklar! Kendi sarayınızın etrafında birer istikbal hükümdarının gurur ve neşesiyle oynayınız, bayram ediniz ve şayet gözlerimi coşkun görürseniz biliniz ki ömrümün ilk sevincindendir.”
Bu içerikler de ilginizi çekebilir:
TBMM 100 Yaşında: Meclisin Kuruluş Aşamasında Yaşanan Tarihi Olaylar
23 Nisan Şiirleri: Çocuklara Armağan Edilen 23 Nisan İçin Yazılmış En Güzel Şiirler
Atatürk’ün Çocuklara Verdiği Değeri Gözler Önüne Seren 19 Sözü
23 Nisan’ın 90’ıncı Yılında Geçmişten Günümüze 23 Nisan Kutlamaları