Yaşarken Alman edebiyatının klasikleri arasına girmiş isimlerden Günter Grass, hep bir tabu yıkan olmayı, kendi yüzyılıyla hesaplaşmayı seçti. Üstelik savaşı, zulümleri, kötülükleri hatta kendini ve geçmişini didik didik ederek yaptı bunu.
Usta yazar, nasyonal sosyalizme ve küçük burjuvalara iyice sivrilttiği kalemini batırırken daima uyanıktı ve uyanık tuttu. “Kötülüğün sıradanlığı”nın da, tekrar edebileceğinin de farkındaydı. Üstelik bunu belki de en iyi kendinden biliyordu. Bu yüzden 79 yaşında kaleme aldığı otobiyografik romanı Soğanı Soyarken’de hayatının sırlarını ortaya döktü.
13 Nisan’da Almanya’nın Lübeck kentinde 87 yaşında vefat eden Grass’ın hayatı, hesaplaşmaları ve geride bıraktıkları huzurlarınızda. Tabii sönmeyen piposuyla birlikte…
1. Harbe giden Günter çocuk
16 Ekim 1927’de Danzig’de -bugünkü Polonya’nın Gdansk şehrinde- Alman bir baba ile Polonyalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Grass’ın çocukluğu ve ilk gençlik yılları II. Dünya Savaşı’na denk düştü.
Henüz 17 yaşındayken Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (Nazi Partisi) gençlik kolları, Hitler Gençliği’ne girdi ve daha sonra Naziler’in özel askeri birimi Waffen SS’e katıldı. Günter Grass, savaşın bitimine doğru yaralandı ve Marienbad’da yakalanarak Amerikan savaş esirleri kampına gönderildi.
2. “Kandırılmama izin verdim”
Grass, esir kampında yaşıtı Joseph Ratzinger ile, gelecekte dünyanın tanıyacağı ismiyle Papa Benedict ile bir aradaydı. İleride, Soğanı Soyarken isimli kitabında Nazi Birliği’ne gönüllü katıldığını şu cümlelerle itiraf edecekti:
“Çünkü Hitler Gençliği’nin bir üyesi olarak aslında bir Genç Nazi’ydim. Sonuna kadar inançlıydım. Fanatik değildim, en ön safta yer almıyordum ama gözümü refleksle bayrağa dikerek, ki o bayrağın bizim için ‘ölümden de öte’ olduğu söyleniyordu, neferlerin arasında yer aldım, uygun adım yürüdüm… Hem o delikanlıyı hem de kendimi temize çıkartmak için, ‘Bizi kandırdılar!’ bile diyemem. Hayır, biz kandırılmamıza izin verdik, ben kandırılmama izin verdim.”
3. Mezar taşlarından mermer heykellere
Savaştan sonra salıverilince 1947’de mermercilik ile ilgilenmeye başlayan Grass, iki yıl sonra Düsseldorf Sanat Akademisi Heykel Bölümü’ne yazıldı. Daha sonra eğitimini Berlin’de sürdüren Grass hayatını kazanabilmek için karaborsacılık, mezar taşı imalatı, caz davulculuğu gibi işlerle uğraştı.
1956’da Paris’e geçen sanatçı orada kaldığı dört yılda kendini heykel, grafik ve edebiyata verdi. İşte kendisini üne kavuşturacak Teneke Trampet (Die Blechtrommel) isimli eseri de o günlerde kaleme aldı.
4. Teneke Trampet susmaz
1959’da yayımlanan Teneke Trampet, büyüklerin yozlaşmış dünyasına katılmamak için büyümeye direnen bir çocuğun, Oskar Matzerath’ın öyküsünü anlatıyordu. Romanın cüce kahramanı Oskar’ın gözünden II. Dünya Savaşı’na odaklanan yazar, ilk eserinde kendi doğduğu şehre, Danzig’e de uzanmayı ihmal etmedi.
Eser eleştirmenlerce, okunurken özel bir dikkat isteyen kitaplar arasında anıldı ve 1979’da beyazperdeye de uyarlandı.
5. Bitmeyen Kedi ve Fare oyunu
Grass, yine II. Dünya Savaşı’nda Danzig’de geçen Kedi ve Fare’yi, Teneke Trampet‘ten iki yıl sonra yayımladı. Arkadaşları arasında “Büyük Mahlke” lakabını almış küçük bir çocuğu anlatan bu eserde ünlü yazar kendi ergenlik anılarından besleniyordu.
Büyüyünce palyaço olmak isteyen Mahlke’nin ulusal bir kahramana dönüşümünün hikâyesi, insanın hayatta kalma mücadelesiydi aslında. Siyah bir kedi, Mahlke’nin faresinin peşini bir türlü bırakmazken Almanya’nın yürüttüğü politikalar da Mahlke’nin peşinden gelecekti.
6. Keskin kalemi ile insanları gerçeklerle yüzleştirdi
Usta yazarın kalemi keskin, dili zengindi. Çok yönlü kişiliği sayesinde edebiyatın farklı türlerini deneyen Grass, Danzig’de geçen üçlemenin son kitabı Köpek Yılları’nın ardından şiirlere ve absürd tiyatro oyunlarına yöneldi.
Türkiye’de yayımlanan kitapları arasında; Yengeç Yürüyüşü, Berlin Duvarı’nın yapılıp yıkılması arasındaki dönemi anlatan Uzak Tarla, Almanlar’ın soylarını devam ettirme endişesini kendine has üslubuyla anlatan Kafadan Doğumlar, anılarına ve itiraflarına yer verdiği Soğanı Soyarken, Lokal Anestezi, Pisi Balığı, Dişi Fare ve geçen yüzyılın bir hesaplaşması niteliğindeki son kitabı Yüzyılım yer alıyordu.
7. Yazar, şair, ressam, heykeltıraş…
Usta yazarın sanattaki çok yönlülüğü belki yine kendi cümleleriyle anlam kazanıyordu: “Başladığım her metin, her şiir kafamda aynı zamanda bir çizme eğilimi yaratıyor. Ben aslında romanlarımı yazarken resim, çömlek, heykel yaparak dinleniyorum. Aynı şeyi şöyle söyleyebilirim; resim, heykel yaparken de yazarak dinleniyorum, ikisi birbirine kaçış oluyor.”
“Fakat bunlar sürekli olarak yaptığım işler olduğu için şunu söyleyebilirim ki çizim yaparken kendimi daha doğrudan ifade edebiliyorum. Romanlarımı yazarken daha dolaylı, daha yorucu bir şekilde ifade ediyorum kendimi. Ama hiçbirinden vazgeçmek istemiyorum.”
8. Uslanmaz aktivist
1960’ta Berlin’e yerleşen Grass, aynı dönemde Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne (SPD) yakınlaştı ve 1969’da Willy Brandt’in seçim kampanyasına destek verdi. Brandt o seçimlerde Batı Almanya’nın başbakanı seçildi.
Partinin mülteci politikaları nedeniyle 1992’de SDP’den ayrılan Grass, eserleriyle Nazi Almanyası’nı didik didik ederken; barış hareketlerinde ve insan hakları mücadelesinde de tavrını sürdürdü.
9. Kara masalcı Nobel’i geri versin!
1999’da “Tarihin unutulmuş yüzünü betimleyen eğlenceli kara masallarıyla” Nobel Edebiyat Ödülü alan Grass, 2006’da Soğanı Soyarken isimli kitabında baba ocağından ayrılıp savaşa nasıl katıldığını anlattığında kıyamet koptu.
Yıllarca Almanya’nın Nazi geçmişiyle hesaplaşmasını savunan ünlü yazar bir anda ikiyüzlülükle suçlanırken, Nobel’i iade etmesi gerektiğini ileri sürenler de yok değildi.
10. Geçmişte genelevde çalışan büyükanne misali
Savaştan sonra Alman edebiyatının vicdanı olan Grass’ın “sırrı” farklı tepkilere yol açarken, Die Weltwoche gazetesinden Henryk M. Broder durumu şöyle özetledi:
“2006’nın sivil Alman toplumu, 80 yaşına basmak üzere olan büyükannenin genç kızlık döneminde genelevde çalıştığını öğrenen bir aile gibi tepki gösteriyor. Büyükanneyi evden kovamazsın ama evde de görmek istemezsin.”
11. İsrail “persona non grata” ilan etti
Grass romancı olarak ünlenmesine rağmen şiir yazmayı bırakmadı. Son olarak 2012’de yazdığı Söylenmesi Gereken adlı şiiriyle gündeme geldi. İsrail’in nükleer politikasının dünya barışını tehdit ettiğini öne süren yazar, İran’ın nükleer programına karşı çıkan Batılı ülkelerin İsrail’in nükleer programına sessiz kalarak ikiyüzlü davrandığını öne sürdü.
Usta yazarın bu tavrı elbette tepki gördü. Grass sonrasında İsrail’de “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edildi. Dönemin Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Grass’a tepki olarak İsrail’le İran’ın aynı kefeye konulamayacağını söyledi.
12. Yaşar Kemal ile yol arkadaşıydılar
2010 yılında “Avrupa Edebiyatı Türkiye’de-Türkiye Edebiyatı Avrupa’da” projesi kapsamında İstanbul’a gelen Grass, usta yazar Yaşar Kemal‘in de yakın dostuydu. İki usta kalem, Türkiye-Almanya Kültür Forumu’nun Onursal Başkanı’ydı.
28 Şubat’ta vefat eden Kemal’in ardından Grass, Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıda, yol arkadaşını kaybettiğini anlatmış ve barış çağrısı yapmıştı.
13. Roman karakterleri, bronzdan heykeller, tuvaldeki desenler
Edebiyatın usta kalemi, geçen yıl artık yeni bir roman yazmayacağını belirtmişti. Ama Grass’ın üretme arzusu bitmek bilmiyordu. Daha önce Pisi Balığı romanının karakteri balık ya da Kedi ve Fare kitabındaki farenin bronzdan heykellerini yapmış, bitkiler ve hayvanlar âlemini tuvallerine yansıtmıştı. O yüzden yazmayı bıraksa da üretmeyi bırakmayacağını, kalan zamanını suluboya resimlerine ayıracağını hayranlarına müjdelemişti.
14. “Kültürü, edebiyatı zapt edemezsiniz!”
“Kültürü, edebiyatı zapt edemezsiniz. Sansüre rağmen sınırları aşar… Alman edebiyatından değil, Alman dilinde edebiyattan söz etmek doğru olur. Türk dilinde, Kürt dilinde edebiyat demek doğru olur. Bu, ülkelerin zenginliğini gösterir.”
15. “Demokrasi sermayenin emrindeki piyon”
Parlamentonun artık kararlarına egemen olmadığını vurgulayan Grass, “Herhangi bir demokratik denetime tabii olmayan güçlü baskı gruplarına -bankalar ve çokuluslu şirketler- bağımlı. Demokrasi, küresel olarak yüzen, gezen sermayenin emrinde bir piyon haline gelmiş durumda.”
“Zengin ile fakir arasındaki uçurumun büyümesinin nedenleri ile ilgili sorular, kıskançlık siyaseti olarak adlandırılıp bir kenara atılıyor. Adalet arzusu ile ütopya denilerek dalga geçiliyor. Dayanışma kavramı sözlüklerin yabancı kelimeler bölümüne gönderilmiş bulunuyor” diyerek demokrasi ile sermaye arasındaki kokuşmuş ilişkiye dikkat çekiyordu.