Fransa’nın, devrim yıllarında “insancıl bir idam yöntemi” olarak lanse edilen giyotini, yüzyıllar boyunca adaletin keskin kılıcı olarak görev yaptı. Ancak bu korkutucu aygıtın son kez çalıştığı tarih 10 Eylül 1977’ydi. O sabah, Marsilya’daki Baumettes Hapishanesi’nde yaşananlar, Avrupa tarihinde bir dönemin kapanışına sahne oldu. O dönemin son mahkumlarından birisi olan Hamida Djandoubi, maalesef sıradan bir suçlu değil, oldukça karanlık bir geçmişe sahip bir adamdı. İşte giyotinle idam edilen son insan ve hikayesi…
Hamida Djandoubi, 22 Eylül 1949 tarihinde Tunus’ta doğdu ve genç yaşlarında Fransa’nın Marsilya kentine göç etti
Başlarda sıradan bir hayat süren Hamida, önce bir markette çalıştı, ardından bahçıvanlık yapmaya başladı. Fakat 1971 yılında geçirdiği bir iş kazası, hayatının seyrini dramatik bir şekilde değiştirdi. Traktör paletlerine takılan bacağı ağır şekilde hasar gördü ve sağ bacağının büyük bir kısmı ampute edildi.
Bu fiziksel travma, onun iç dünyasında çok daha karanlık bir fırtınayı tetiklemiş gibiydi. Engelli oluşunun yarattığı psikolojik çöküntüyle başa çıkamadı. Ne yazık ki, bu durumun sonuçları yalnızca onun hayatını değil, başkalarının hayatını da geri döndürülemez şekilde etkileyecekti. Bunun sonucunda ise giyotinle idam edilen son insan olmadan önce kötü bir yol izlemeye başladı.
Djandoubi’nin karanlık tarafı, 1973 yılında hastanede tanıştığı 21 yaşındaki Elisabeth Bousquet ile su yüzüne çıktı
Genç kadın, kısa sürede onun gerçek yüzünü görmeye başladı ve onu fuhuşa zorlamaya çalıştığını iddia ederek polise başvurdu. Kısa süreli tutukluluğun ardından serbest bırakılan Djandoubi, durmadı. Aksine, işlediği suçları derinleştirmeye devam etti.
Genç kızları etrafına toplayarak fuhuşa zorladığı, korku ve tehdit ile sindirdiği bir düzen kurdu. 3 Temmuz 1974 tarihinde, kendisine ihanet ettiğini düşündüğü Bousquet’yi kaçırdı. Onu evine götürdü, burada dehşete kapılmış diğer genç kızların gözü önünde, kadına işkence etti. Sigarasını bedeninde söndürmek gibi sadece fiziksel değil, psikolojik şiddetin de her türlüsünü uyguladı. Ardından da onu kentin dış mahallelerine götürerek boğdu.
Cinayet uzun süre gizli kalamadı. Bousquet’nin cansız bedeni birkaç gün sonra bir kulübede bulundu
Djandoubi ise başka bir genç kızı da kaçırma girişiminde bulununca sonunda yakayı ele verdi. Kurbanın cesaret edip polise başvurması, onun sonunu hazırlayan ilk adım oldu.
Mahkeme süreci aylarca sürdü. 24 Şubat 1977’de başlayan davada, Djandoubi; işkence, cinayet, tecavüz ve önceden tasarlanmış şiddet gibi pek çok ağır suçtan yargılandı. Savunması ilginçti: Engelli oluşunun psikolojisini bozduğu, onu alkol bağımlılığına ittiği ve bu travmatik dönüşümün onu “farklı bir insana” çevirdiğini öne sürdü. Ancak jüri bu savunmayı yeterli bulmadı.
Ertesi gün, yani 25 Şubat’ta Hamida Djandoubi için karar verildi: Ölüm cezası. Temmuz ayında yaptığı temyiz başvurusu da reddedildi
Artık geri dönüş yoktu. 10 Eylül 1977 sabahı saat 04.40’ta, Fransa’nın baş celladı Marcel Chevalier görev başındaydı. Başkan Valery Giscard d’Estaing’den bir af gelmemişti. Djandoubi, diğer çocuk katilleri Christian Ranucci ve Jerome Carrein gibi, son dileği bile gerçekleşmeden giyotine yürüdü. Başını cellada teslim ettiğinde, yalnızca bir bireyin değil; Fransa’nın kanlı bir geleneğinin de son sayfası kapanıyordu.
Hamida Djandoubi, Fransa’da giyotinle idam edilen son kişi olarak tarihe geçti. Ancak bu, onun idama mahkûm edilen son insan olduğu anlamına gelmiyor. 1981 yılında François Mitterrand’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, ülkede ölüm cezası tamamen kaldırıldı. O tarihe kadar 15 kişi daha idama çarptırılmış, ancak cezaları infaz edilmeden hafifletilmişti.
Ayrıca, Djandoubi’nin infazı yalnızca Fransa için değil, Batı dünyası için de sembolik bir sona işaret ediyordu. Çünkü bu olay, modern çağda bir devletin giyotin kullanarak gerçekleştirdiği son resmi infaz olarak tarihe geçti. Bugün, Fransa’da idam cezası kalkmış olsa da Djandoubi’nin hikâyesi, şiddetin ve cezalandırmanın sınırları hakkında düşündürüyor. Acaba gerçekten adalet sağlanmış mıydı, yoksa bu, bir devrin kanlı vedası mıydı?