Ana sayfa » Tarih » Ensefalit Lethargica: 20. Yüzyılın Başında Görülen Tarihin En Gizemli Uyku Hastalığı
Ensefalit Lethargica: 20. Yüzyılın Başında Görülen Tarihin En Gizemli Uyku Hastalığı
20. yüzyılın başlarında, dünya bir yandan savaşlarla sarsılırken, diğer yandan tıp dünyasını şaşkına çeviren bir salgın ortaya çıktı: Ensefalit Lethargica, nam-ı diğer "Uyku Hastalığı".
Bundan yüzyıl önce, dünya yalnızca savaşın ve pandemilerin değil, aynı zamanda garip bir “uyku hastalığının” da pençesindeydi. Toplumları endişeye sürükleyen, tıp dünyasını şaşırtan bu hastalık, adını bile zor telaffuz ettiğimiz bir tanıdan aldı: Ensefalit Lethargica. Bu garip gizemli uyku hastalığı, kimine göre bir grip sonrası sendrom, kimine göre sinir sistemine saldıran otoimmün bir canavardı… Ama kesin olan bir şey var ki, bu hastalık öylece geldi ve sonra sessizce çekip gitti. Ardında ise heykel gibi donup kalmış bedenler, derin bir gizem ve cevapsız kalan yüzlerce soru bıraktı.
Ensefalit Lethargica nedir?
İlk olarak 1916 senesiyle meydana gelen ve 1917’de Avusturyalı nörolog Constantin von Economo tarafından tanımlanan garip gizemli uyku hastalığı, Ensefalit Lethargica hastalığı, unutulmuş bir kara delik gibi, tıp tarihinde duruyor. Von Economo’nun dikkatini çeken şey, hastalarının uzun süreli uyuşukluk hali, kafa karışıklığı ve çeşitli nörolojik gariplikler sergilemesiydi. Bu insanlar yalnızca uykulu değil, adeta başka bir dünyaya geçmiş gibiydiler.
Fransa’da da benzer vakalar görülüyordu. Doktor Jean-Rene Cruchet, Paris yakınlarındaki bir askeri hastanede, benzer bir tablonun tanığıydı. Bu iki doktorun birbirinden habersiz olarak benzer gözlemleri paylaşması, olayın münferit olmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Ortada yeni bir hastalık vardı. Ne var ki, sebebi belli değildi, ilacı ise hiç yoktu.
Ensefalit Lethargica belirtileri bir film senaryosundan fırlamış gibi. Çünkü bu hastalığın en tuhaf yanlarından biri, her hastada farklı etkiler göstermesiydi. Kimileri hafif bir uyku haliyle geçirirken, kimileri adeta bir canlı cesede dönüşüyordu
Semptomlar arasında ise kas ağrıları, psikiyatrik bozukluklar, yüksek ateş, baş ağrısı, görme sorunları ve ilerleyen vakalarda Parkinson benzeri durumlar yer alıyordu. Bazı hastalar, nefes almayı bile unutup birkaç gün içinde hayata gözlerini yumarken, bazıları yıllarca “uyanık” ama etkileşime kapalı bir yaşam sürdüler.
Kimi hastalar bir tür “post-ensefalitik Parkinsonizm” geliştirdi. Donmuş bir yüz ifadesi, katılaşmış kaslar ve çevresine tepki veremeyen bir bedenle yaşayan bu insanlar, içsel olarak hala “orada” olsalar da, dış dünyayla bağlantıları kopmuş gibiydi. Zihinleri çalışıyor, ama bedenleri onları terk etmişti. Bu hâl, ünlü nörolog Oliver Sacks’in yıllar sonra kaleme alacağı Awakenings kitabında “sönmüş volkanlar” olarak tanımlanacaktı.
Ensefalit Lethargica hastalığı İspanyol gribi ile bağlantılı mıydı?
Ensefalit Lethargica hastalığının ortaya çıkışı, İspanyol gribi pandemisiyle neredeyse aynı döneme denk geldiği için bilim insanları uzun süre bu iki salgın arasında bir bağ olabileceğini düşündüler. Grip virüsünün sinir sistemini etkilemiş olması, ensefaliti tetiklemiş olabilir miydi? Ne yazık ki, bu teori hiçbir zaman kesin olarak doğrulanamadı.
Olası bir bakteri mi, yoksa bağışıklık sisteminin kendi sinir hücrelerine saldırması mı? Belki de çevresel faktörler, savaş koşullarının yarattığı stres veya yaygın aşı kampanyaları? Tüm bu hipotezler öne sürüldü ama hiçbiri hastalığın nedenini kesin olarak açıklayamadı.
Hastalığı atlatanlar için işler genellikle daha da tuhaftı. Birçok kişi, hastalığın ardından nörolojik bozukluklarla boğuşmaya başladı
Bazı çocuklar ise büyüdüklerinde alışılmışın dışında davranışlar sergilemeye başladı. Saldırganlık, dürtüsellik, empati eksikliği ve zaman zaman tehlikeli boyutlara ulaşan cinsel davranışlar… Bu insanlar aslında “psikopata yakın” karakter değişimleri geçiriyordu. Belki de beyinlerindeki belli merkezlerin hasar görmesiydi bu davranışların temelinde yatan neden.
Daha da ilginci, birçok hasta bu davranışlarının farkındaydı ve hatta pişmanlık duyuyordu. Ancak kendilerini durduramıyorlardı. İçlerindeki dürtüler, iradelerini ele geçirmişti. Sonunda bir kısmı da Parkinson benzeri durumlara sürüklenerek yıllar boyunca hareketsiz, tepkisiz ama bilinçli bir şekilde yaşamak zorunda kaldı.
1920’li yılların ortalarında, vaka sayısı garip bir şekilde azalmaya başladı. 1927’ye gelindiğinde vakalar seyrekleşmişti. 1930’lu yıllarda ise neredeyse tamamen yok olmuştu. Ne bir tedavi bulunmuştu ne de bir aşı geliştirilmişti. Bu hastalık geldiği gibi sırra kadem basmıştı
Bazı araştırmalar yaklaşık 1 milyon kişiyi etkilediğini ve 500.000 kişinin hayatını kaybettiğini ortaya koydu. Bu rakamlar, dönemin tıbbi kapasitesi düşünüldüğünde korkunç bir etki anlamına geliyordu.
Bugün, hala Ensefalit Lethargica hakkında net bilgi sahibi değiliz. Hastalığın nedenini, nasıl yayıldığını veya neden bir anda kaybolduğunu bilmiyoruz. Nadiren bazı izole vakalar bildiriliyor, ancak büyük bir salgın tekrarı yaşanmadı. Belki de doğa, ne kadar savunmasız olduğumuzu bize sadece bir kez göstermek istedi.
1970’lerde Oliver Sacks, Parkinson hastalarında kullanılan Levodopa (L-DOPA) adlı bir ilacı Ensefalit Lethargica sonrası hastalar üzerinde denedi
Sonuçlar başta büyüleyiciydi. Bazı hastalar, on yıllar sonra ilk kez gözlerini açtı, hareket etti, hatta konuştu. Ama sevinç kısa sürdü. Zamanla ilacın etkisi azaldı, tikler başladı, hastalar tekrar içlerine kapanmaya başladılar.
Sacks bu süreci “uyanış” olarak tanımladı, ama ne yazık ki çoğu hasta için bu yalnızca kısa süreli bir parıltıydı. Yine de bu deneyim, tıbbın insan zihninin derinliklerine nasıl sızabileceğini ve bazen o derinliklerden yalnızca geçici cevaplar alabileceğini gösterdi.
Bugün, Ensefalit Lethargica tıbbın hala çözümleyemediği bir fenomen olarak literatürde yer alıyor. Geride yalnızca tarih kitaplarında geçen vakalar, akademik makaleler ve sinemaya ilham olmuş dramatik hikayeler kaldı
Ancak bilim insanları için bu gizem hala taze. Virüs mü, bakteri mi, otoimmün bir süreç mi? Ya da belki hepsi bir arada? Belki de Ensefalit Lethargica, bir gün tekrar ortaya çıkacak ve bu sefer cevaplarıyla birlikte gelecek.
Ama o zamana kadar, Ensefalit Lethargica, insanlık tarihinin en tuhaf ve en hüzünlü “uyku hikayesi” olarak gizemini korumaya devam edecek. Ve belki de, bir gün uyanacak…