Küçülmek istiyorum; öyle ki kimsenin dikkatini çekmeyecek bir boyut dilediğim.
Oysa, büyümekle ilgili fena tasvirleri olan yazarları karamsar bulduğum zamanlarda ne kadar da gösterişli yer kaplamak istiyordum şu fani simülasyonda.
Nilgün Marmara şiirlerini anlayamadığım dönemlere tekabül ediyor, merch takvimine göre bu zamanlar.
Deniz kenarı bir yer… Öyle bir yerde yaşamalı yahu türküsünü söyleyenler korosunda, en başta ben varım artık.
Dünyanın kötülüğü canımı acıtıyor hassasiyetine gelmek istemezdim.
Bedenimi dıştan çepeçevre saran görünmez zırhım kayboldu. Üstelik aramıyorum bile bu kaybı.
Öyle bir zırhtı ki bu; söylemek istedikleri olanlar, söyleyeceklerini söyleyemeden, “Eğer söylersem bana neler söyleyebilir?” hesabı yaptırtan cinstendi.
Yukarıdaki “söyle denklemi” adlı cümlemi çözmeye uğraşmayın. Ne dediğimi bir tek ben biliyorum ama en azından ne dediğimi biliyorum.
Kırılgan biri olmayı düşlemiyordum hiç.
Öyle de büyütülmedim.
Törelere göre, orta sınıf bir ailenin en büyük çocuğuysanız, kırılgan olamıyorsunuz bu simülasyonda.
Serviste sınıf arkadaşını döven komşu kızı Nadide’nin örnek teşkil ettiği bir distopya hayal edin.
İşte, o benim gerçeğimdi.
Her libas her tende durmaz, ahh yar-ı vefadarım…
Zırhın oluşmaya başlıyor böylelikle.
Otuzlarımda zırhım kaybolsun istemezdim.
Demir yürek görünmek, daha az zaiyata uğratırdı. Kim bilir…
Şahsımı tanıyanların şaşkınlığı sûretimde de beliriyor.
Değişimi açıklamaktan yaşayamıyorum.
Espri yapmamam lazım. Satırları yazarken aklıma gelen şakaları savuşturuşum görülmeye değer.
Yapay yardımcım, acılarımı nüktedan bir yöntemle bastırmaya çalıştığımı söylüyor.
Haklılık payı mücerret.