Özellikle ülkemizde “Ne yani? Maymundan mı geldik?” şeklinde soruların muhatabı olur Charles Darwin. Yanlış bir şekilde tanınsa da, değeri modern toplumlarda anlaşılan bu beyefendiyi biraz yakından tanıyalım. Kendisini tanırken tartışmaya yol açan o “meşhur” teorisine de değinelim istedik.
“Türlerin Kökeni Üzerine”
“Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Hayat Kavgasında Avantajlı Irkların Korunumu Üzerine” olarak çevrilen ve İngiliz biyolog Charles Robert Darwin’e ait olan teorinin detaylarıyla anlatıldığı bu kitap, bilim tarihinin büyük referanslarından biridir. Darwin, zaman içinde kitabın isminde oynama yapmak istemiş ve ismi kısaltmış. En kısa hali; Türlerin Kökeni Üzerine” olmuş. Kitabın ismi gibi içeriği de defalarca sadeleştirildi, notlarla kısa kısa anlatılara dönüştürüldü ancak zannediyoruz belli bir kesim için hala tatmin edici hale gelmemiş.
Bu yazının ana fikri şimdiden kendini belli ederken yazıyı okumak istemeyenlere kolaylık sağlamak gerekir. Bu nedenle dedelerimizin orangutan olmadığını, Darwin’in de böyle bir söylemde bulunmadığını hemen belirtebiliriz.
Doktor olmaktan vazgeçti evrim teorisini geliştirdi
Teorinin sahibi Charles Darwin, 1809 tarihinde doğdu. Doktor olan babası, oğlunun aynı mesleği seçmesini istediyse de oğlu doktorluk yapmak istemedi. Belki de kalıtsal özellikleri sorguladığı zamanlar bu günlere denk geliyordu.
Genç yaşında elde ettiği fırsatla dönemin kraliçesinden maddi destek alan Darwin, HMS Beagle adını taşıyan gemiyle İngiltere’nin sömürgelerinin olduğu coğrafyalara doğru yol almaya başladı. Rota üzerindeki her bölgede canlıları inceleyen ve gözlemin önemini kavramış olan ünlü bilim insanı, aldığı notlarla bilime yeni bir yön vereceğinin farkında mıydı acaba?
Teorinin şekillendiği yer Galapagos Adaları
Darwin, yaklaşık dört buçuk yıl süren yolculuğu boyunca neredeyse gördüğü her canlıyı gözlemler. Bu gözlemden sadece davranışları izlemek gibi bir yargı çıkmamalı. O, bunu detaylı ve bilimsel yönden, her açıdan gerçekleştirir.
Bu sürenin sonunda aldığı notlarla 21 sene boyunca susmayı tercih eder. Dönemin koşullarını düşündüğünden midir yoksa tepki alacağından çekindiğinden midir bilinmez 1859’a kadar da suskunluğunu bozmaz. Belki de iddia edildiği gibi sadece gözlem yapmaya devam etti. Burası muamma.
Notlarının büyük çoğunluğunu Galapagos Adaları’ndaki gözlemlerinin yer aldığı gözlemler kaplamaktadır.
Doğal seleksiyon
Teorinin kendisi gibi teoriyi oluşturan mesnetler de yanlış anlaşıldı, anlaşılmaya devam ediyor.
Doğal seleksiyon ya da doğal seçilim, belirli bir türde dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarabilmeleri yoluyla işleyen evrimsel mekanizmadır. Yani doğaya uyum sağlayan canlıların değişim geçirmesi gerektiğini ve bu sayede hayatta kalmasını ifade eden bir mekanizma.
Nesilden nesile aktarılan kalıtsal özellikler canlının kodlarıdır. Yaşamak için bu kodlarla birlikte uygun olacak şekilde değişen çevresel koşulların benimsenmesi gerekir. Sağlanan uyum, canlının yaşam serüvenini devam ettirir.
Bu da demek oluyor ki doğal seleksiyon sadece bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireyleri ayıklar. Yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çıkaramaz. Darwin de bu gerçeği “faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz” şeklinde özetlemiştir.
Ortak ata konusu
Teorinin belkemiği olan “ortak ata” konusu Darwin’e yönelen saldırıların da sebebi. Çünkü Darwin, “ortak atadan geliyoruz” dediğinde bu kulaktan kulağa “dedemiz maymunmuş… Maymundan evrimleşmişiz” gibi aslı astarı olmayan mahalle arası, kapı önü dedikoduları gibi yanlış, bilimsel gerçekten uzak birer palavraya ve iftiraya dönüştü.
İşin aslı ise, Darwin canlıların ortak özelliklerine ilişkin bir varsayımda bulunuyordu ve ekliyordu; “İnsan dahil tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrilmiştir.” Bunu yaparken de kitabın ilk beş baskısında evrim anlamına gelen “evolution “ yerine “descent with modifications” yani değişikliklerle türeyiş şeklinde özetlemiştir. Eserin altıncı baskısında ise direkt “evolution”u kullanılmıştır.
Sözün özü; Darwin, insanın maymundan evrildiğini söylememiştir. Ona göre maymunların türü ile insan türü akrabadır ve iki tür arasında en az bir ortak ata vardır.
Darwin bu teorisini açıkladıktan sonra beklenen tepkiler almış olsa da geri adım atmaktan uzak durmuştur. Gözlemlerine, araştırmalarına ve yeni teoriler yaratmaya, yarattığı teorileri geliştirmeye devam etmiştir. Dünya da 1930’lu yıllara geldiğinde bu teorinin dayandığı varsayımı kabul edecek “kanıtları” kabul etmiştir.
Kahramanımız, devam ettiği araştırmaları yayımlamayı da sürdürdü. “Türeyişi, ve Cinsiyete Mahsus Seçilim” kitabında insan evrimini ve cinsel seçilimi inceledi. “ İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi” adlı kitabında ise insanların ve hayvanların duygularını ifade ediş şekilleri arasındaki benzerlikleri ortaya koydu.
Darwin’den önceki “evrimsel” tartışmalar
Evrim teorisi Darwin ile başlamamıştır. Çok daha eskilere uzanan köklü bir tartışmanın son şeklini Darwin belirlemiştir. Bu nedenle de Darwin’i bugün hala rahatlıkla dinsiz olduğunu ileri sürerek suçluyoruz. Çamur atarsak izin kalır belki. Umut işte.
Darwin’den önceki tartışmalara değnmemiz gerekiyor ki bu sayede M.Ö 5. yüzyıla uzanabiliriz. Antik Yunan’da doğa ile ilgilenen filozoflar konuya yönelmiş ve evrimi anlayabilmek için kafa yormuşlardır. Bilinen ilklerden biri Empedokles’tir. Dört elementten yola çıkan filozof, ortama en uygun düşen varlığın yaşayacağını belirtmiş ve ayrıca tüm varlıkların rastlantı sonucu meydana geldiklerini ileri sürmüştür.
Aynı coğrafyadan bir başka evrimci filozof ise Aristoteles’tir. Ona göre, her oluş, maddenin form kazanması olup, evrim, bu bağlamda formların durmadan, kesilmeden, atlama yapmadan açılması demektir. Evrende, bir tohum hangi bitki veya hayvanın tohumuysa, o bitki veya hayvanı meydana getirmeye yönelten bir amaçtır. Bu amaç durağan olan formun etkisi altında gerçekleştiğinden, bireyler kalıcı olmasalar bile, türler ve cinsler daima kalıcıdırlar ve değişmezler. Bireyler ise bağlı bulundukları türün esas biçiminden kesinlikle sapamazlar. Al sana mis gibi evrim teorisinin nüvesi.
Evrim teorileri konusunda bir başka tartışmanın odağında Katolik bilim insanı Jean-Baptiste Lamarck bulunmaktadır. Ortak atadan evrimleşme konusunda Darwin’in yanı sıra bilmemiz gereken başka bir isimdir.
Öte yandan Robert Chambers ise Darwin’e esin kaynağı olmuş bir başka evrimcidir. 1844 yılında Yaratılış’ın Doğal Tarihi’nin İzleri (Vestiges of the Natural History of Creation) isimli bir kitap yayımlandı. Bu kitapta insanların bir hayvan olduğu görüşüne yer veriliyordu. Bu görüş, Chambers’ın haddiden fazla düşman kazanması için yeterli bir sebepti.
Müslüman bilim insanı Darwin’i destekliyor
Bir başka örnek için 776 yılına uzanıp Basra’ya gitmek zorundayız. Çünkü Müslüman bir bilim insanı Darwin’i yaklaşık bin yıl öncesinden destekliyor.
Irak’ın Basra bölgesinde yaşayan El Cahiz adıyla bilinen Müslüman bir filozof Kitab-ül Hayvan adlı kitap yazar. Kitapta hayvan türlerinin doğal seleksiyon adını verdiği bir süreç içindeki değişimlerine dair gözlemler ve araştırma sonuçları yer alır.
Basra’ya El Cahiz’in en ünlü eseri olan bu kitapta 350 farklı hayvanın anlatılıyor. Darwin’in genişlettiği yoldan rahatça ilerlemek isteyen El Cahiz’e göre hayvanlar “ varoluşlarını sürdürmek ve mevcut kaynaklar için, başkasına yem olmamak, üreyebilmek için bir mücadele yürütürler… Çevre faktörleri canlıların hayatta kalabilmesi için yeni özellikler geliştirmesinde, dolayısıyla onların yeni türlere dönüşmesinde rol oynar. Hayatta kalmayı ve üremeyi başaran hayvanlar başarılı özelliklerini yavrularına geçirirler.”
El Cahiz, canlılar aleminin hayatta kalabilmek için sonsuz bir mücadele olduğunu ve daima bazı türlerin diğerlerinden daha güçlü olduğunu açıkça ifade ediyor. Darwin ile ağız birliği yapmışçasına…
Mendel etkisi
Darwin hakkındaki bir başka iddia da kendisinin Mendel’in çalışmalarını ciddiye almadığı ve onu küçümsediği yönünde.
Darwin’in Mendel’i küçümsediğine dair bir kanıt ya da emare olmadığı gibi Darwin’in Mendel’in 1865’te yayımladığı araştırma kitabını okuduğu ve değerlendirmeye çalıştığı bilinir. Ancak iki bilim insanının bilimsel araştırmaları açıklamaktaki yöntemlerinin farklı olması Darwin’in Mendel’i anlamakta zorluk çektiği ifade edilebiliyor. Buna dayanak olarak Mendelin kavramları açıklarken matematiksel bir yöntem belirlediği belirtiliyor. Halbuki Darwin’in yöntemi bundan çok daha farklı.
Darwin, bilim insanıydı ve bunun gerekliliğini yerine getirip bilim dünyasına inanılmaz bir katkı sunmuştur. Kendisi de bunun getirilerinin zorlayıcı olduğunu biliyordu ama buna rağmen vazgeçmedi.
“Beynin bir yan ürünü olan düşünce, maddenin bir özelliği olan kütle çekiminden niçin daha hayret verici olsun? Bu bizim kibrimizdir.”