Balık sezonu açıldı. Fiyatlar henüz istenilen seviyede olmasa da hepimiz özlem ve heyecanla yeniden balık keyfi yapacağımız günleri bekliyoruz. Bekle bekle nereye kadar diyenlerimiz de az değil. Reyonlarda iri gözleri, besili şiş göbekleriyle koca koca çipuralar, levrekler bize bakıyor, çiftlik olsa da balık balıktır diyerek satın alıp afiyetle mideye indiriyoruz.
Belki de balıklar bizim gibi düşünmüyor
Kimi zaman çiftlik balıklarıyla ilgili olumsuz sözler duysak da bunları pek kafaya takmıyoruz. Çünkü balık konusunda yıllardır bildiğimiz ve inandığımız kimi “güvenilir” gerçekler var. Denizden babam çıksa yerim lafı boşuna girmemiş günlük yaşamımıza.
Dünya hızla değişiyor, her duyduğuna inanma
Balık sağlıktır, Omega 3 içerir, haftada en az bir defa yemeliyiz, çocuklarımıza yedirmeliyiz. Çiftlik balığı da sağlıklıdır, sonuçta denizde yetişiyor, deniz bu, doğal işte anlasana, kendi ekosistemi var, kiri pası barındırmaz.
Her gün somon yiyiyorum, okyanus balığı kadar sağlıklıyım
Hele somon? Tam bir sağlıklı besin kaynağı, yıllardır tüm doktorlar somon yiyin, en güzeli somon diyorlar. Ayrıca pişirmesi, servisi, ismi, tadı falan da çok havalı. Hem yurt dışında da varmış, zararlı olsa yurt dışında olmazdı. Büyük marketlerde de satılıyor, bi zararı olsa onların denetiminden geçemezdi. Bu ve bunlar gibi kalıplaşmış fikirlere biraz daha temkinle yaklaşmamızın zamanı geldi. Çünkü kültür balıkçılığı halâ yolunu arayan, neyi, nasıl, hangi koşulda üreteceğinin araştırmalarını yapan bir sektör.
Artan nüfus ve tüketime ne deniz dayanıyor ne okyanus
Balık birçoğumuz için hem ağız tadımızın hem de dietimizin önemli bir unsuru. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre tüm dünya ihtiyacı olan proteinin %17’sini balıktan karşılıyor. Kimi kıyı ya da ada ülkelerinde bu oran % 70’lere çıkıyor. Dünya Kaynakları Enstitüsü‘nün verilerine göre yetiştirme balık rakamları gün geçtikçe katlanarak artıyor. 2050 yılına geldiğimizde veriler günümüz rakamlarının iki katından fazlasına ulaşmış olacak ve bu durum hem çevre hem de insan için korkutucu sonuçlar doğuracak.
Bütün dünyayı komple yesek doyabilecek miyiz?
Dünya Kaynakları Enstitüsü’nden Richard Waite, okyanuslar, denizler, göller ve nehirlerdeki avlanmanın artık limitlerine ulaştığını, böylece kültür balıkçılığı endüstrisinin patlama yaptığını ifade ediyor ve ekliyor: Bu artış katlanarak devam ettiği takdirde, endüstrisinin çevreye verdiği yıkım da katlanarak artacak. Kültür balıkçılığının 2050’de geleceği nokta şimdiden korku verir boyuta ulaşmış durumda.
Sarıkız da pek nazlı
Hayvansal protein kaynakları arasında dünyadaki hala en çevre dostu besin türü deniz ürünleri. Balıklar, ineklerin çevreye zarar verdiğine inanılan malum gazları çıkarmıyorlar. Ayrıca etleri başka sektörlerde kullanılmak üzere kolayca dönüştürülebiliyor. Waite’e göre 2050 yılına kadar 80 milyon ton balık yetiştirmek, 80 milyon ton et yetiştirmekten daha masrafsız ve etkili bir çözüm. Yani kontrol edilebilir yetiştiricilik fakir dünyanın beslenebilmesi için çok daha basit bir yol.
Deniz balığı bitti diye çiftlik balığı üretmek, çiftlik balığına yem olarak deniz balığı vermek!?
Diğer yandan büyük ölçekli yetiştiricilik çevre için yıkım demek. Kültür balıkçılığında saçma bir kısır döngü var. Çiftlik balıklarının büyük bir kısmı canlı yemle besleniyor. Yani çiftlik balığı üretmek için doğal balıklar yakalanıp yem yapılıyor. Özellikle hamsi gibi küçük türlerden tonlarcası sadece bu iş için avlanıyor. Denizlerde bu tip küçük balıklarla beslenen türlerin besin kaynakları hızla tükeniyor. Yani soruna bulunan çözüm, aslında sorunu yeniden üretiyor.
Komşunun balığı komşuya kaz görünür
Ayrıca balıkların aynı bölgede kapalı halde yaşaması kirliliğe sebep oluyor. Ülkemiz özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında yıllardır bu sorunla boğuşuyor. Hatta komşumuz Yunanistan’daki firmalarının ülkemizdeki yasal boşluklardan faydalanarak kendi çiftliklerini bizim kıyılarımızda kurduğu da biliniyor.
Denizde yetişmiyorsa ne yapalım, toprağa mı ekelim?
Bu duruma çözüm kapalı doğal alanların belirlenmesiyle bulundu. Örneğin göl ve akarsu deltalarında kurulan çiftliklerde her yıl milyonlarca ton balık üretiliyor. Ama bu tip sular açık denizde olduğu gibi döngülere sahip değiller, yani kendi kendilerini temizleyemedikleri için kısa sürede kirlenip ölüyorlar.
Okyanustaki balıklar çiftliklerdeki balıklarla evlenip, çocuk yaparsa?
Başa dönelim, o halde çözüm açık deniz: Okyanus? Pek değil çünkü açık denizdeki sorunlar daha da kontrol edilemez. Her yıl açık denizlerdeki çiftliklerden milyonlarca balık kaçıyor. Siz olsanız siz de kaçarsınız çünkü durum pek de yaşanılası bir ortam sunmuyor.
Çiftliklerde üreyen parazitler, yem artıkları ve yağlarının yarattığı kirlilik de cabası. Duruma isyan eden kimi cengaver somonlar okyanusa kaçarak özgürlüklerini ilan ediyorlar. Asıl sorun bu noktada başlıyor çünkü antibiyotik ve diğer koruyucu ilaçlarla haşır neşir olan üretim balıklar doğadaki balıklarla etkileşime girdiklerinde gen havuzu bozulmaya başlıyor ve milyonlarca yıldır süregelen türlerin kusursuzluğuna kimya bulaşıyor. 2000’li yıllarda Kanada’daki açık deniz yetiştiriciliği doğal dengeye ciddi hasarlar vermiş ve yeni çözümler düşünülmeye başlanmıştı.
Antibiyotik töleransı ne ola ki
Balıklara verilen kontrolsüz doz antibiyotik haliyle insanlara da geçiyor. İnsanlar antibiyotikli balıklar ile antibiyotiğe karşı direnç kazanıyorlar. Yani hasta olduğumuzda aldığımız antibiyotik işe yaramaz hale geliyor. Bu nedenle de kanser ve diğer hastalıklar giderek artıyor.
Orman yok etmenin çok halini gördük ama karides bunlardan biri değildi
Çiftliklerin bulaşıcı hastalıklar için de bir üreme ortamı oluşturdukları biliniyor, ya da başka türlerin yaşam alanlarını tehdit ettikleri. Sadece denizin doğal bireyleri olan vahşi balıklar değil, örneğin Endonezya’da karides yetiştirmek için dünya üzerinde az sayıda kalmış su basar(longoz) ormanları kesiliyor.
Eski zamanlarda büyük balık küçük balığı yerdi
Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün açıklamalarına göre yetiştiricilik şu an yapıldığı biçimde olmak zorunda değil. Karada kurulacak fabrikalar hem denizdeki baskıyı önleyebilir hem de bu balıkları beslemek için yeni çözümler üretebilir. Bu uğurda gelişecek teknolojilerin desteklenmesi gerektiği düşünülüyor; ancak bu sefer de ortaya tuhaf durumlar çıkıyor. Örneğin Güney Afrika’da yetiştirilen somonlar artık denizden avlanmış balıklarla değil sineklerle besleniyor.
Norveç somonu balık halinde satılmıyor
Evet kuzeyin soğuk ve sağlıklı sularından geldiğine inanılan o meşhur Norveç somonları dünyanın bir çok yerinde üretiliyor, hem de bu tip yeni tekniklerle. Doğal yollarla ve yaşadığı yerde avlanmış bir somonun fiyatı emin olun birçoğumuzun alamayacağı kadar yüksek. Zaten bırakın süpermarkete ya da balıkçınıza gelmesini, tutulduğu anda lüks restoranların şefleri tarafından havada kapılıyor.
Siz yine de deniz balığından şaşmayın
Tüketilen kimi balıklar yapay yemle beslenemedikleri için üretilmeleri sorunlu ve masraflı oluyor. Bitmek bilmeyen tüketim kültürü enteresan yöntemlerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor. İster istemez canlı gıda üretimi hızla plastikleşiyor, yapı böyle devam ederse sağlıklı gelecekler kalıbı sadece bir soru işareti olarak kalacakmış gibi duruyor.
Bakakalırım giden balığın ardından
Sağlıklı olsun diyerek satın aldığımız somon bu sene karasinekle, seneye üretilmiş karasinekle, ondan sonraki sene genetiği değiştirilmiş karasinekle beslenmiş olabilir. Bu durumda o somon hala bir somon mudur sorusunu sormak gerekiyor. Aynı durum cansız yemle beslenen balıklarda da geçerli. Balığa bu kadar insan elinin değmesi sonunda onun tamamen elimizden kaçıp gitmesine sebep olacak. Doğal balık filmlerde kalacak.
Midye dolma yiyeceğimize pil emeriz
Dünya Kaynakları Enstitüsü’nden Richard Waite, kültür yetiştiriciliğin yıkıcı olmak zorunda olmadığının altını çiziyor. Üretimdeki seçeneklerden, örneğin midye ve istiridye gibi yumuşakçaların dünyadaki en etkili besin alım yöntemlerinden biri olabileceğini ekliyor. Bu türlerin ne temiz suya ihtiyaçları var, ne yetiştirilmek için özel bölgelere, ne de sıkça yemlenmeleri gerekiyor. Hatta bulundukları bölgeyi kendileri temizliyorlar (bölgede yaşanabilir bir su kalitesi olması halinde). Bizim sularımızda çıkan midyeler bu kategoriye asla girmiyor; çünkü içlerinde kirlilikten dolayı hayli ağır metal barınıyor. Uzmanlara göre Marmara’dan çıkmış midye yemek pil emmekle aynı kapıya çıkıyor.
Çinekop, sarıkanat alma, alırsan martılar kovalasın seni!
Kontrol yöntemleri ya da koruma politikaları geliştirilse dahi kültür balıkçılığının dünyadaki besin sorununa bir çözüm olabilmesi mümkün gözükmüyor. O eskimeyen sözü hatırlamakta fayda var, doğa bir şekilde kendine ait olanı geri almayı hep biliyor.
Doğal olanın değerini artık bilmeliyiz. Bu uğurda çalışan sivil toplum örgütlerinin sözlerine kulak asmak çok önemli. Twitter’da #lüferkorumatimi‘nin hashtag’ini takip ederek, hangi balığı, hangi boyda, ne zaman almamız gerektiğine dair bilgiler bulabilir, biz de deniz balıklarını bilinçli tüketmeye başlayabiliriz. Kim bilir belki bu şekilde çocuklarımız da gelecekte doğal balık yüzü görebilir.