“Bu Dünyadan Nâzım Geçti”, Vala Nureddin (Va-Nu) tarafından kaleme alınmış bir tür biyografi kitabı. Nâzım Hikmet’le olan hatıralarından derlenen kitapta, şairin kişisel değişim ve gelişimine dair pek çok önemli noktayı görebilmek mümkün.
Dönemin siyasi ve sosyal yapısı, sanatın hayatın neresinde durduğuna dair gelişimler ve birçok önemli nokta detaylıca aktarılıyor. Ayrıca Nâzım Hikmet’in şiirlerindeki değişimler de kitapta şiirlerden örneklerle gösteriliyor. Böylece zaman içerisindeki her değişim, açık bir biçimde anlaşılabiliyor.
Bu derleme, aynı zamanda Nâzım Hikmet’in hayatındaki önemli virajları da gösteren bir tür belge niteliğine sahip.
“Nâzım Hikmet’in çocukluk ve gençlik arkadaşıyım…”
“…Anadolu’daki, Kafkasya’daki, Rusya’daki maceralı seyahatlerinde siyasi fikirleri ve estetiği gelişirken yanında tek görgü şahidi bendim. O bakımdan hatıralarımı naklederek birinci elden vesikalar bırakmak, mukadderatın bana yüklediği borçtur…”
“Hafızası zayıf olup eski günlerle uğraşmadığı için, çocukluk hayatına dair hemen hiç hatırası yoktu…”
“…Bir amnezi geçirmiş gibiydi. Sonraları, bütün melekeleriyle birlikte hafızasının da kuvvetlendiğinin delilini, 1951’lerden itibaren ölünceye kadar memleket hatıralarını yansıtan ve hasret ifade eden şiirlerinde buluyoruz.”
“Gelişme devri Nâzım’da ortalama insanınkinden daha gecikmeli olmuştu…”
“…Benliğinin bir kısmı, hafızasızlık, yatılı okul, dost ve eş vasilliği, hapishane hayatı yüzünden bir bakıma çocuksu kalmışken, benliğinin sanatkâr bölümünde, buluğla birlikte bir sıçrama olmuştu bilinçaltından.”
“Nâzım’ın ilk sevgilisi, Sultan Hamit devrinin ünlü valilerinden birinin kızı Sabiha Hanım’dı…”
“…Kendisini hiç görmedim. Fotoğraflarını da görmedim. Fakat gençlik haliyle köşe başında karşıma çıksa da profilinden görsem, minimini kalkık burnuyla onu mutlaka tanıyacağım. Ve rimelin henüz icat edilmediği devirde, rimelli gibi gür kirpikleriyle… Zira on altı, on yedi yaşlarındayken Nâzım, elinde kalem kağıt bir şeye daldı mı, kendinden hayli büyük olan bu Sabiha’nın resmini çizer dururdu. Plajda, bahçede kumlara da çizerdi. Ona dair yazdığı ‘Gözleri Siyah Kadın’, gençlik devrimizde çok kimsenin aklındaydı.”
“Nâzım’ın çevresinde de onu İstanbul’dan iteleyen nice olaylar geçiyordu…”
“…Mesela, annesi Celile Hanım’ın oturduğu apartmanın karşı dairesinde işgal kuvvetlerinin subayları, edepsizliği o kerteye vardırmışlardı ki, pek coşkun mizaçlı Celile Hanım, çıldıracak hale gelmiş. Tek başına protesto mitingi tertiplemiş. Dikkati çekip sokağa kalabalık toplamak için, mutfağa koşmuş. Eline geçirdiği bir boş tencereye havan elini vura vura balkonda gümbürtü koparmış. Velvele üzerine kalabalıkla beraber subaylar da heyecanlanmış. Fransız subayları, ihtimal mi çıktı, Türkler mi ayaklandı diye bitişikteki balkona fırlamışlar…”
“Nâzım, anasıyla babası ayrıldığı için normalliğini kaybeden evinde daima kalamıyor, bazen hısım akrabasında yatıyor, bazen biz bohem şair ve edebiyatçılara katılıyordu…”
“…24 saatlerini, 48 saatlerini, aramızda, rüzgâra kapılmış yaprak gibi şurada burada, dost evlerinde, yar evlerinde, kahvelerde, otel odalarında edebiyat ve siyaset münakaşalarımız ortasında geçiriyordu…”
“Şiirde karşıtlık bayraktarı Nâzım’dı. O, ‘sanat sanat içindir’ prensibiyle, ‘sanat gaye içindir’ prensibini karışım haline getirmeye çabalıyordu…”
“…Bu amaçla laboratuvar çalışmalarına şimdiden girişmişti. O devir şairlerine genellikle hükmeden kadınsı, çıtkırıldım, çelebice edalara, sedalara büsbütün zıt, yüksek perdeden, kabadayı, bahadır, dövüşken edaları, sedaları benimsedi…”
“Sirkeci rıhtımından vapura bineceğimiz sırada, tanıdığımız bir ‘millici’ polis komiseri, bizi ürkütmemek için sesini tatlılaştırarak fısıldadı…”
“…Üzülmeyin ama bir tehlike var. Kızkulesi açıklarında işgal ordusunun kontrolu gemiye gelecekmiş. Son günlerde baskı arttı. Milli mücadeleye katılmaya gittiğiniz anlaşılırsa, Arapyan hanını boylarsınız. (Siyasi mevkufları buraya atıyorlardı. Akıbetleri de bilinmiyordu.) Mürur tezkerelerinizde ‘yumurta taciri’ diye yazılmasına rağmen sizin münevver insanlar olduğunuz meydana çıkarsa, milli mücadele uğruna çalışan polisler de zarar görür. Bu sebeple kontrolu atlatmalısınız. Yeni Dünya vapuru pamuk yüklemiş gidiyor. Güvertedeki çuvallar arasına mümkün mertebe saklanın.”
“Nâzım, cebinde daima küçük bir ayna taşırdı…”
“…Hani şu arkasında zenci kız resmi vardır. İki seyyar topu gözlerine oturtursun, Arap fıldır fıldır bakar. Aynasını çıkardı. Kendini bir temaşa etti. Beğendi. Sonra daha ustutuplu olmak için, yine cebinden hiç eksik etmediği tarağını çıkardı. Çok güzel olan ve kızların bulunduğu yerlerde mutlaka sükse yapan saçlarını iyice taradı. Favorilerini de burnu istikametinde düzeltti. Giydi kalpağını, Heeeyt!”
“Nâzım’ın, sırtında gece entarisi, sedirden kalktığını hatırlıyorum. Ceketini buldu. İç cebinden bir kalem çıkarttı…”
“…Sofaya gitti. Ben de merak edip arkasından yürüdüm. Duvara bir şey çiziyordu. Yepyeni badanalanmış bembeye< duvara. Dikkat ettim. Evvela bir Anadolu haritası, sonra Akdeniz sınırları, İtalya, İsviçre, Almanya gözükmeye başladı. Coğrafyası kuvvetliydi Nâzım'ın... Ressamlığı da vardı. İyi harita çizerdi..."
“Yıllar sonra Nâzım, hapishane hayatında yemek pişirmesini mükemmel öğrendi…”
“…Bursa’da ziyaretine gittiğimizde bize kendi pişirdiği yemeklerden ikram ederdi. Aftan sonra evimde misafir olduğu devirde, keyfi istedikçe mutfağa girer, yemek yapardı. İş görürken türkü tutturmak adetiydi. 1950’lerde moda olan bir türküyü: ‘Yenin onu ninesi’ türküsünü tekrarlayarak püre yapışı hepimizi uzun uzun güldürmüştü…”
“Hollanda Bankası’ndaki odamıza döndüğü zaman, hayvan iskeleti gibi masanın üzerine muzaffer bir eda ile bir tomar kağıt fırlatmıştı…”
“…’Eski usul vezinle kafiyeye paydos!’ diye haykırmıştı. Bu kağıtlarda Türk edebiyatının ik serbest mısraları vardı. XX. yüzyılın Dğnya Savaşı bir yana bırakılırsa, belki de en büyük felaketlerini tasvir ediyordu. Nazım, yazdıklarını, odada bulunan Şevket Süreyya ile bana heyecanla okudu. Ve bu şiir şeklini onaylattı. Denektaşına vurdu kendini… Şiir ilk önce Rusya’da basılmıştır. 835 satır isimli kitabında varsa da altındaki tarih, 1932 olarak yanlış atılmıştır, 1922’dir.