“Her zaman keşfetmek için bak” sloganıyla 20 yılı aşkın süredir doğa severlerin hayallerine dokunan Atlas Dergisi ülkemizin benzersiz antik sahillerini sizler için seçti. Binlerce yıllık hikayelerin, mitlerin ve gizemlerin kentleri denizle buluşuyor. Antik limanlar doğayı, tarihi ve dünyayı yeniden keşfetmek için…
Ainos, Enez – Edirne
Fotoğraf / Cüneyt Oğuztüzün
Antik Ainos, ya da bugün Edirne’nin bir ilçesi olarak bildiğimiz Enez, Doğu Trakya’nın en önemli ırmaklarından Hebros, yani Meriç’in ağzında kuruluydu. Ainos adını ilk olarak Homeros’un Iliada’sında duyarız. Mitolojide yer bulan bu antik kente sırasıyla Aiolialılar, Mtyleneliler ve Kymelilerin yerleştiği anlaşılıyor. Buna göre, Ainos İÖ 7. yüzyıldan itibaren bir şehir devleti olarak gelişmiş.
Meriç’in denize döküldüğü körfezin kıyısındaki bir yarımadanın üzerine kurulu kentin iki limanı bulunuyordu. Antikçağda büyük bir körfez olduğu bilinen bu bölge, Meriç’in yüzyıllar içinde sürüklediği alüvyonlarla bir deltaya dönüşmüş, bu deltanın oluşumu sırasında Ainos’un limanları da alüvyonlarla dolmuştur. Bunun sonucunda bugün Enez, kıyıdan 3 buçuk kilometre içeride kalmıştır. Antik Ainos kentinin ilk kurulduğu yer olan akropoliste, yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Enez Kalesi, daha sonra geliştiği alanda da günümüzdeki Enez ilçesinin mahalleleri bulunuyor. Korunaklı limanı ve Batı Karadeniz ile Ege kıyılarından gelen yolların kesişme noktasında bulunmasından ötürü yüzyıllar boyu ticaret merkezi olması sayesinde Enez yöresi hep önemini korumuş. Bugün ise sessiz ve sakin bir yer oluşundan ötürü, özellikle büyük şehir gürültüsünden kaçmak isteyenler için uzun kumsalı ve temiz deniziyle çekici seçeneklerden biri olarak görülüyor.
Kydonia, Ayvalık – Balıkesir
Fotoğraf / Sinan Çakmak
Antikçağda Adramyttenos, yani Edremit Körfezi’ndeki irili ufaklı adalar topluluğu “Hekatonesos” ismiyle tanınıyordu. Kydonia, ya da bugün bildiğimiz haliyle Ayvalık ilçesinin hemen kıyısında yer alan adaların ismi, en büyük ada olan Nesos, yani şimdiki adıyla Cunda’nın baş tanrısı Apollon’un takma adı “Hekatos”tan geliyordu. Kydonia’nın kurulu olduğu yerde bulunan çanak çömlek parçacıklarından, buranın Helenistik ve Roma çağlarında varlık göstermiş bir yerleşim olduğu anlaşılıyor. Tahminlere göre Kydonia antik kenti en parlak dönemini Roma döneminde yaşamış, Bizans döneminde ise önemini yavaş yavaş yitirmişti. Kent, 15. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı egemenliğine geçti. Kydonia ve Nesos antik kentlerinin bulunduğu bölge, yerleşim olarak günümüze kadar ulaşmış. Özellikle doğal güzellikleriyle ilgi gören Ayvalık ve Cunda Adası, pırıl pırıl denizi, çam ve zeytin ağaçlarıyla çevrili tepeleriyle Ege’nin en önemli turizm merkezlerinden biri.
Myndos, Gümüşlük – Bodrum
Fotoğraf / Tolga Sezgin
Bodrum Yarımadası’nın batı ucundaki Gümüşlük, Muğla’nın en şirin ve en iyi korunmuş tatil beldelerinden. Gümüşlük, antik Myndos kentinin kalıntılarıyla iç içe geçmiş durumda ancak yapılaşma nedeniyle günümüze çok az iz ulaşabilmiş. Myndos, Karia bölgesinin kentlerinden biriydi. Kentin kuruluşuyla ilgili birçok efsane var. Myndos ilk kurulduğu zaman çevre duvarlarının uzunluğu üç kilometreden fazlaydı ve dönemin büyük kentlerinden biriydi. Bir kıyı kenti olduğu için birçok gemiye sahipti. İÖ 44’te Sezar’ı öldürdükten sonra Roma’dan ayrılmak zorunda kalan Brutus ile Cassius’un donanması da bir süre Myndos limanında barındı.
Roma’da imparatorluk yönetiminin kuruluşunu izleyen ilk yüzyıllarda, Batı Anadolu kentlerinin çoğunda kendini gösteren büyük kalkınma ve gelişmeden Myndos payını alamadı ve diğer Karia kentleri gibi yavaş yavaş sönüp gitti. Gümüşlük’e gelirken sağda ve solda tarihsel kaya mezarları göze çarpıyor. Yöreye gelen gezginler 1800’lerde bir tiyatro kalıntısından da söz ediyor ama taşları yeni yapılarda kullanıldığından günümüze ulaşamamış. Gümüşlük’ün hemen karşısında, üzerinde antik kalıntılar bulunan Tavşan Adası uzanıyor. Adaya sığ denizden yürüyerek ulaşılabiliyor. Gümüşlük manzarası ve doğal güzellikleriyle de dikkat çekiyor. Özellikle günbatımlarıyla ünlü olduğunu hatırlatalım.
Iotape, Alanya – Antalya
Fotoğraf / Turgut Tarhan
İotape, Alanya’nın 33 kilometre doğusunda konumlanmış, Gazipaşa’ya sekiz kilometre uzaklıkta, tarihle doğanın buluştuğu bir Roma kenti. Adını Kommagene Kralı 4. Antiokhos’un karısı Iotape’den almış. Bir yarımada üzerine konumlanan bu dağlık Kilikia kentinden günümüze ulaşan kalıntıların çoğu Roma ve Bizans dönemine ait ve oldukça yıpranmış durumda. Ortasından karayolu geçtiği için dağınık bir yerleşim gösteren ören yerinin kayda değer kalıntıları arasında akropol, hamam, ortaçağ kalesi, birçok anıtsal mezarın yer aldığı kuzey ve doğudaki tepelerde bulunan nekropol alanı ve güneydeki tapınak sayılabilir. Denize doğru uzanan yüksekçe bir burun, kentin akropolü durumunda. Akropolün karaya bağlandığı vadide, doğu-batı yönünde uzanan liman caddesi yer alır. Kentin günümüze kadar gelebilmiş yapılarından birisi de hamam.
İotape antik kentine ait nekropol kuzey ve doğudaki tepeler üzerinde. Nekropolde anıt mezarların yanı sıra tonoz örtülü küçük mezar yapıları da yer alıyor. Bugünkü Akdeniz kıyı yolu, bu Roma kentinin ortasından geçer. Küçük bir restoran ve çardağın dışında herhangi bir yapının bulunmadığı İotape sahiline çadır kurabilir, antik kentin gölgesinde denizin tadını çıkarabilirsiniz.
Simena, Demre – Antalya
Fotoğraf / Tolga Sezgin
Simena’ya (Kaleköy) eğer orada bir hava aracı pistiniz yoksa, sadece ve sadece denizden ulaşabilirsiniz. Denizden baktığında, bütün evleri dimdik bir kayanın üzerine yerleştirmişler sanabiliyor insan. Akropol üzerine kurulmuş surlarla çevrili bu yerleşim, yapı kalıntıları gözlemlenebilen kayalık bir ada olan Kekova’nın (Dolichiste) tam karşısında yer alıyor. Yaklaşık sekiz kilometre uzunluğundaki Kekova Adası, çevresindeki Kaplan Adası, Papaz Adası gibi adalar ile bir topluluk oluşturuyor. Bu liman grubu içinde Simena’nın akropol ve kıyı yerleşmesiyle geleneksel bir görünüm taşıdığı söylenebilir.
Simena’nın, burada ortaya çıkarılan yazıtlarla kanıtlanabilen tarihinin İÖ 5. yüzyıla dayandığını söyleyebiliyoruz. Simena’da akropolde kale, tiyatro, tapınak, kilise ve Türk döneminde cami olarak kullanılmış yapı, kaya mezarları, lahitler ile tarihi kalıntılar izlenebiliyor. Simena, Aperlai sympolitinin dördüncü kenti olarak geçmiş tarihe. Dahası, bu yerleşimin de diğer komşuları gibi bir kesiti su altında kalmış.
Tenedos, Bozcaada – Çanakkale
Fotoğraf / Sinan Çakmak
Tenedos, Bozcaada’nın antik adı. Çanakkale Boğazı’nın güney batısındaki Gökçeada ve Marmara Denizi’ndeki Marmara Adası’ndan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Şüphesiz Bozcaada deyince akla önce güzel manzarası, limanına sıralanan lokantaları, güneşi ve altın sarısı kumsalları ile berrak denizi geliyor. Tarihi taş ve ahşap evleri ise adaya ayrı bir şirinlik katıyor. Antik kaynaklarda adayla ilgili bilgilere rastlanıyor; özellikle doğu kıyısındaki iki limandan söz edilir. Stratejik konumu ve limanları nedeniyle hep gözler üzerinde olmuş. İÖ 4. yüzyılda Pers, İÖ 63’te de Roma işgaline uğramış ve yağmalanmış. Bir süre de Venedik işgali altında kalmış. Osmanlı topraklarına ise 15. yüzyılda katılmış.
Adadaki önemli tarihsel yapılardan biri Bozcaada Kalesi. Diğeri de 1657’de yapılan Köprülü Mehmet Paşa Camii. Venediklilerden kalan kale II. Mehmet döneminde onarılmış. Daha sonra da limandan daha içerilerde ikinci bir kale yapılmış; “Yenikale” deniliyor. Adanın batı köşesinde yer alan Polente Deniz Feneri de görülmesi gereken zarif bir yapı. Adada tek yerleşim yeri liman çevresinde kurulmuş olan Bozcaada’dır. Ezine’deki Geyikli Odunluk iskelesinden kalkan feribotlarla ulaşılıyor.
Ada topraklarının yaklaşık üçte birini bağ alanları kaplıyor. Bu tarihi adada yüzmek ayrı bir zevk. Ayazma Plajı, Sulubahçe ve Habbele koyları ise yüzmek için ideal yerler. Sakinlik isteyenler Tuzburnu Plajı’nı da tercih edebilir.
Kytoros (Gideros), Cide – Kastamonu
Fotoğraf / Yıldırım Güngör
Kytoros , Kytoron ya da Kitoros şeklinde yazılan antik yerleşim günümüzde, Kastamonu-Cide’ye bağlı Kalafat Mahallesi’nin sınırları içinde yer alıyor Gideros Koyu’na konumlandırılıyor. Geçmişinin İÖ 15. yüzyıla kadar uzandığı düşünülüyor. Homeros İlyada adlı eserinde, İÖ 12. yüzyılda geçen savaş sırasında Kytoros’tan, Troia saflarında yer alan Paphlagonia gemilerinin sıralanışını anlatırken söz eder. Strabon ise Antik Anadolu Coğrafyası’nda, Kytoros’un bir zamanlar Sinopelilerin ticaret yeri olduğunu söyler. “Appenobs’a göre” der, “burası ismini Phryksos’un oğlu olan Kytoros’tan almıştır.” Phryksos’un oğlu ise Argonautlar adlı ünlü mitolojik öykünün baş kahramanlarındandır.
Yemyeşil ormanlarla çevrili doğal bir liman Gideros Koyu; 130 metre genişliğinde küçük bir boğaz ile denize bağlandığı için göl gibi görünüyor. Korunaklı yapısından dolayı tarih boyunca, fırtınalı havalarda Karadeniz’in dalgalarından kaçan gemicilerin sığınağı olmuş. Koyun suyu ise her zaman sakin ve berrak. Gideros’ta yüzmek, balık tutmak, keyifli tatil yapmak için en uygun zaman ise haziran-eylül ayları.
Aphrodisias, Silifke – Mersin
Fotoğraf / Cüneyt Oğuztüzün
Mersin’in Silifke ilçesine bağlı Tisan, doğal güzellikleriyle büyülediği gibi antik Aphrodisias kentinin kalıntılarıyla adeta geçmişe açılan bir kapı. Yeşilovacık beldesinin sahilinde bulunan yerleşim, İÖ 7. yüzyılda Yunan kolonisi olarak, denize uzanan bir burnun üzerine kurulmuş. Doğu ve batı olmak üzere iki limanı olan kentin adı “Aphrodite Yurdu” anlamına geliyordu.
Romalıların ve Bizanslıların da yaşadığı antik kentten Bizans döneminden kalma bir kilisenin tabanındaki mozaik resimler haricinde günümüze ulaşan pek bir kalıntı yok ne yazık ki. O yöreye özgü ördek ve keklik gibi kuşların resmedildiği mozaik hâlâ canlı renklerini koruyor. Tisan’da beyaz kumlarla kaplı iki koy ve tatilcilerin yüzerek gidip gelebilecekleri mesafede iki ada yer alıyor. Burası, doğal ve tarihi güzelliklerle çevrili ıssız bir mekânda başını dinlemek isteyenler için uygun bir kaçış noktası.
Knidos, Datça – Muğla
Fotoğraf / Halim Diker
Tarihin sayfalarındaki adı Knidos olan Datça’yı tarihçi Strabon şöyle tanımlıyor: “Kıyıdan tepeye (Akropol) doğru yükselen bir tiyatrodur.” İç ve dış limanı ayıran yarımada, iç limanın üzerinden akropole kadar hafif bir eğimle yükseliyor. Setlerle teraslanmış yamaçlar doğu batı yönünde 10 metre genişliğindeki dört ana caddeye bölünmüş. Bu yamaçta ve caddelerde hem eski çağların konut mimarisi, hem de kamu binalarının bugün de göreni kendine bağlayan kalıntıları bulunuyor. Caddeleri birbirine dikey bağlayan yollar merdivenlerden oluşuyor. İşte size, vakti zamanında on binlerce izleyici kapasiteli iki tiyatrosu olan (ki bugün Ticari Liman denen bölgedeki yaklaşık 20 bin kişilik) ama aslında kendisi tiyatro olan bir masal yerleşim.
Knidos’u Lakedaimonialılar diye bilinen yerel bir halk topluluğunun kurduğu biliniyor. İÖ 7. yüzyılda Dorlar geliyor ve Datça’yı Heksapolis’in merkezi yapıyor. Knidos’un kurgusu, kentte yaşayanların bilim, mimarlık ve sanatta oldukça ileri bir düzeyde olduğunun çok sayıda göstergesini barındırıyor. Dünya matematikçilerinin bugün de büyük önem verdiği Eudoksos buralıdır. Deniz fenerlerinin en ünlüsü olan ve Dünyanın Yedi Harikası arasında sayılan Alexandria / İskenderiye Feneri’nin (Pharos) mimarının Knidoslu Sostratos olduğu konusunda pek çok kaynak ortaklaşıyor.
Knidos’ta, bugün ülkemizde çok az sayıda bulunan güneş saatlerinden birini görmenin yanı sıra Apollon Tapınağı, tiyatronun üzerindeki Korint Tapınağı, Dor tapınaklarından birinin yerine yapılan kilise, mozaiklerle kaplı zeminler gibi eserlerle de gezenleri zaman tüneline götürebiliyor. Kentte yapılan kurtarma kazılarından çıkarılan arkeolojik öğelerin bir kısmı ören yerindeki küçük müzede görülebiliyor. Eski adı Alaki olan Datça merkezinden başlayarak hem Knidos’a kadar olan bütün koylar, hem de ondan ötesi; bizim büyük şairimiz Can Baba’nın (Yücel) deyimiyle “Datça Denizi’nin” her kıyısı bugün de denize girmek için güvenli ve güzeldir.
İdyma, Ula – Muğla
Fotoğraf / Ali Ethem Keskin
Arkeologlar, İdyma antik kentinin adını da gösteren yazıtı buluncaya dek, başta antik tarihçi Strabon’u okuyanlar olmak üzere, birçok insan, 19. yüzyıla kadar buranın adının “Bargasa” olduğunu sanıyordu. İdyma’daki arkeolojik bulgular, kentin yakınındaki diğer yerleşimlerden daha geç etkin hale gelmiş olabileceğini düşündürüyor. İÖ 5. yüzyılın ortalarında kentin, Pers saldırılarına karşı kurulan Attika-Delos Deniz Birliği’ne üye olduğu saptanabiliyor. Antik kentin İÖ 4. ve 3. yüzyıllara tarihlenen akropolü Gökova’nın kuzeyinde yükselen tepe üzerinde bulunuyor. Aynı tepenin doğu kesitiyse kentin nekropolünü yani mezarlığına ev sahipliği yapıyor. Buradaki mezar tipleri, dönemin zengin yoksul ayrımın da simgeleri gibidir.
Örneğin İnişdibi bölgesindeki kimi mezarlar insanda bir tapınak duygusu yaratacak denli görkemli. Biraz ilerideki Azmak mevkiindeki Bizans dönemine tarihlenen kale ve Orman İşletmeleri Bölge Şefliği’nin kapsamındaki ormanlık alandaki kilise kalıntısı buranın da Bizans devrinde yaşamaya devam ettiğinin göstergesi. Sikkelerinde keçi ayaklı tanrı Pan’ın olması, kentin müzik, eğlence ve idille ilişkili bir yaşam tarzı olduğunu düşündürüyor. 13. yüzyıldan sonra Menteşe Beyliği’ne, 1420’de Osmanlı İmparatorluğu’na katılan bu her köşesinde tarih, deniz ışıltısı, sessizlikle bezenmiş yerleşim bunları bir arada görmek isteyen insanları ağırlamayı sürdürüyor.
Phokaia, Foça – İzmir
Fotoğraf / Ulaş Dilek
Foça, İzmir Körfezi ile Çandarlı Körfezi’nin arasında geniş bir burunda yer alıyor. Burnun kuzeyindeki koya Küçük Deniz, güneyindekine de Büyük Deniz deniyor. Herodotos’un sözünü ettiği 12 İon kentinden biri olan Phokaia, altı ıssız adaya ev sahipliği yapıyor. Siren Kayalıkları, Foça açıklarındaki adaların en büyüğü olan Orak Adası’nın güneybatısında. Efsaneye göre sirenler, yaptıkları müzikle buradan geçmekte olan teknelerdeki denizcileri büyüler, onların büyüsüne kapılan denizcilerse gemilerini bölgedeki kayalıklara çarparlarmış. Bu kayalıklarda Akdeniz foklarının barındığı, biri sualtında, beşi karada olmak üzere toplam altı mağara var. Herodotos’a göre antik Foçalılar, Batı Akdeniz’e yelken açabilen ilk Yunan kavmiydi.
Phokaia, denizcilik için önem taşıyan doğal limanıyla canlı bir ticaret merkezi olarak gelişmiş ve sakinleri uzak denizlere açılarak koloniler kurmuştu. Phokaia, 1455 yılında da Osmanlı topraklarına katıldı. Antik kalıntılar dışında Ceneviz Kalesi, Osmanlıların inşa ettiği Ulucami ayakta kalabilen önemli tarihi eserler. Antik Phokaia’nın en önemli tapım yeri olan Athena Tapınağı’nın üzerinde bulunduğu tepenin kuzey eteğindeki nişler, Ana Tanrıça (Kybele) ile ilişkilendiriliyor. Antikçağda kentin doğusundaki tepeler üzerinden geçen surlar, Athena Tapınağı’nın bulunduğu yarımadayı da kuşatıyordu.
Notion, Menderes – İzmir
Fotoğraf / Cüneyt Oğuztüzün
Menderes ilçesi sınırlarındaki Notion, İonia bölgesinin kentlerinden biri. Urla Yarımadası’nın güney kıyısında yer alan kent, antik dönemde Ege Denizi’nin önemli ticaret merkezlerinden biriydi. Kuruluşu hakkında fazla bilgi bulunmayan Notion, İÖ 7. ve 6. yüzyıllarda güçlü bir donanmaya sahip Kolophon’un iskelesi durumundaydı. İki kent arasındaki birlik sonraki yüzyıllarda da devam etti.
Ege’nin benzersiz manzarasına sahip Notion her zaman denizle iç içe yaşadı ve işlek bir liman oldu. Ama yine de yakınındaki Ephesos’un gücüne erişemedi. Notion “güneydeki yer” anlamına geliyor. Bu adın kökenine dair farklı görüşler bulunuyor. Birinci görüşe göre bunun nedeni Anadolu’daki Aiolos boyunun en güneydeki kenti olması. İkinci görüşe göre de yakın ilişki içinde olduğu Kolophon kentinin güneyinde yer alması. İÖ 334’te Büyük İskender’in eline geçen Notion, onun ölümünden sonra stratejik konumundan dolayı generallerinin arasında çekişme konusu oldu. Helenistik dönemden kalma dört kilometrelik surlarla çevrili kent, Roma döneminde Asya eyaleti içinde yer alıyordu. Roma İmparatoru Hadrianus döneminde yapılan Athena Polias’a adanmış tapınak, en görkemli yapılarından biriydi. Tiyatro, Athena Kutsal Alanı gibi önemli yapılar arasındaydı.
Notion, Menderes – İzmir
Fotoğraf / Turgut Tarhan
Mavi Ege sularının içinden haşmetle yükselen Midilli Adası ile denizden 200 metre yüksekte kurulu antik Assos kenti yüzyıllardır karşılıklı bakışıyor. Lesboslu tarihçi Hellanikos’a kulak verecek olursak, günümüzde Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Behram köyünün yer aldığı tepe ve hemen eteğinde yer alan bu antik kenti kuranlar da İÖ 7. yüzyılda Midilli’den gelen Aiollerdi. Burası, Adramyttenos, yani bugünkü adıyla Edremit Körfezi’nin en önemli liman kentiydi. Lidyalılardan sonra Perslerin egemenliğine geçen kent, İÖ 479’da özgürlüğüne kavuşarak Delos Birliği’ne katıldı. Daha sonra sırasıyla Selevkoslar, Pergamon Krallığı ve Roma İmparatorluğu’nun eline geçti.
Behram adının, Bizans döneminde bir Bizans subayı olan Makhram’ın adına atfen buraya verilen Makhramion’dan geldiği düşünülüyor. I. Murat zamanında ise, kent Osmanlı hâkimiyetine girdi. Perslerin egemenliği sırasında, Platon’un öğrencilerinden olan hükümdar Hermeias, Assos’u sadece ticaretin değil doğa bilimleri ve felsefenin de merkezi haline getirmek istemişti. Buraya gelen filozoflar arasında yakın arkadaşı Aristoteles de vardı. Felsefe geleneği, İÖ 348’de buraya gelip üç yıl burada yaşayan ve bir akademi kuran Aristoteles ve ardından stoacı akımın öncülerinden Assoslu Kleanthes ile devam etti. Bugün de aynı gelenek, Felsefe Sanat Bilim Derneği’nin her yıl Assos’ta düzenlediği “Assos’ta Felsefe” etkinliği ile devam ediyor.
Antik limanların devamını Atlas’ın buradaki ilgili ekinden takip edebilirsiniz.