Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, 25 Şubat 1949 tarihinde Beyrut’ta dünyaya geldi. Yazarın annesi Türk kökenli bir Mısırlı. Babası ise Melkite Katolik cemaatinden. Ekonomi ve toplumbilim okuyan Amin Maalouf, 1975 yılında Lübnan İç Savaşı çıkana kadar ülkesinde gazetecilik yaptı. Ertesi yıl Fransa’ya göç eden yazar, hala Paris’te yaşıyor. Çeşitli yayın kuruluşlarında köşe yazarlığı ve yöneticilik yapan Amin Maalouf, günümüzde vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırıyor. Neredeyse tüm Amin Maalouf kitapları Akdeniz ve Orta Doğu kültürünü okuyucularına aktarıyor.
Amin Maalouf, ilk kitabını 1983 yılında Arapların Gözüyle Haçlı Seferli ismiyle yayınladı. Bu kitap yayınlandıktan sonra tüm dünyada büyük bir başarı yakaladı. 1993 yılında Goncourt Akdemisi Edebiyat Ödülüne layık görülen Amin Maalouf’un kitapları kırktan fazla dile çevrilmiş bulunuyor. Eserleri başta Fransa ve Türkiye olmak üzere çok geniş bir coğrafyada ilgiyle takip ediliyor. Yazarın üslubundaki titizlik, dil kullanımı, anlaşılır ve yalın romanlar yazması Amin Maalouf’u edebiyat dünyasında ayrı bir yere taşıyor. Onun kitaplarını okuduktan sonra Orta Doğu’yu özellikle Lübnan’ı karış karış gezmek isteyeceğinizden eminiz! İşte sürükleyici anlatımıyla bir nefeste okuyabileceğiniz Amin Maalouf’un en sevilen 11 kitabı…
1. Afrikalı Leo – 1986Afrikalı Leo, Amin Maalouf’un yazdığı ilk romandır. Yayınlandığı yıl Fransız – Arap Dostluk Ödülünü kazanan bu roman, günümüzün modern klasiklerinden biri kabul ediliyor. Afrikalı Leo, İslam ve Hıristiyanlık dinlerinin karşılıklı etkileşimlerini ve benzerliklerini ortaya koyması açısından dikkat çekiyor. Roman, Afrikalı Leo’nun (Hasan el-Wazzan) hayatındaki önemli değişiklerin yaşandığı dört farklı bölümden oluşuyor: Granada, Fas, Kahire, Roma. Afrikalı Leo’nun anılarının bir aktarımından oluşan bu roman aslından gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış düşsel bir yaşam öyküsü. Kitabın ana karakteri Hasan’ın doğumundan yetişkinlik dönemine kadar yaşadığı her şey okuyucuya aktarılıyor. Konuştuğu diller, yaşadığı şehirler, gezdiği yerler, aşkları, dostlukları ve tanıştığı dinler… İşte size ipucu sunacak romanın başlangıcından küçük bir alıntı: “Ben, Hasan, tartıcıbaşı Muhammed’in oğlı, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum, ama Afrikalı değilim, Avrupalı da Arabistanlı da değişim… Yolların oğluyum ben, ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olan.”
2. Semerkant – 1988
Amin Maalouf kitapları arasında Semerkant’ın özel bir yeri var. İçinde tarihi öğeler bulunan ve kurgusal bir roman olan Semerkant’ta olaylar, iki ayrı hikâye şeklinde anlatılır. Romanın ilk bölümünde Ömer Hayyam’ın hayatı, ikinci bölümünde ise Benjamin isimli karakterin Rubailere ulaşma çabası akıcı bir dille anlatılıyor. Semerkant’ta başlayan ve Titanik’in batmasıyla son bulan bu hikâye, kitabın kahramanı Benjamin’in ağzından aktarılıyor. Romanda Benjamin gibi kurgusal karakterlere ek olarak sayısız tarihi şahsiyet konu ediniyor. Bunların başında Rubaiyat’ın yazarı Ömer Hayyam geliyor. Amin Maalouf; okuyucularına muhteşem bir roman sunarken aynı zamanda İran’ın modernleşme çabalarına da dikkat çekiyor. Böylece okuyucularına 20. yüzyılın gerçek öyküsünü farklı bir açıdan değerlendirme imkânı sağlıyor. Son olarak hepimizin Türk tarihinden aşina olduğu Nizamülmülk, Hasan Sabbah, Melikşah, Alparslan, Tuğrul Bey, Terken Hatun gibi tarihi şahsiyetlerin romanda geçmesi özellikle Türk okuyucuların romana olan ilgisini artırıyor.
Amin Maalouf kitapları çoğunlukla modern zamanın toplumsal, siyasal, kültürel ve ideolojik yapısını oldukça canlı örneklerle sunar. İşte bu romanlardan biri olan Tanios Kayası’nda yine Doğu’nun öyküsü etkileyici ve sürükleyici bir olay örgüsüyle anlatılıyor. Roman Mehmet Ali Paşa’lı yılların Mısır’ında geçiyor. Romanın ana karakteri Tanios’un annesi Lamia, yaşadıkları yerin en güzel kadını olarak bilinmektedir. Lamia’nın kocası Gerios ise köyün idarecisi konumundaki şeyhin köşkünde kâhya olarak çalışıyor. Bu nedenle karı koca, şeyhin köşkünde yaşıyor. Şeyh halk üzerinde ciddi bir otoriteye sahip aynı zamanda kadınlara çok düşkün bir adam. Şeyh bu huyundan vazgeçmek için Büyük Curd derebeyinin kızı ile hayatını birleştiriyor. Ancak değişen hiçbir şey olmuyor. Lamia çok güzel bir kadındır. Bir gün şeyh, Lamia’nın kocasını köyden uzak bir yere göndererek onunla baş başa kalmak ister. Ardından bu yasak ilişkinin meyvesi Tanios doğar. Hikâyede başka bir kadın daha vardır: Esma… Olay örgüsünde yasak aşkın dışında toplumsal ve siyasal sorunlar da ön plandadır. Amin Maalouf bahsi geçen tüm bu problemleri Tanios Kayası’na taşıyarak kendi eleştirilerini okuyucuya sunuyor.
4. Doğu’nun Limanları – 1996
Lübnan asıllı yazar Amin Maalouf, Akdeniz çevresi kültürünü romanlarından çok sık ve başarılı bir şekilde işler. Bu örneklerden biri olan Doğu’nun Limanları, Osmanlı İmparatorluğunu, etnik çatışmaları, Batı ile Doğu kültürünün tanışma noktasını anlatıyor. Maalouf 1960’lı yıllarda tanıştığı bir kişinin hayat hikayesinden esinlenerek bu romanı kurguluyor. Doğu’nun Limanları, Paris’te bir metro istasyonunda başlıyor. Burada başlayan hikâyenin tamamı ana karakter İsyan Kitabdar’ın ağzından anlatılıyor. Kahramanımız Kitabdar, Yahudi bir annenin ve Müslüman bir babanın çocuğu. Eğitim görmek için Paris’e gidiyor. Daha sonra Adana, Beyrut ve Hayfa şehirlerini içine alan acı ve hüzün dolu bir hikâye okuyucularını bekliyor.
5. Ölümcül Kimlikler – 1998
Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf’un deneme türünde yazdığı bir kitap. Yazar, kimlik ve aidiyet ilişkisini açıklarken bu kavramların etrafında yaşanan tartışmaları etkileyici bir anlatımla okuyucularına sunuyor. Maalouf, tek bir aidiyeti ön plana çıkaran kimlik tanımlamasının yanlış olduğunu vurguluyor. Aynı zamandan insanların pek çok aidiyetten oluşan tek bir kimliğinin olduğunu savunmaktadır. Bu noktada yine modern sorunlara işaret ederek insanların birbirlerinin aidiyetlerine saygı göstermeleri gerektiğinin altını çiziyor. Okuyucular kitap boyunca Amin Maalouf’un argümanları ve öznel fikirleriyle karşılaşıyor. Ölümcül Kimlikler deneme türünde olduğu için kısa ve net ifadelerle kaleme alınmış. Çok yönlü ve saydam bir sorgulamanın yapıldığı bu kitap, önemli tespit ve tavsiyeler barındırıyor.
6. Yüzüncü Ad: Baldassare’nin Yolculuğu – 2000
Amin Maalouf kitapları çoğu zaman yazarın özlemini duyduğu Doğu kültürünü anlatıyor. Yüzüncü Ad: Baldassare’nin Yolculuğu isimli kitap da yine Doğu’da geçen tarihsel kurgu bir roman. Doğu’da yaşamını devam ettiren son Cenevizlilerden Baldassare Embiraco, 1665 yılında yaşadığı yer olan Lübnan’ın Cübeyl kentinden, kaybettiği kitabı bulmak için yollara düşer. Kutsal kitap İncil’e göre ertesi yıl “Canavar’ın Yılı”dır. Dünyanın sonu olan Canavar’ın Yılı kimilerine göre mahşer, kan, yıkım ve bilinen her şeyin sonudur. Dünyayı ve ana karakteri kurtaracak tek şey ise Yüzüncü Ad’dır. Baldassare çıktığı yolculukta İzmir’deki Sabetay Sevi ayaklanmasına, Hollanda – İngiltere Savaşı’na, Konya’daki veba salgınına ve 1666 yılındaki Büyük Londra Yangınına şahit olur. Yolculuğunda ona korku, şaşkınlık, umut ve düş kırıklığı eşlik eder. Tabi bir de sevincin ve mutluluğun tek kaynağı: Aşk…
7. Yolların Başlangıcı – 2004
Amin Maalouf, Yolların Başlangıcı’ndan önce neredeyse tüm kitaplarında ailesine ilişkin bazı bilgileri okuyucularıyla paylaşmıştı. Ancak bu kitapta yazar; aile köklerini belgelere ve arşiv kayıtlarına dayanarak anlatıyor. Yolların Başlangıcı’nda Orta Doğu’nun en tipik sorunlarından biri olan “göç” olgusu üzerinde duruluyor. Maalouf’un aile geçmişini araştırma arzusu annesinin kendisine göndermiş olduğu mektuplarla başlıyor. Daha sonra bavullar dolusu belge ve mektuplara ulaşıp kendi geçmişinin izini sürüyor. Kitabın ana karakteri Amin Maalouf’un dedesi Butros ve kardeşi Cebrail. Yazar ailesinin kökenini araştırmakla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Atatürk’le ilgili de ilginç ve bir o kadar duygusal bilgilere yer veriyor. Amin Maalouf, ailesinin dünyanın dört bir yanına dağıldığı geniş Orta Doğu coğrafyasında gezerek onlardan geriye kalan izlerin peşine düşüyor. Hikâye temel olarak dede Butros üzerinden anlatılıyor. Amin Maalouf neredeyse tüm kitaplarında yaptığını Yolların Başlangıcı’nda da yapıyor. Doğu kültürünü yalın bir dille ve tüm gerçekliğiyle okuyucusuna yansıtıyor.
8. Adriana Mater – 2006
Amin Maalouf’un Uzaktan Aşk’tan sonra ikinci librettosu olan Adriana Mater, insanlığın trajedilerine ışık tutuyor. Yazar bu eserini, Opera de Paris’in talebi üzerine kaleme almış. Amin Maalouf yer ve zaman belirtmese de eserde geçen olaylar 20. yüzyılın sonlarında Balkanlar’da yaşanan trajedileri çağrıştırıyor. İç Savaş’ın yaşandığı bir ülkede, genç bir kadın olan Adriana tecavüze uğradıktan sonra hamile kalıyor. Fakat çocuğu aldırmayı kabul etmiyor. Maalouf, opera sahnesi için tecavüz ve savaş gibi trajik konuları seçmiş. Maalouf; kadınların yazgısı ve tükenmekte olan insanlığın eğretilemesini kısa ama etkili bir şekilde okuyucularına sunuyor.
9. Doğu’dan Uzakta – 2012
Doğu’dan Uzakta, bir grup yakın arkadaşın hikayesine odaklanmaktadır. Hayatlarının en güzel dönemlerini bir arada geçiren fakat İç Savaş nedeniyle farklı yerlere dağılan eski arkadaşlar, yine aynı gruptan başka bir arkadaşlarının cenazesi için tekrar ülkelerine dönüyor. Amin Maalouf bu savaşın Lübnan İç Savaşı olduğunu açıkça belirtmese de siyasal kargaşanın Lübnan’a getirdiği yıkımlara dair çok çarpıcı gözlemlere yer veriyor. Aynı zamanda Orta Doğu coğrafyasının siyasal, toplumsal ve kültürel sorunlarına dair önemli eleştirilerde bulunuyor. Kısacası Amin Maalouf bu romanında da yine en iyi bildiği şeyi yapıyor: Doğu’yu, Akdeniz’e kıyısı olan kültürleri anlatıyor. Roman tıpkı diğer Amin Maalouf kitapları gibi eşsiz, akıcı ve yalın bir anlatıma sahip. Doğu’dan Uzakta beklenmeyen finaliyle, geçmişini hatırlamaktan korkan herkesi kendi pişmanlıklarına götürüyor.
10. Uygarlıkların Batışı – 2019
Uygarlıkların Batışı, hüzünlü bir yok oluş öyküsü. Her gün yeni bir küresel krizle karşı karşıya kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Popülizm hızla yükselirken dünyanın dört bir yanındaki yöneticiler; iklim krizini, mülteci sorununu, iç savaşları ve ırkçılığı görmezden geliyor. Amin Maalouf’a göre yaşadığımız bu dönem kendi içinde sayısız çelişki barındırıyor. Yazar, insanlığın sahip olduğu tüm imkanları refah için değil tam tersi yönde kullandığını belirtiyor. Deneme türünde kaleme alınan bu eser yakın dönem tarihinin yoğun siyasi gündemindeki olayların eleştirisini barındırıyor. Bunu yaparken Amerika Birleşik Devletleri’nden Avrupa Birliği’ne Orta Doğu’dan Asya Pasifik ülkelerine kadar tüm uygarlıkların yaşadığımız kaostaki rolünü anlatıyor. Kısacası Amin Maalouf, pusulasını yitirmiş insanlık için çözüm önerileri sunmaktadır.
11. Empedokles’in Dostları – 2020
Amin Maalouf, Empedokles’in Dostları’nda okuyucularına geleceğe yönelik bir kurgu sunuyor. Alec’in tuttuğu günlüklerden oluşan bu roman, Atlas Okyanusunun hemen kıyısında bulunan Antioche isimli küçük bir adada geçiyor. Bu adada sadece Eve ve Alec yaşıyor. İkisinin de insanlardan izole yaşaması için çok geçerli sebepleri vardır. Aynı adada yaşamalarına rağmen Eve ve Alec uzun yıllar birbirleriyle iletişim kurmuyorlar. Ta ki her yeri zifiri karanlığa boğan elektrik kesintisi yaşanana kadar. Televizyon, internet, radyo, telefon gibi cihazlar başta olmak üzere uzun bir süre her şey işlevsiz kalıyor. Bu alışılmadık durum, adanın iki sakinini bir araya getiriyor ve zamanla komşuluk ilişkisi yerini muhteşem bir aşka bırakıyor. Bu iletişim kesintisi aslında Empedokles’in Dostları’nın nükleer bir felaketi durdurmak için aldığı geniş çaplı bir önlemdir. Peki kimsenin adını duymadığı Empedokles’in Dostları da kim? Bir tarikat mı? Ya da gezegen dışından gelen dostlarımız mı?
Afrikalı Leo, Amin Maalouf’un yazdığı ilk romandır. Yayınlandığı yıl Fransız – Arap Dostluk Ödülünü kazanan bu roman, günümüzün modern klasiklerinden biri kabul ediliyor. Afrikalı Leo, İslam ve Hıristiyanlık dinlerinin karşılıklı etkileşimlerini ve benzerliklerini ortaya koyması açısından dikkat çekiyor. Roman, Afrikalı Leo’nun (Hasan el-Wazzan) hayatındaki önemli değişiklerin yaşandığı dört farklı bölümden oluşuyor: Granada, Fas, Kahire, Roma. Afrikalı Leo’nun anılarının bir aktarımından oluşan bu roman aslından gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış düşsel bir yaşam öyküsü. Kitabın ana karakteri Hasan’ın doğumundan yetişkinlik dönemine kadar yaşadığı her şey okuyucuya aktarılıyor. Konuştuğu diller, yaşadığı şehirler, gezdiği yerler, aşkları, dostlukları ve tanıştığı dinler… İşte size ipucu sunacak romanın başlangıcından küçük bir alıntı: “Ben, Hasan, tartıcıbaşı Muhammed’in oğlı, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum, ama Afrikalı değilim, Avrupalı da Arabistanlı da değişim… Yolların oğluyum ben, ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olan.”
Amin Maalouf kitapları arasında Semerkant’ın özel bir yeri var. İçinde tarihi öğeler bulunan ve kurgusal bir roman olan Semerkant’ta olaylar, iki ayrı hikâye şeklinde anlatılır. Romanın ilk bölümünde Ömer Hayyam’ın hayatı, ikinci bölümünde ise Benjamin isimli karakterin Rubailere ulaşma çabası akıcı bir dille anlatılıyor. Semerkant’ta başlayan ve Titanik’in batmasıyla son bulan bu hikâye, kitabın kahramanı Benjamin’in ağzından aktarılıyor. Romanda Benjamin gibi kurgusal karakterlere ek olarak sayısız tarihi şahsiyet konu ediniyor. Bunların başında Rubaiyat’ın yazarı Ömer Hayyam geliyor. Amin Maalouf; okuyucularına muhteşem bir roman sunarken aynı zamanda İran’ın modernleşme çabalarına da dikkat çekiyor. Böylece okuyucularına 20. yüzyılın gerçek öyküsünü farklı bir açıdan değerlendirme imkânı sağlıyor. Son olarak hepimizin Türk tarihinden aşina olduğu Nizamülmülk, Hasan Sabbah, Melikşah, Alparslan, Tuğrul Bey, Terken Hatun gibi tarihi şahsiyetlerin romanda geçmesi özellikle Türk okuyucuların romana olan ilgisini artırıyor.
Amin Maalouf kitapları çoğunlukla modern zamanın toplumsal, siyasal, kültürel ve ideolojik yapısını oldukça canlı örneklerle sunar. İşte bu romanlardan biri olan Tanios Kayası’nda yine Doğu’nun öyküsü etkileyici ve sürükleyici bir olay örgüsüyle anlatılıyor. Roman Mehmet Ali Paşa’lı yılların Mısır’ında geçiyor. Romanın ana karakteri Tanios’un annesi Lamia, yaşadıkları yerin en güzel kadını olarak bilinmektedir. Lamia’nın kocası Gerios ise köyün idarecisi konumundaki şeyhin köşkünde kâhya olarak çalışıyor. Bu nedenle karı koca, şeyhin köşkünde yaşıyor. Şeyh halk üzerinde ciddi bir otoriteye sahip aynı zamanda kadınlara çok düşkün bir adam. Şeyh bu huyundan vazgeçmek için Büyük Curd derebeyinin kızı ile hayatını birleştiriyor. Ancak değişen hiçbir şey olmuyor. Lamia çok güzel bir kadındır. Bir gün şeyh, Lamia’nın kocasını köyden uzak bir yere göndererek onunla baş başa kalmak ister. Ardından bu yasak ilişkinin meyvesi Tanios doğar. Hikâyede başka bir kadın daha vardır: Esma… Olay örgüsünde yasak aşkın dışında toplumsal ve siyasal sorunlar da ön plandadır. Amin Maalouf bahsi geçen tüm bu problemleri Tanios Kayası’na taşıyarak kendi eleştirilerini okuyucuya sunuyor.
Lübnan asıllı yazar Amin Maalouf, Akdeniz çevresi kültürünü romanlarından çok sık ve başarılı bir şekilde işler. Bu örneklerden biri olan Doğu’nun Limanları, Osmanlı İmparatorluğunu, etnik çatışmaları, Batı ile Doğu kültürünün tanışma noktasını anlatıyor. Maalouf 1960’lı yıllarda tanıştığı bir kişinin hayat hikayesinden esinlenerek bu romanı kurguluyor. Doğu’nun Limanları, Paris’te bir metro istasyonunda başlıyor. Burada başlayan hikâyenin tamamı ana karakter İsyan Kitabdar’ın ağzından anlatılıyor. Kahramanımız Kitabdar, Yahudi bir annenin ve Müslüman bir babanın çocuğu. Eğitim görmek için Paris’e gidiyor. Daha sonra Adana, Beyrut ve Hayfa şehirlerini içine alan acı ve hüzün dolu bir hikâye okuyucularını bekliyor.
Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf’un deneme türünde yazdığı bir kitap. Yazar, kimlik ve aidiyet ilişkisini açıklarken bu kavramların etrafında yaşanan tartışmaları etkileyici bir anlatımla okuyucularına sunuyor. Maalouf, tek bir aidiyeti ön plana çıkaran kimlik tanımlamasının yanlış olduğunu vurguluyor. Aynı zamandan insanların pek çok aidiyetten oluşan tek bir kimliğinin olduğunu savunmaktadır. Bu noktada yine modern sorunlara işaret ederek insanların birbirlerinin aidiyetlerine saygı göstermeleri gerektiğinin altını çiziyor. Okuyucular kitap boyunca Amin Maalouf’un argümanları ve öznel fikirleriyle karşılaşıyor. Ölümcül Kimlikler deneme türünde olduğu için kısa ve net ifadelerle kaleme alınmış. Çok yönlü ve saydam bir sorgulamanın yapıldığı bu kitap, önemli tespit ve tavsiyeler barındırıyor.
Amin Maalouf kitapları çoğu zaman yazarın özlemini duyduğu Doğu kültürünü anlatıyor. Yüzüncü Ad: Baldassare’nin Yolculuğu isimli kitap da yine Doğu’da geçen tarihsel kurgu bir roman. Doğu’da yaşamını devam ettiren son Cenevizlilerden Baldassare Embiraco, 1665 yılında yaşadığı yer olan Lübnan’ın Cübeyl kentinden, kaybettiği kitabı bulmak için yollara düşer. Kutsal kitap İncil’e göre ertesi yıl “Canavar’ın Yılı”dır. Dünyanın sonu olan Canavar’ın Yılı kimilerine göre mahşer, kan, yıkım ve bilinen her şeyin sonudur. Dünyayı ve ana karakteri kurtaracak tek şey ise Yüzüncü Ad’dır. Baldassare çıktığı yolculukta İzmir’deki Sabetay Sevi ayaklanmasına, Hollanda – İngiltere Savaşı’na, Konya’daki veba salgınına ve 1666 yılındaki Büyük Londra Yangınına şahit olur. Yolculuğunda ona korku, şaşkınlık, umut ve düş kırıklığı eşlik eder. Tabi bir de sevincin ve mutluluğun tek kaynağı: Aşk…
Amin Maalouf, Yolların Başlangıcı’ndan önce neredeyse tüm kitaplarında ailesine ilişkin bazı bilgileri okuyucularıyla paylaşmıştı. Ancak bu kitapta yazar; aile köklerini belgelere ve arşiv kayıtlarına dayanarak anlatıyor. Yolların Başlangıcı’nda Orta Doğu’nun en tipik sorunlarından biri olan “göç” olgusu üzerinde duruluyor. Maalouf’un aile geçmişini araştırma arzusu annesinin kendisine göndermiş olduğu mektuplarla başlıyor. Daha sonra bavullar dolusu belge ve mektuplara ulaşıp kendi geçmişinin izini sürüyor. Kitabın ana karakteri Amin Maalouf’un dedesi Butros ve kardeşi Cebrail. Yazar ailesinin kökenini araştırmakla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Atatürk’le ilgili de ilginç ve bir o kadar duygusal bilgilere yer veriyor. Amin Maalouf, ailesinin dünyanın dört bir yanına dağıldığı geniş Orta Doğu coğrafyasında gezerek onlardan geriye kalan izlerin peşine düşüyor. Hikâye temel olarak dede Butros üzerinden anlatılıyor. Amin Maalouf neredeyse tüm kitaplarında yaptığını Yolların Başlangıcı’nda da yapıyor. Doğu kültürünü yalın bir dille ve tüm gerçekliğiyle okuyucusuna yansıtıyor.
Amin Maalouf’un Uzaktan Aşk’tan sonra ikinci librettosu olan Adriana Mater, insanlığın trajedilerine ışık tutuyor. Yazar bu eserini, Opera de Paris’in talebi üzerine kaleme almış. Amin Maalouf yer ve zaman belirtmese de eserde geçen olaylar 20. yüzyılın sonlarında Balkanlar’da yaşanan trajedileri çağrıştırıyor. İç Savaş’ın yaşandığı bir ülkede, genç bir kadın olan Adriana tecavüze uğradıktan sonra hamile kalıyor. Fakat çocuğu aldırmayı kabul etmiyor. Maalouf, opera sahnesi için tecavüz ve savaş gibi trajik konuları seçmiş. Maalouf; kadınların yazgısı ve tükenmekte olan insanlığın eğretilemesini kısa ama etkili bir şekilde okuyucularına sunuyor.
Doğu’dan Uzakta, bir grup yakın arkadaşın hikayesine odaklanmaktadır. Hayatlarının en güzel dönemlerini bir arada geçiren fakat İç Savaş nedeniyle farklı yerlere dağılan eski arkadaşlar, yine aynı gruptan başka bir arkadaşlarının cenazesi için tekrar ülkelerine dönüyor. Amin Maalouf bu savaşın Lübnan İç Savaşı olduğunu açıkça belirtmese de siyasal kargaşanın Lübnan’a getirdiği yıkımlara dair çok çarpıcı gözlemlere yer veriyor. Aynı zamanda Orta Doğu coğrafyasının siyasal, toplumsal ve kültürel sorunlarına dair önemli eleştirilerde bulunuyor. Kısacası Amin Maalouf bu romanında da yine en iyi bildiği şeyi yapıyor: Doğu’yu, Akdeniz’e kıyısı olan kültürleri anlatıyor. Roman tıpkı diğer Amin Maalouf kitapları gibi eşsiz, akıcı ve yalın bir anlatıma sahip. Doğu’dan Uzakta beklenmeyen finaliyle, geçmişini hatırlamaktan korkan herkesi kendi pişmanlıklarına götürüyor.
Uygarlıkların Batışı, hüzünlü bir yok oluş öyküsü. Her gün yeni bir küresel krizle karşı karşıya kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Popülizm hızla yükselirken dünyanın dört bir yanındaki yöneticiler; iklim krizini, mülteci sorununu, iç savaşları ve ırkçılığı görmezden geliyor. Amin Maalouf’a göre yaşadığımız bu dönem kendi içinde sayısız çelişki barındırıyor. Yazar, insanlığın sahip olduğu tüm imkanları refah için değil tam tersi yönde kullandığını belirtiyor. Deneme türünde kaleme alınan bu eser yakın dönem tarihinin yoğun siyasi gündemindeki olayların eleştirisini barındırıyor. Bunu yaparken Amerika Birleşik Devletleri’nden Avrupa Birliği’ne Orta Doğu’dan Asya Pasifik ülkelerine kadar tüm uygarlıkların yaşadığımız kaostaki rolünü anlatıyor. Kısacası Amin Maalouf, pusulasını yitirmiş insanlık için çözüm önerileri sunmaktadır.
Amin Maalouf, Empedokles’in Dostları’nda okuyucularına geleceğe yönelik bir kurgu sunuyor. Alec’in tuttuğu günlüklerden oluşan bu roman, Atlas Okyanusunun hemen kıyısında bulunan Antioche isimli küçük bir adada geçiyor. Bu adada sadece Eve ve Alec yaşıyor. İkisinin de insanlardan izole yaşaması için çok geçerli sebepleri vardır. Aynı adada yaşamalarına rağmen Eve ve Alec uzun yıllar birbirleriyle iletişim kurmuyorlar. Ta ki her yeri zifiri karanlığa boğan elektrik kesintisi yaşanana kadar. Televizyon, internet, radyo, telefon gibi cihazlar başta olmak üzere uzun bir süre her şey işlevsiz kalıyor. Bu alışılmadık durum, adanın iki sakinini bir araya getiriyor ve zamanla komşuluk ilişkisi yerini muhteşem bir aşka bırakıyor. Bu iletişim kesintisi aslında Empedokles’in Dostları’nın nükleer bir felaketi durdurmak için aldığı geniş çaplı bir önlemdir. Peki kimsenin adını duymadığı Empedokles’in Dostları da kim? Bir tarikat mı? Ya da gezegen dışından gelen dostlarımız mı?
Bu listemiz ilginizi çektiyse daha fazla edebiyat içeriği için buraya tıklayabilirsiniz!?