Ahmet Hamdi Tanpınar bugün özel bir yeri olan yazarlarımızdan biri. Bunun nedenlerini birçok şeye bağlayabiliriz; romanlarındaki üslûp, şiirlerindeki ahenk, edebiyat tarihçiliği. Saatleri Ayarlama Enstitüsü günümüzde en çok rağbet gören eserlerinden biri olduğu gibi Tanpınar’ın meşhur meselesini içerir; iki medeniyet arasında, ortada bir yerlerde kalmak. Bilindiği üzere yazar bu konuya yoğun bir şekilde eğilir. Batı’yı da Doğu’yu da oldukça iyi bilmekle beraber ne tek bir dünyanın tarafı ne de reddiyecisidir. Hatta Tanpınar’a bu düşünce Tanzimat aydınlarından miras kalmıştır bile diyebiliriz belki. Onlar da romanlarında şeklen Batıcı olanları yerer, kendi kültürlerini muhafaza etmeleri gerektiğinin altını çizerler. Vaktiyle Cumhuriyet’te çıkan bu yazısına Tanpınar’ın verdiği başlık şudur: ‘’Şark ile Garp Arasında Görülen Esaslı Farklar’’ Yazıdan iktibas ederken bazı kelimelerin güncel hallerini parantezlerde verdim. Görelim bakalım neymiş bu esaslı farklar?
1. Giriş cümleleri
Şarkla Garp arasında ilk bakışta göze çarpan ayrılıkları birkaç ana fikre indirmek ve onlardan hareket ederek mütalea etmek (düşünmek) daima mümkündür, itikadımca bunların başında bu iki zihniyetin eşya ve madde karşısındaki davranışları gelir. Söylemeye hacet yok ki burada bu kelimeleri en geniş mânalarında yani hem madde ve eşya, hem fikir ve hayal, zihni ve içtimai hayatın bütün verileri hülâsa (özetle) düşünen zekâ ve işliyen el karşısındaki nesne (Objet) mânasına alıyoruz.
2. Maddeyi ele alış
Şark maddeyi olduğu gibi yahut ilk rastlayışında ona verdiği değişiklikle kabul eder telkin ettiği ilk hususiyetlerle yetinir. Bu ilk karşılaşma bazı mükemmelliklere kadar varır. Hattâ erişilmez bir hal aldığı da olur. Fakat çarçabuk teessüs eden (ortaya çıkan) bir gelenekte bu mükemmellik durur kalıplaşır. Garp ise onu daima elinde evirir, çevirir zihninin karşısında tutar ondan birtakım başka hususiyetler ve mükemmelleşme imkânları arar, onun hakkında en etraflı bilgiye sahip olmağa çalışır ve bu gayretler sayesinde sonunda bu maddeyi başka bir şey denecek hale getirir.
3. Elmas işçiliği örneği
Elmas işçiliği bu ayrılığın en iyi misâlidir. Şark, hiç olmazsa Cenubi Afrika Madenlerinin keşfine kadar kıymetli taşların vatanı idi. Hâlâ büyüklüğü, parlaklığı güzelliği ile hayalinizde bir misâl gibi tutuşan mücevherlerin çoğu şarktan gelmiştir. Fakat elmas işçiliğinin üstün şekli Garbın malıdır. İyi yontulmuş elmas ve pırlantanın bizde ismi Felemenktir. Bu memlekette asırlarca süren bir dikkatin mahsulü olan işçilik sayesinde, nohut büyüklüğünde bir taş, üzerindeki bir yığın ışık ocağı ile kırdığı aydınlığı bir şehrayin (şenlik) gibi etrafa dağıtır. Hâlâ bile bu ışık miktarını halkımız Garbteki adı ile tanır. Façeta kelimesi bir buçuk asırdır şehirli ağzında rastladığımız ecnebi kelimelerdendir. Bir pırlanta ne kadar küçük satha (yüzeye) (Façetava) yayılırsa o kadar makbuldür.
4. Hikayecilik
Şark hikâyeciliği ile garp hikâyeciliği arasındaki ayrılıkta bu hal iyi görülür. Şark hikâyesi, daima başlangıcı olan masalda, onun başlıca şartları olan gayri muayyen (belirsiz) zamanda ve müphem (belirsiz) mekânda macerasını anlatır. Garpte ise hikâye ve romanda, daha evvel destanda sanatkârların dikkatinin önünde tuttuğu şey daima insan ve hayatın kendisidir. Şark hikâyesi bu dikkatin çok berisinde kendi kaçış âlemini kurmakla kalır. Onun için başlangıcında çok zengin temalarını olduğu gibi harcar, sonunda ise sadece kendini tekrar eder. Şahısların kendilerini asan hiçbir zemini yoktur. Teferruata girmeyi bilmediği için esaslıyı daima kaybeder.
5. Müzik
Musiki de aşağı yukarı böyledir. Şüphesiz klâsik musikimiz halk havaları ile beraber Dünyanın en zengin denilebilecek nağme hâzineleridir. Bu musikiye ben bağlıyım. Fakat eksiklerini de inkâr edemem. Nağmenin ötesinde yine değişik şekli ile nağme, yahut da bir nağmeden öbürüne geçişler vardır. Bilmem söylentiye hacet var mı nağme musikinin iptidai (ilkel) maddesidir. Onun işlemesi, değişmesi yepyeni tertiplere girmesi lâzımdır. Garp musikisini bugünkü şekline getiren iki esaslı saz, tıpkı pusula ve sıfır gibi, Müslüman medeniyetinin icat ettiği veya değiştirdiği aletlerdir. Fakat eski minyatürlerde resimlerini gördüğümüz Arap kemanını bugün Ostrach’ın elindeki sade kabiliyetine eriştiren şey Garplının hayatına girmiş eşyaya tasarruf kudretidir.
6. Farkın kaynağı
Şurası var ki keman ve kanunu icat ettiği zaman Müslüman medeniyeti bugün anladığımız mânada Garp medeniyetinin vazifesini görüyordu. İnsanlığın ileriye bakan yüzü o medeniyetin yüzü İdi. Kadim Yunan ve Lâtinin miras ve tecrübelerine sahip olan bu medeniyeti bütün Avrupa Aristo’yu öğrenmek için Endülüs medreselerine akın ediyordu. Eski Yunan’ı İran’dan, hattâ tarihinin o kadar bağlı görüldüğü Mısır’dan, Roma’yı sayısız bir zaman masalında çalkalanan sabırlı ve sanatkâr Çinden, yavaş yavaş bir mevsim gibi kendisini bulan Ortaçağı ile, Rönesansı ile Garp medeniyetini bir yığın hamlesinde hızını aldığı Müslüman medeniyetinden ve Hint medeniyetlerinden ayıran fark işte bu dikkat, onun mahsulü olan şahsi tecrübe ve bu tecrübelerin birbirine eklenmesinden doğan bilgidir.
7. Alıntılar
Deli Petronun hayranı olan bir şair bu Hükümdarın ölümüne ağladığı meşhur mersiyede «Sen aramıza şahsi tecrübe denen şeyi getirdin.» diye onu över. Dante ise daha evvel bu şahsi tecrübenin san’attakl yerini «Bir şeyi resmetmek için evvelâ o şeyin kendisi olmak gerekir» diyerek anlatır.
8. Son cümleler
Garpla şarkın arasındaki fark işte bu yaptığı işi şahsen yaşamak onun vasıtası ile realitenin içine iyiden iyiye yerleşme keyfiyetidir. Bütün bunlara biraz da hayatındaki istikrar imkân verir. Bu istikrar, Garp medeniyetine tarihinin ve o tarihi mümkün kılan coğrafyasının bir hediyesidir. Fakat bu bir başka yazının mevzuudur.