Ada kavramı başta edebiyat, sinema ve resimde olmakla birlikte tüm sanat dallarında izole olmaya tekabül ediyor. Sınırları aşılamayacak sularla belirli bu coğrafi alan tarihin her döneminde yaşamın puslu ve tekinsiz hallerine ev sahipliği yapmış. Gözden uzakta ve üzerinde neler yaşandığından emin olunamayan adalar merak ve ilgi uyandırmış. Hal böyle olunca da adalarda yaşanan olaylar anakarada kulaktan kulağa yayılıp durmuş. Sizleri kimi tarihi, kimi gizemli ölümleri, kimi fiziksel yapısıyla tuhaf ada denilince akla ilk gelen 10 örnekle baş başa bırakıyoruz.
Ünlü ilaç Sandoz ve bir garip ada
Şirin arnavut kaldırımı sokaklarının mini bir köprüyle bağlandığı iki küçük adacıktan oluşan Isola La Gaiola’da yaşananlar o kadar da şirin değil. Bir çok ölüm ve talihsiz garip olay ada tarihini karanlık bir bulut ardına gömmüş. İtalya – Napoli kıyılarındaki Isola La Gaiola Adası’nın lanetli olduğuna inanılıyor.
Lanet 1920 yılında adanın ilk sahiplerinden İsviçreli Hans Braun’un bir halıya sarılı cesedinin bulunmasıyla başlıyor. Braun’un karısı ise bir kaç ay sonra adada yüzerken boğularak hayatını kaybediyor. Adanın sonraki konuklarından Alman Otto Grunback villasında geçirdiği kalp kriziyle hayata gözlerini yumuyor. Adanın bir başka sahibi olan Maurice-Yves Sandoz (Ünlü ilaç Sandoz’u bulan ailenin oğlu) İsviçre’de bir akıl hastanesinde intihara teşebbüs ediyor.
Adanın laneti bunlarla bitiyor mu? Tabii ki hayır. Adanın sonraki sahiplerinden Alman soylu Baron Karl Paul Langheim ekonomik krize düşüyor. Fiat’ın da sahibi olan adanın bir sonraki sahibi Gianni Agnelli’nın tek oğlu da intihara teşebbüs ediyor. Multi – milyarder Paul Getty adayı satın aldıktan hemen sonra torunu kaçırılıyor ve son olarak 2009’da adanın son sahibi Gianpasquale Grappone sigorta yolsuzluğundan hapse atılıyor. Ada o günden beri terk edilmiş durumda (sonunda anlamışlar) ve kıyılarında sade vatandaş denizin tadını çıkarıyor.
“Tarikat mısınız olm siz!” adası
Evet tarikatlar hem de dünyayı yönetiyorlar. Kökleri 1800’lere dayanan “Skulls and Bones – Kafatası ve Kemikler” denilen tarikatın üyeleri arasında baba – oğul ibibik Bush’lar, geçenlerde ülkemize şöyle bir uğrayan Abd Dışişleri Bakanı John Kerry, milyarın milyar olduğu zamanlarda Amerika’nın ilk milyarderi olan Rockefeller, “Time, People, Forbes” dergilerinin sahibi Henry Luce gibi isimler bulunuyor.
Merkezi Connecticut, Yale Üniversitesi’nde olan bu gizli cemiyete her yıl sadece 15 erkek girebiliyor ve daha sonra bu kişiler Abd’de en kilit noktalara getiriliyor. New York yakınlarındaki Alexandria Körfezinde bulunan Deer Adası “Skulls and Bones” üyelerine ait.
Ada kavramının başladığı ada
Filipinlerdeki Volkan Adası ya da Volkan Noktası 2012 Hollywood yapımı “Inception” (Başlangıç) filminin coğrafyadaki karşılığı olarak görülüyor.
Filipinlerdeki Luzon adasında Taal adında bir göl ve bu göl içinde yine Taal adında bir volkan bulunuyor. Aslında bu tabir bu garip olayın tam halini karşılamıyor.
Daha detaylı anlatmak gerekirse: Bir adanın içindeki gölün içindeki adanın içindeki gölün içinde bir ada söz konusu. Şöyle ki, okyanusta bir ada olan Luzon’un içinde Taal gölü bulunuyor, Taal gölünün ortasında patlamalar sonucu oluşmuş bir krater ve onun içinde de bir göl var. Bu gölün içindeyse minik bir kayalık olan “Volkan Noktası” adındaki kara parçası bulunuyor.
Oku bakiyim: Bir adanın içindeki gölün içindeki adanın içindeki gölün içinde bir ada! İşte bu yüzden buraya tüm adaların başlangıç noktası “Inception” deniliyor.
Gaza boğulmuş bir adada zıpzıp kardeşler
Usaga Jima ya da ingilizce “Rabbit Island” denilen Japonya’daki bu ada yüzlerce şirin tavşanın evi olmuş durumda. Ne var ki orada durum Bodrum Gümüşlük’deki Tavşan Adası’ndan biraz daha kara bir tarihe sahip.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve esnasında Japonya’nın kimyasal silah denemelerinin yapıldığı adaya tavşanlar geride kalmış kimyasal etkilerin olup olmadığını anlamak için bırakılmış. 1929 ve 1945 yılları arasında Japon Ordusu adaya 6000 ton zehirli gaz atmış. Kalıntı olup olmadığının korkusunun sebebi işte bu korkunç rakam. Günümüzde ada güzel plajları ve tavşanları beslemeye gelen konuklarıyla tamamen turizm için kullanılıyor.
Onların atları faytonda değil
Kanada’nın Nova Scotia sahiline 160 kilometre mesafedeki Sable Adası, Atlantiğin mezarlığı olarak nitelendiriliyor. Sadece 42 km. uzunluğunda ve 1,5 km. genişliğindeki ada ortalama 475 gemi batığı ve 400 yabani atın vatanı konumunda.
Atların bir kısmı bundan yıllar önce adaya gelen yelkenli gemilerden bırakılmış. Geri kalanlar ise karaya vuran gemileri kurtarmak için adaya getirilip kullanılmış ve terk edilmiş Hiç ağacın bulunmadığı adada, deniz çayırları, yosunlar ve yağmur suları atlara hayat kaynağı olmuş. Ada uzun yıllar kıyıya vuran gemilerdeki denizcilerin, suçluların ve korsanların işgalinde kalmış. 2013 yılından beriyse Kanada’nın 43. milli parkı konumunda.
Pasifikte lanetlenmiş cennetten bir köşe
Palmyra, Kuzey Pasifik’te hayranlık verici güzelliğiyle bir mercan adası. Ama aynı zamanda şeytani bir kötülükle lanetlendiğine inanılıyor. Hawaii ve American Samoa’sı arasındaki bölge antik bir batık volkanın oluşturduğu son derece zengin doğal hayatıyla dikkat çekiyor. Tam tası tarağı toplayıp gitmelik bir bölge gibi gözükse de hemen gaza gelmeyiniz.
Palmyra 1798’de keşfedildiğinden beri açıklanamayan olaylara, doğa üstü durumlara ve gizemlere ev sahipliği yapıyor. 1977’de adada bir süre konaklamış denizcilerden Richard Taylor, daha önce bir çok mercan adasında bulunduğunu ancak Palmyra’daki hislerinin çok farklı olduğunu belirtmiş. Adada kıyameti andıran tuhaf bir duygunun kol gezdiğine inanılıyor. 1974 yılında bu bölgede kamp yapmaya karar veren bir çiftin öldürülmesi bu inanışları güçlendirmiş. Bugün adada sadece dönemsel olarak çalışan bilim insanları konaklıyor.
Mexico City ve ürperten bebekleri
“Bebek adası” ya da orijinal adıyla La Isla de las Muñecas, Mexico City yakınlarında bulunuyor. Adada bu bölgedeki kanallarda tuhaf bir şekilde öldüğüne inanılan küçük bir kız çocuğu anısına yapılmış bir tapınak var. Ama hikaye bununla sınırlı değil.
1950’li yıllarda Don Julian adındaki bir adam Mexico City sokaklarında kutsanmış kişi olduğunu düşünerek tanrıya dualar eder. Garip davranışlarından dolayı bir çok defa sokaklarda dayak yiyen zavallı Don Julian onu kötü ruhlardan koruyacaklarına inandığı için oyuncak bebekler toplamaya başlar.
Meczupluğa doğru koşar adımlarla ilerleyen Don Julian karısını ve çocuklarını terk ederek bu adaya yerleşir ve hayatının geri kalan 50 yılında burada yaşar. Adamcağız bu kanallarda boğulduğuna inandığı bir kız çocuğunun ruhunu bu bebeklerle koruduğuna inanır. Trajik olansa daha sonradan Don Julian’ın kanallarda boğularak yaşamını yitirmesidir. Bugün Don Julian’ın oğlu tarafından derlenen bebekler adaya gelen turistlerin ziyaretine sunuluyor.
2000 zehirli yılanıyla çok cici bir Brezilya adası
Yılan adası olarak da bilinen Sao Poula’ya 150 km. mesafedeki Ilha de Queimada Grande Adası’nda 0.5 km²’lik bir alanda 2000-2500 arası zehirli yılan yaşıyor. Dünyanın en zehirli yılanları arasındaki “Bothrops insulari” bu adanın yerel türleri arasında. Bu yılanın zehrinin insan etini diğer yılan zehirlerinde 5 kata kadar daha hızlı “erittiğine” inanılıyor. Brezilya donanması adaya bilimsel araştırmalar haricinde girilmesini yasaklamış durumda. Bothrops insulari’nin zehri ilaç endüstrisinde kullanıldığı için oldukça değerli ve kaçakçılığından yüksek miktarlarda gelir elde ediliyor.
120 milyon yengeçin okyanusa yürüyüşü
Avustralya’nın Hint Okyanusu tarafında bulunan Christmas Adası 1643 yılında keşfedilmiş. %63’ü ulusal park olarak korunan adanın orman eko sistemi buranın yerel türü olan kırmızı yengeçler için mükemmel bir yaşam alanı sunuyor.
Yağmur sezonu başladığında yengeçler yüzlerini okyanusa doğru çeviriyorlar. 250 milyona yakın yengeç ormandan okyanusa uzanan 8 km.’lik göç yolu boyunca susuzluk, otomobiller ve adaya kargo gemileriyle gelmiş sarı karıncalarla boğuşmak zorunda kalıyorlar. Adanın yerel türü olmayan sarı karıncalar yengeçlere saldırarak gözlerini yiyiyor ve onları kör bırakıyorlar.
Okyanusa ulaşmayı başararak yumurtalarını bırakmayı başaran yengeçlerin yavruları bu sefer göç yolunu denizden ormana doğru sürdürüyorlar. Böylece yaşamın döngüsü devam ediyor.
Dünyanın en “yatış” adası
Kedia dası Japonya’da bulunuyor. Sanmayın ki her şeyden bir fırlamalık ve abartı çıkarmakta mahir olan Japon kardeşlerimiz burayı da bir fantezi ürünü olarak kedilerle doldurmuş. Tashirojima Adası’dali kedilerin bir tarihi var.
18. yüzyıl’ın ortalarında ipek böceği çiftliklerine dadanan farelere karşı önlem olarak adaya getirilen kediler zaman içinde çoğalmaya başlamışlar. İpekböceği endüstrisi durmaya başladığında adadan ayrılan işçiler ve ada sakinleri burayı kedilere bırakmışlar. Bugün adada 100 kadar insan yaşamakta. Balıkçılıkla geçinen ada halkı kedilerin onlara şans getirdiğine inanıyor.