‘To be or not to be’ sözünü ‘Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin’ şeklinde çeviren, şiirin “Can Baba“sı. Bazen sivri dilli, bazen küfürbaz ama bir o kadar sevgi dolu. Ağustos ayı, O’nun hem doğduğu hem de ebedi âleme göçtüğü ay. Biz de ağustos bitmeden bu kez şiirleriyle analım istedik Can Baba’yı…
Dargın mıyız Yoksa
bu sabah uyanırken tam
karşıma çıktın
kara karaydı gözlerinin akları
dargın mıyız yoksa?
sana üryani eriği hoşafı yaptım
yanına domatesli pilav, yemedin
dargın mıyız yoksa?
her bahar erguvanlar içinde yaşardık
bu bahar erguvan görmedim desem yeri
dargın mıyız yoksa?
durdun öyle karşımda, mahzun
bana çok uzaklardan baktın
dargın mıyız yoksa?
“Biri Can baba, diğeri Can babanın babası. Biri cumhuriyetin asi çocuğu, diğeri cumhuriyetin asi çocuğunun babası… İkisi de çok iyi eğitimli; biri şair ama en önemlisi hayat üstadı, diğeri cumhuriyetin en önemli milli eğitim bakanı. Aslında ne kadar zıt görünseler de o kadar benzerler birbirlerine baba oğul, ne kadar ayrı düşseler de birlikteler…”
Anayasası İnsanın
(Ustamız Eluard’ın izinden)
Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve bin bir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman
Can Yücel, 21 Ağustos 1926 tarihinde ikiz kardeşi Canan ile İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Gülsüm Refika Hanım, babası ise bir eğitimci ve yazar, ileriki yıllarda da genç cumhuriyetin milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel’dir. Can Yücel, kız kardeşi Canan ile birlikte Boğaziçi İlkokulu’na gider, ama kardeşiyle devamlı kavga halinde olduğu için aile çözümü Can’ı yatılı okula yollamakta bulur.
Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çırpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici hep, hep acele işi!
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a,
Bi helalleşmek ister elbet, diğmi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, can evim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Babası Hasan Âli Yücel, 1938 yılında Celal Bayar Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı olunca Ankara’ya taşınırlar; bu kez Taşmektep’e yollanır çocuklar. Can “ahır gibi” der bu okula. Üstelik futbol da oynayamaz. Üstüne bir de “vekil oğlu” muamelesi gelince hiç sevmez okulu. Ortaokul bitince Atatürk Lisesi’ne gider ve burada mutlu olur. Özellikle Cevdet Kudret, Nurullah Ataç gibi hocalarla tanışınca…
Okulda Latince öğrenir, Nâzım okurlar. Sınıf arkadaşlarından biri de Gazi Yaşargil’dir. Birlikte yurtdışında okuma hayalleri kurdukları ve bu amaç uğruna harçlıklarını biriktirdikleri can dostu Gazi.
Arkamdan Konuşmasınlar Diye
Her Donkişot’un bir yel değirmeni vardır
Benimki Heybeli’de
Yarı yarıya yıkık
Üstünde
Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle
Kocaman
TÜRKİYE HALK BANKASI
Yazılı
Vallahi billahi de
Beş kuruş almadım o reklam için
“Can Yücel yerine bana burs verildiği çok söyleniyor” diyen Yaşargil şöyle anlatır o günleri…
“Ama ne bana burs verildi ne de Can’a. Hasan Âli Yücel, Temmuz 1943’te yanıma gelerek ‘Gazi Bey, Can bana söyledi Viyana’ya gitmeye karar vermişsiniz. Ben de Can’ı İngiltere’ye göndereceğim. Lütfen onu ikna edin’ dedi. Ben de ikna ettim, yol gösterdim sadece. Ama ikimize de burs verilmedi. İkimiz de ailemizin imkânlarıyla yurtdışına çıktık. Can çok iyi arkadaşımdı.”
Lise bittiğinde Hasan Âli Yücel oğlunu Nazi Almanyası’na göndermek istemediği için Gazi Yaşargil yurtdışına tek başına gider, Can Yücel ise kendisi için harçlıklarından biriktirdiği parasını arkadaşına verir.
Bir Sen Eksiktin Ayışığı
Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri,
Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra
Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,
Başımızda prensip sahibi bir başçavuş.
Niğde üzerinden Adana Cezaevi’ne gidiyoruz…
Bi sen eksiktin ayışığı
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!
Can Yücel bir süre Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Alman filolojisi okur. Üniversitede sol kanatta yerini alır ve Dil-Tarihteki İlerici Gençler Derneği’ne üye olur. Bunlar Hasan Âli Yücel’in kulağına gidince Can Yücel’e Cambridge yolu açılır. Çünkü 1946’da, Türkiye’nin çok partili düzene geçmesiyle birlikte Can Yücel’in muhalifliği daha somut bir kimliğe bürünür.
Mare Nostrum
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
Uzun süre Fransa ve İngiltere’de yaşar. 1953’te yurda döndüğünde Kore Savaşı’na katılan Türk birliğinde askerliğini tamamlar. Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yapar. 1963’te Türkiye’ye döndükten sonra Marmaris’te bir süre turist rehberi olarak çalışır. Ardından İstanbul’a yerleşip bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürür.
Başka Türlü Bir Şey
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava…
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka…
12 Mart döneminde Che Guevara’nın “Gerilla Harbi” ile “İnsan ve Sosyalizm” kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına mahkûm edilir. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuşur. İstanbul’da Vatan, Demokrat ve Söz gazetelerinde köşe yazıları yazar. Önce İzmir’e oradan da Muğla’nın Datça ilçesine taşınır. 12 Ağustos 1999′da burada yaşamını yitirir.
El Tutuşa Tutuşa
Ne kadar çok elimiz varmış meğer
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel işçilerininki
Sonra, ellerin elleri…
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi
Can Yücel, edebiyata şiirle başladı. Çeşitli dergilerde yayımlanan şiirlerini 1950′de basılan ilk şiir kitabı “Yazma”da topladı. Bu kitabın ardından uzun süre biçim arayışlarıyla uğraştı. İlk şiirlerinde uyaklı söyleyiş, coşkulu anlatım, geleceğe umut ve güvenle bakış belirgin özelliklerdi. 1973′te basılan ikinci şiir kitabı “Sevgi Duvarı”nda imge-sözcük-anlam üçlüsünün birbiriyle dengelendiği insan-doğa ilişkilerini konu alan şiirleri dikkat çekti.
Halime Tercümandım
Sözüm ona insandım
Hamsiydim buğulandım
Koynumdaki hatunu
Havva anamız sandım
Beyazıt Kulesiydim
Hem Kumkapıdaki yangın
Arap itfaiyeciynen
Kendi derdime yandım
Pir Sultandım Abdaldım
Düz rakıya dadandım
Çekip çekip kafayı
Anacığımı andım
Banaz’daydı bazlamam
Ve radyodaki reklam
Yaşamı yandaş sayıp
Bana bir ekmek bandım
Arşa vardı feryadım
Firaz’da kör kadıydım
Kararsızlıktan cayıp
Katlime karar aldım
Gül benizli isyanım
Eksi çıktıkça kanım
Arta durdu bicanım
Ben ölsem ölsem bile
Dipdiri o sol yanım
Kara mizah ögeleri taşıyan siyasal içerikli bazı şiirlerinde tarihsel ve günlük olayları iç içe işledi. 1974′te çıkan üçüncü kitabı “Bir Siyasinin Şiirleri” önceki dönemlerin bileşkesiydi. Bu şiirlerde cezaevinden dışarıya dönük gözlemlerini, izlenimlerini, duygu ve düşüncelerini yansıttı.
Hiciv gücü ve sözcük oyunlarıyla eriştiği dil ustalığı, geniş kültürüyle beslenen şiirini yeni boyutlara ulaştırdı. Halk ağzı ve türküleri ile deyişlerinden de yararlandı. Şiirin yanı sıra tiyatro oyunları da çevirdi. 12 Eylül sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla “Rengâhenk” adlı kitabı toplatıldı.
Öyle Bi…
Temiz gömleğimi giydim talimden sonra
Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler
İşte sen öyle bir serindin
Tuzla’dan kaptılarla inerken şehre
Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa
Ve gün-açık penceresinden meşelerin
Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi
Ufacık bi parça deniz gibiydin
Şipka biberleriyle konmuş okulun camlarına
Arnavut Köyünün o muhacir güneşi
İşte sen öyle bi cumartesiydin
Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar
Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor
Köşeleri dönerken, önlükleri altından
Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu
Kalkan al tramvaydın ergenlik durağımdan
Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi
Gün ağarmıştı ama ben günaydın demedim
İşte sen öyle ışıklı bir yerdin.
Bilmiyordum hiç burda bir fırın olduğunu
Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü’üh!..
İşçiler, ateşler, ay çörekleri
Ve kılıç gibi taze ekmek kokusu…
Dağıttık evvel-allah yalnızlıkları
Yaşamak düğünse, sen orda gelindin
Seni soydum Güler, dünyayı giyindim
“Avuçlarındaki ter kokusunu özlediği” karısı Güler Yücel’le 1956 yılında evlendi. Bir mülakatında Güler Yücel’den “Pek severim karımı haa! Babam bana, ‘sen tek karıyla yaşamaya mahkumsun’ derdi. Güler’le yaşıyorum. Çok da seviyorum canımın içini” sözleriyle bahseder. Can Yücel o dönülmez yolculuğa çıkana değin ömürlerinin 43 yılını birlikte geçirirler.
Akdeniz Yaraşıyor Sana
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk havladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağrasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mut’un doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım yaraşıyorsun sen Akdeniz’e
1973 yılında evliliğe bakışını şu sözlerle anlatır:
“Evlilik , inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da… Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan geçiyor. Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan… Nedir bu dayatmalar? Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi… Olmaz, yürümez diyor toplum… Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına ‘höt’ dediğinde oturmalı kadın… Ya da yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı… Eğitimde de böyle… Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layığı! Eşim benden 2 yaş büyük; ne ‘höt’ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü… Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti.
– ‘Ooo Can Bey kapmışsınız çıtırı’ esprilerine muhatap dahi oldum.
Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bi taneyi 9 senede bitirdim… Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım…”
Küçük Kızım Su’ya
Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi adeta bir suyun
Ayakucunda sen oturuyorsun
Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!
Üç çocuğu oldu Can ve Güler Yücel’in; kızları Güzel ve Su ile babasının adını verdiği oğlu Hasan Yücel. Kendi nasıl bakıyorsa hayata, çocuklarına da o ilhamı vermeye çalıştı. Çocukları için aşkı diledi, mutluluğu diledi; “Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!” diye ekledi.
Öz Geçmişim
Ben ömrümce muhalif yaşadım.
Devletçe de menfi bir TİP sayıldım
Onun için kan grubum
RH NEGATİF
Bu dizeleri Can Yücel’in yaşamının özetidir sanki. Ayrıca “harbi konuşmak”tan söz eder. “Küfür etme özgürlüğü”ne sahip çıkarak. “Türkiye’deki insanların tek özgürlüğü olan küfrü ele vermemek lazım! Sahip çıkmak lazım!” diyerek.
Büyük Can Dedi ki
Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken
Ve bir gün “Anne babadan kalma yarısı yaşanmış ömrü”nü tükettiğinden bu yana nice aşklara, nice isyanlara tercüman olan şiirler bırakır ardında Can Baba… Özlem ve saygıyla anıyoruz biz de büyük şairi, mezar taşlarına bile tahammül edemeyenlerin diyarında…