Çok yönlü ve her yönüyle büyük başarılara imza atmış bir isimdir Zülfü Livaneli. Siyaset adamı, yönetmen, müzisyen, yazar gibi farklı kulvarlarda sürdürdüğü uzun kariyer maratonu boyunca yurt dışı ve yurt içinde büyük ilgi gördü ve ödüller kazandı. 20 Haziran 1946’da Konya’da dünyaya sanatçı her zaman belirgin bir politik duruşa da sahip oldu. 1971’de hapis yatıp çıktıktan sonra 1972’de İsveç’e gidip burada 1 yıl müzik eğitimi aldı. Onlarca dile çevrilen kitapları, Joan Baez ve Leman Sam gibi pek çok müzisyenin yorumladığı eserleri, dış ülkelerde de vizyona giren filmleri ve aldığı ulusal – uluslararası ödülleriyle Zülfü Livaneli bir başarı öyküsüdür. İçeriğimizde sanatçının bir yazar olarak varlığını inşa ettiği kitaplarına bakacağız. İşte tüm Zülfü Livaneli kitapları!
1. Arafat’ta Bir Çocuk (1978)
Livaneli’nin edebiyat sahasında verdiği ilk eser olan Arafat’ta Bir Çocuk yazarın politik kimliğinden de etkilenen bir yapıt. Mültecilik, yirminci asrın ikinci yarısında çalışmak için Batı’ya göç eden Türkler, sürgün gibi temalar kitabın iskeletini oluşturuyor. Kendisi de ilk gençliğinden itibaren yurt dışlarına gitmek zorunda kalan sanatçı bir bakıma kendi yaşadıklarını da kitabında işliyor. Kitap İsveç televizyonu tarafından da filme alınmıştır. Açıklama kısmından: ‘’Zülfü Livaneli’nin edebiyat alanındaki ilk verimleri olan öykülerini bir araya getiren Arafat’ta Bir Çocuk, yayımlandığı 1978 yılından beri hem Türkiye’de hem de dünyada olağanüstü bir ilgi gördü. Türkiye’de defalarca basıldığı gibi Almanca ve Farsçaya da çevrildi. Kitaba adını veren öykü İsveç ve Alman televizyonlarında film yapıldı. Arafat’ta Bir Çocuk’un ana konusu, edebiyatın en eski temalarından ‘sürgün’ ve bütün anlamlarıyla ‘sınır’ Kitapta yer alan öykülerde, Türkiye’nin Avrupa macerasının başladığı 1960’lardan ve 12 Mart 1971’den bu yana işçi ya da siyasi mülteci olarak Avrupa ülkelerine savrulan Türklerin özellikle kültürel çatışmalar bağlamında yaşadığı sıkıntılar işleniyor.’’
2. Geçmişten Geleceğe Türküler (1981)
Birçok Avrupa ülkesinde çoğu zaman da mecburiyetle yaşayan Livaneli, tüm farklı kültür deneyimlerine karşın halk müziğine yönelmiştir. Türkçe ve Almanca çıkan kitapta yazar, müzisyen yanından besleniyor. Kendi şarkılarını notalarıyla beraber içeren kitap Almanya’da ders kitabı olarak da okutulmuştur.
3. Dünya Değişirken (1987)
Üçüncü kitabı ve bir roman olan Dünya Değişirken sosyal gerçekliği barındıran ve günümüze de ışık tutabilecek bir eser. Okuyucusuyla bir nevi sohbet eden, dertleşen bir anlatıcı görüyorsunuz romanda. Davetkâr bir alıntı: “Bir de benim gibi, çevresinde olup bitenlere bakıp canı sıkılanlar var. Gazeteleri okursun canın sıkılır, televizyona bakarsın canın sıkılır, polemikleri izlersin canın sıkılır, küçük insanların büyük egolarını seyredersin canın sıkılır. Siz de bizim gibi gidişata canı sıkılanlar takımındansanız klübe hoş geldiniz!”
4. Sis (1990)
Senaryo türünde yazılmış olan ve Livaneli’nin yönetmenliğinde filme de çekilen Sis, özellikle 1990’lı yılların siyasî çalkantılarını ele alıyor. Siyasî görüşleri için en yakınlarını, canlarını dahi menzildeki bir hedef olarak görebilen insanlar uzun yıllar bir gerçeklik olarak yaşandı. Sis de aslında iki farklı görüşe sahip kardeşin hikayesi. Tanıtım yazısından bir alıntı: ‘’Ülkenin çalkantılı bir dönem yaşadığı, kardeşin kardeşi vurduğu günlerde hüküm eskisi Avukat Ali Fırat (Rutkay Aziz), beklenmedik bir olayın içine sürüklenir. Oğlu Murat öldürülmüştür. Bu siyasal kargaşa ortamında onu öldüren karşıt görüşe sahip kardeşi midir? Olaylar bu kuşkular içinde sürüp gider.’’
5. Orta Zekalılar Cenneti (1991)
Livaneli’nin bir denemeler bütününü oluşturan aydınlatıcı bir kitabıdır. Sanat, siyaset, edebiyat, kültür gibi evrensel konuları derleyip tarihsel gerçekliğe oturtarak anlatıyor yazar. İnsanlık tarihinin belki de en önemli konuları olan bu başlıklar yazarın öğretici ama dikte etmeyen, akıcı üslubuyla kitapta yer alıyor. Yazarın konuştuğu tanıtım bülteninden: ‘’Orta Zekâlılar Cenneti’ni yazdığım yıldan bu yana, Türkiye’de ve dünyada çok şey değişti ama gözlemlerime göre ‘orta zekâlı’ların iktidar alanı daha da genişledi, neredeyse başa çıkılmaz bir ortak paydaya dönüştü. Toplum kaliteyi -deyim yerindeyse- kusmaya başladı, iyiliğin yerini kötülük, temizliğin yerini pislik, hakkın yerini haksızlık, kibarlığın yerini kabalık, ahlakın yerini ahlaksızlık alma yolunda epey ileri gidildi. Ne olup bittiğini anlamamıza destek verebilecek böyle bir kitabı yeniden yayınlarken, iki ayrı kitaptan, yani Orta Zekâlılar Cenneti ile daha sonra yayınlanmış olan Sanat Uzun, Hayat Kısa’dan bir derleme yapmayı ve birlikte sunmayı istedim. İçimden öyle geldi. Umarım okurlar bunu uygun karşılarlar.”
6. Diktatör ile Palyaço (1992)
Dünyadaki diktatörlerin ülkemizde yaşasalar sonlarının nasıl olacağına dair bir eser bu. Önemli ipuçları içeren tanıtım yazısına direkt geçiyorum: “Papadopulos. 1967’deki ihtilal lideri, Yunan cuntasının başı. İhtiyar ve yorgun kafasını, 17 senedir yattığı hücrenin taş duvarlarına vurarak parçalamak istiyor. Çünkü içinde isyan duyguları kabarmakta… Yalnız o mu? General Galtieri de Arjantin’de kıskançlıktan aklını oynatacaktı, diğerleri de. Bütün bu diktatörler Türk olsalardı ve diktatörlüklerini Türkiye’de sürdürselerdi, başlarına bunların hiçbiri gelmeyecekti…” “… Bütün bu diktatörler Türk olsalardı ve diktatörlüklerini Türkiye’de sürdürselerdi, başlarına bunların hiçbiri gelmeyecekti. Bir sahil kasabasında yaptırdıkları güzel köşklerinde asude bir hayat süreceklerdi; bulvarlara, caddelere adları…”
7. Sosyalizm Öldü Mü? (1994)
Yine 1990’lar gibi bir dönüşüm yaşıyor olduğumuz zamanlarda toplumsal gerçekliğe vurgu yapan ve buna önem veren yazar bu kitabında da sosyalizmin değerini anlatmaya girişiyor: ‘’Sosyalizmin uygulamasından ders çıkarmak, özellikle bugünkü kapitalist emperyalist yapıdaki çıkmazlar, sürekli krizler, dünya servetinin bir avuç zengin şirketin elinde yoğunlaşması, yolsuzluklar, haksızlıklar, karanlık ve açgözlü uygulamalar, çiğnenen insan hakları ve acımasız sömürüler, savaşlar, çevre kirlenmesi, artan işsizlik, yoksulluk ve açlık gibi bir yığın ciddi sorun karşısında, insanlığın kurtuluşu adına çok önemli ve zorunlu bir görev haline gelmiştir.’’
8. Engereğin Gözündeki Kamaşma (1996)
Bu kez kendine zaman ve mekân olarak farklı bir durum seçiyor Livaneli. 17. asrın Osmanlı sarayında geçen eser 1997’de ödül de kazanmıştır. Tanıtımından içeriği de anlatan bir parça: ‘’Yıllardır Topkapı Sarayı’ndaki hücresinde kapalı tutulan Şehzade, hiç beklemediği bir anda tahta çıkarılır, böylece iktidarın tek sahibi olur. Haremağası Süleyman ise Habeşistan’dan koparılıp hadım edilerek saraya getirildiğinden beri onun en sadık kulu ve -iktidarsızlığına rağmen- Harem’in tek hâkimidir. Valide Sultan’ın iktidar hesaplarıyla oğlunu yeniden hapsettirmesi, ilişkileri iyice içinden çıkılmaz bir hale sokacaktır. Engereğin Gözü, Haremağası ile Padişah arasındaki köle-efendi ilişkisi aracılığıyla, ‘bakışıyla her canlıyı kımıltısız hale getiren bir engereğin bile gözünü kamaştıran’ iktidarın büyüleyiciliği üzerine alegorik bir roman. Bir yanıyla da bir ‘dil şöleni’; Zülfü Livaneli, Evliya Çelebi’nin, Naimâ’nın ve Türkçenin büyük dil ustalarının izini sürüyor.
9. Livaneli Besteleri (1998)
Bestekâr yanını görebileceğimiz kitapta Livaneli’nin seçme eserleri ve onların notalarını bulabiliyoruz. Yerli – yabancı pek çok müzisyenin yorumladığı Livaneli bestelerinden 77 tanesi kitabı oluşturuyor. Yazarın kendi yılları ve müzik dünyasıyla ilgili aktardıklarından bir alıntı: ‘’Bir bestenin kalitesi nasıl anlaşılır? Yaygınlık bu işteki tek ölçü müdür? Elbette hayır! Bir bestenin en büyük sınavı zamandır. Eğer beste yıllara dayanabiliyor, bestelendikten 20-30 yıl sonra hala söyleniyor, hele kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa sınavı geçmiş demektir. Son yıllardaki konserlerimde, bestelerimi söyleyen gençleri görünce içimin ısındığını itiraf etmeliyim. Çünkü bu parçalar bestelendiğinde, o gençler daha doğmamıştı. Zaman içinde bu besteler benim olmaktan çıktı, halkın malı haline dönüştü. Bu da beni sevindiren bir başka gelişme.’’
10. Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm (2001)
‘’Bu kitaptaki öyküleri daha çok Türklerin işçi veya politik mülteci olarak Avrupa’ya gittikleri döneme ait gözlemlerimden yararlanarak kaleme aldım. Öykülerimin ortak teması bireylerin yaşadıkları kültür çatışmalarıdır.’’ Böyle diyor Zülfü Livaneli bu eseri hakkında. Müzik ve yönetmenlik kariyeri boyunca da sosyal gerçeklikten, toplumsal işleyişten kendini soyutlamayan yazar aynı anlayışı burada da sürdürüyor. Açıklamadan bir alıntı: ‘’12 Mart rüzgârlarının İstanbul’dan Stockholm’e savurduğu bir mülteci olan Sami Baran, yattığı hastanede Türkiye’den bir hastayla karşılaşır. Bu adam, başına gelenlerin sorumlusu olarak gördüğü eski bir bakandır. Ondan intikamını almak amacıyla Şili, Uruguay, İran gibi farklı ülkelerden gelmiş mülteci arkadaşlarıyla birlikte bir plan yapar. Ancak, bu planı gerçekleştirmek o kadar kolay olmayacaktır: Sami Baran, anadilin yeri geldiğinde düşmanla da anlaşma aracı olabileceğini hesaba katmamıştır. Ve bu, planın önündeki engellerden sadece biridir…’’
11. Mutluluk (2002)
Hakkında yerli – yabancı pek çok yazı yazılmış olan eser siyasî çatışmalar, Türk aydını gibi konuları ele alıyor ve bu döngü içerisinde yolları kesişen üç farklı tipin hikayesini anlatıyor. Kitap hakkında söylenen bilgi verici bir alıntı: ‘’Mutluluk hem bir dönem romanı; hem kentiyle kasabasıyla, İstanbul’u ve Ege’siyle bugünkü Türkiye’nin tanıdığı, hem de anlattığı kişilerin psikolojik derinliklerine ulaşan bir başyapıt. Meryem’i, İrfan’ı ve Cemal’i hiçbir zaman unutamayacaksınız.’’
12. Gorbaçov’la Devrim Üstüne Konuşmalar (2003)
21 Ekim 1986’da Sovyetler Birliği’nin yeni başkanı Mihail Gorbaçov’la buluşan küçük bir aydın grubu vardır. Yaşar Kemal ile Zülfü Livaneli’nin de içlerinde bulunduğu bu grup Gorbaçov’la konuşma şansı kazanır. Kitap 1986’dan 2003’e kadar 17 yıl boyunca farklı zamanlarda buluşan Gorbaçov ve Livaneli’nin sohbetlerini oluşturuyor. İçeriğe dair önemli bir alıntı: ‘’Sovyetler Birliği’nin son devlet başkanı Mihail Gorbaçov’la baş başa yapılan konuşmalar, tarihin önemli bir değişim anına tanıklık etmekle kalmıyor, bugünün politik gelişmelerini ve yeni Amerikan doktrinini de daha iyi anlamamızı sağlıyor.’’
13. Leyla’nın Evi (2006)
Üç ‘’ayrı dünyaların insanları’’nın yolları Leyla’nın Evi’nde kesişiyor. Bir paşa torunu, gazeteci ve hip-hop tarzı müzik yapan bir kadını İstanbul etrafında anlatan eserin kurgusuna dair bir alıntı: ‘’Boğaziçi’nde Bosnalılar Yalısı’nda doğup büyümüş paşa torunu Leyla Hanım, yalının yeni sahibi Ömer Cevheroğlu tarafından sokağa atılır ve mahallenin çocuklarından gazeteci Yusuf’un Cihangir’deki bekâr evine sığınmak zorunda kalır. Yusuf’un sevgilisi Rukiye (“sahne adı”yla Roxy), Almanya’da peep show’larda modellik yapmış, hip-hop tarzı müzik yaparak ‘yırtmaya’ uğraşan bir Almancı kızıdır. Leyla Hanım, yalının yeni sahipleriyle görüşmeye çalıştığı bir gün, Ömer Bey’in babası, Kadızade Konağı’nın emektar vekilharcı, dört kuşaktır konaklarda hizmetkârlık yapan bir aileden gelen Ali Yekta Bey ile tanışır.’’
14. Sevdalım Hayat (2007)
Anı kitabı olarak da bilinen Sevdalım Hayat’ta sanatla, edebiyatla, kültürle ilgilenen insanları ve onların sistem tarafından nasıl yenildiğini görüyorsunuz. Livaneli’nin kendisi de bu herkesi içine alan durumla ve kitapla alakalı olarak şunları söylüyor: “Öncelikle benim ama bir anlamda hepimizin hayatına dair bir anlatı. Çünkü bu ülkede sanatla, kitapla, kültürle ilgilenen ve daha güzel bir dünya yaratmak isteyen milyonlarca kişi, sürek avlarıyla sistemli olarak yok edildi, tutuklandı, hayatın dışına sürüldü.”
15. Son Ada (2008)
2009 Orhan Kemal Roman Armağanı’nın sahibi olan Son Ada fantastik bir kitap. Hatta öyle ki kitaba adını veren yer bir nevi ütopya. Herkesin elden geldiği kadarını yaptığı bu adada hırs adeta yok gibidir. Gelgelelim bu adayı da ‘’değerlendirmek’’ isteyen muktedirler adadaki ütopyayı da yok ederler. Tanıtım bülteninden: ‘’Son Ada’nın adsız anlatıcısı, adını kendisinin koyduğu bu yeri ‘son sığınak, son insani köşe’ olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir ütopya: ‘Herkes elinden geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını yapıyordu.’ Ancak bu durum uzun sürmez: Ülkenin darbeci başkanının emekliliğini huzur içinde geçirmek için adaya yerleşmesi, bu cennet adada yaşayanların huzurunu kaçıracaktır.’’
16. Sanat Uzun Hayat Kısa (2010)
Hemen her eserinde kendisinden izler görebileceğimiz, hatta bizzat anı kitabı olarak da eserler veren Livaneli bu kitabında da kendi deneyimlediklerinden yola çıkıyor. Okuyucusunu düşünmeye davet eden, türlü sorunlara işaret eden kitabın arka kapağından bir alıntı: ‘’Bu kitap, çok boyutlu bir sanatçının okuyarak, besteler yaparak, filmler çekerek, romanlar yazarak ve hepsini halkla iletişim halinde üreterek yaşarken birikmiş sözlerinin süzülmesinden oluşuyor. Ayrıca, bu ülkede yaşamanın; bu yollarda seyahat etmenin, bu televizyonları izlemenin, bu sokaklarda yürümenin izlerini taşıyor.
Livaneli bu kez, yıllar boyunca biriktirdiği bilgiler, karşılaştığı gerçeklikler, tanık olduğu durumlar arasında ilgiler kurarak, kimi sorunlar üstünde düşünüyor. Her insanda olduğu gibi onda da dış dünya bu şekilde zihnine yansıyor.’’
17. Harem (2012)
Çizgi roman şeklinde yayımlanmış olan kitap yine 17. asır Osmanlısında geçiyor ve haremden, aşktan, entrikadan, kişisel ve siyasî çekişmelerden söz ediyor. Çizgi roman evet ama eserin hassas içeriğe sahip ve yetişkinlere yönelik olduğunu da belirtmek gerek.
18. Edebiyat Mutluluktur (2012)
Özellikle edebiyatseverlerin ilgileneceği bir kitap. Çeşitli edebî tartışmalar, romanlar, yazarlar ve yazma süreci kitabın ana konuları. Yazarın Vatan gazetesinde ‘’Edebiyat Notları’’ köşesinde yazdıklarından oluşuyor. Tanıtım bülteninden: ‘’Don Kişot’tan Karacaoğlan’a, Tolstoy’dan Yaşar Kemal’e, Güneş-Dil Teorisi’nden Nâzım Hikmet’e, film müziklerinden @ işaretine kadar pek çok kişi ve konuya değinen bu yazılar kısa sürede büyük ilgi gördü, sadık bir okur kitlesi oluşturdu. Edebiyat Mutluluktur’da bu yazılardan ince elenip sık dokunarak seçilmiş yazıları ve Livaneli’nin ‘Benim Gözümden Yaşar Kemal’ ve ‘Edebiyat Üzerine’ başlıklı iki konuşmasını bulacaksınız.’’
19. Serenad (2013)
Onlarca dile çevrilen, evrensel ölçekte bilinen Serenad hem bir aşk hikâyesi hem de bir tarihî süreci gözler önüne seriyor. Livaneli’nin diğer eserlerinde de görülen kişisel ile toplumsal dünyanın bir aradılığı belki de Serenad ile en başarılı örneğini vermiş sayılır. Tanıtım bülteninden: ‘’Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar. 1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.’’
20. Kardeşimin Hikayesi (2013)
En az Serenad kadar yankı yapmış olan roman emekliye ayrılan bir adam ve genç bir gazetecinin yaşanan bir cinayet vakası ekseninde bir araya gelmesinden oluşuyor. Arka kapak yazısından: ‘’Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalı’nın kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir.’’
21. Konstantiniyye Oteli (2015)
Konstantiniyye Oteli zengin şahıs kadrosu ve onlara dair panoramasıyla geçmiş ve bugünü ele alan bir kitap. Kitaba da adını veren otelin açılışı için bir araya gelen insanlar yüksek statü sahibi kimseler. Başkanlar, medya patronları, eski – yeni zenginler, siyasetçiler ve daha nicesi. Hatta İstanbul mezarlarında yatan ölüler dahi bu panoramada yerlerini alıyorlar. Tanıtım yazısından: ‘’Konstantiniyye Oteli, aslında binlerce yıllık koskoca bir şehir olarak çıkıyor karşımıza. Değişen, dönüşen, ama barındırdığı şiddet nedense aynı kalan bir şehir…’’
22. Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal (2016)
2015’te kaybettiğimiz büyük yazar Yaşar Kemal’in ardından, eski dostu Livaneli’nin yazdığı önemli bir kitap. Halk edebiyatına hakim, o çevrede büyüyen ve gelişen Yaşar Kemal; yine aynı kültür dairesinde yetişmiş dostu Livaneli tarafından anlatılıyor. Edebiyata, türkülere, anılara dair bu çok kapsamlı sohbet Yaşar Kemal biyografisi için en elverişli kaynaklardan biri olsa gerek. Tanıtım bülteninden: “Yaşar Kemal’in çevresinde esen, sanki kişiliğinin ve bedeninin ayrılmaz parçası olan, gittiği her yere, girdiği her mekâna, sanki onunla doğmuş gibi farkında olmadan taşıdığı bir rüzgâr vardı. İster yabancı ister bizden, ister köylü ister kentli, ister kadın ister erkek, herkesi etkisi altına alan bir rüzgârdı bu. Unutulmaz roman kahramanlarından Yel Veli gibi sürekli koşarak ölümden kaçmak istediği için oluşmuyordu bu rüzgâr. Koca gövdesiyle onu da, yanındakileri de bazen lodos gibi sersemletiyor, bazen garbi yeli gibi ferahlatıyor, bazen şiddetlenip çevresinde ne varsa önüne katıp sürüklüyordu.”
23. Huzursuzluk (2017)
Büyük kent İstanbul’da yaşayan, arkadaşının ölüm haberi nedeniyle de kadim kent Mardin’e giden karakterin serüveni anlatılıyor. Yazarın en çok ses getiren kitaplarından biri Huzursuzluk. İçeriğe dair bir alıntı: ‘’İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer.’’
24. Elia ile Yolculuk (2017)
İllüstrasyonlarla dolu olan kitapta dünyaca bilinen usta yönetmen ve yazar Elia Kazan, Livaneli anılarıyla karşımıza çıkıyor. Türkiye’yi çok seven, fırsat buldukça ülkeye gelmiş olan Elia bu süreçte yazarla da tanışıp dost olmuş ve yakınlık kurmuştur. Yazarın Elia ile yaşadıklarını kesitler halinde görebileceğiniz kitabın arkasından bir alıntı: ‘’Kadim Anadolu, bambaşka ilkelere sahip, farklı deneyimler yaşamış iki insanı, Zülfü Livaneli ve Elia Kazan’ı belki de tek ortak yolculuklarına çıkarmayı başardı. Livaneli’nin büyülü satırlarından okuyacağımız bu sıra dışı yolculuğu, M.K. Perker’in muhteşem çizgileriyle izleyeceğiz.’’
25. Arkadaşıma Veda (2018)
Filme de çekilen Arkadaşıma Veda, Atatürk’ün çocukluk arkadaşı Salih Bozok tarafından anlatılan ulu önderi karşımıza çıkarıyor. Rafine bilgilerle dolu kitapta Atatürk’ün yanı sıra arkadaşlığın da ne demek olduğunu tekrar anlama şansı yakalıyoruz. Salih Bozok’un Atatürk hakkında evladına yazdığı ve kitabın da tanıtımında kullanılan duygusal bir alıntı: ‘’Canım yavrum, Ben hayatım boyunca Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz bir hayranlık duydum ve daima onun izinden yürüdüm. Ne mutlu bana ki halkın, dâhi liderine duyduğu derin sevgiye tanık oldum. Bu kitap, onu henüz altı yasındayken Selanik’te tanıdığım ilk günden, İstanbul’da öldüğü o acı güne kadar süren eşsiz dostluğumuzun hikâyesidir. Yüreği daima vatan sevgisiyle dolu iki arkadasın, hayallerini gerçekleştirme hikâyesidir.’’