Yılmaz Güney‘in sinemamızdaki yeri hiç kuşkusuz oldukça değerlidir. Onun yarattığı hikayelerde anlattığı dünya, yaşayan ve acı çeken bir dünyanın bizzat kendisidir. Bu nedenledir ki karakterleri günümüzde de kendini göstermekte, yaşamaya ve söz konusu acıyı çekmeye devam etmektedir. Onun kavgası, otoritenin yükü ve kontrolsüz gücü altında ezilen insanların kurtuluş umuduna dayanmaktadır. Oradan nefes almakta, beslenmektedir. Umutsuz değildir ancak umut için bir şeyler yapılması gerektiğini düşünmektedir. Yılmaz Güney, nam-ı diğer Çirkin Kral, sinemaya kendini adayarak pek çok şey yapmıştır.
Hapishane yıllarında kaleme aldığı mektuplar da daima altını çizdiği umudun bir parçası olarak okunabilir.
1. “Her şeyi yeniden düşünüyorum. Sevgilerimi, nefretlerimi, arkadaşlarımı, dostlarımı, düşmanlarımı, filmlerimi, iyileri, kötüleri, tarihi, coğrafyayı ve sanat anlayışımı.”
2. “Yeniden bakıyorum aynadaki yüzüme. Bir hesaplaşma içindeyim kendimle ve hesaplaşma gereği her gün yeniden sarsılıyorum.”
3. “Altı aydır cigara içmiyorum. İrademi terbiye etmeye, bilincime hakim olmaya çalışıyorum. Kumruları yaşatıyorum kafamda şimdi. Yoksul kumruları. Onlar benim için hüzündür şimdi.”
4. “Uzun, yorucu, düşündürücü günler geçti. Okudukça yeni bir eksik, yeni bir bilinmeyenle karşılaşıyor insan. Dünya, insan, toplum çok bilinmeyenli denklemler gibi. Okumak, düşünmek ve çözmek. İşte hapishanedeki işim.”
5. “Mart, nisan Adana’nın coşkun, güzellik günleridir. O coşkunluğu içimde olanca etkisiyle duyuyorum. Her gün binlerce çiçek açıyor içimde, renk renk, türlü türlü.”
6. “Maddi ve manevi her şeyin kaynağı halktır. Sarayları yapan ve yıkan o. Toprağa eken, biçen, mezarları kazan, gül fidanını budayan, tarihleri yaratan o. Hep o. Sanatın yaratıcısı da odur. Halktır.”
7. “Kışın ilk belirtileri başladı. Üşüyoruz artık. Bir zamanlar mahpushane edebiyatının malı saydığımız yün çoraplara, uzun donlara vs. ihtiyacımız olacağa benzer.”
8. “Ne zaman bir kumru gelse aklıma, lise çağlarımın çocuksu, özlem dolu pırıltılarını düşünürüm. Ne çok isterdim Adana’ya geldiğim zaman yalnız dolaşmayı.”
9. “İnsana, hayata bakarken amacımız onu temellendiren, biçimlendiren ‘gerçeği’ kavramaktır. Burada karşımıza çıkan en önemli sorun budur.”
10. “Gerçek nedir? Nedir bizi konuşturan, düşündüren, kavga ettiren, iyi olmaya zorlayan, neşelendiren? Nedir bizi hesaplı yapan, korkutan, endişelendiren?”
11. “Bir yerlerde aklımız bazı sırları çözmekle yetersiz kalıyor… Kendime soruyorum; kimim, neyim diyorum.”
12. “Yılmaz Güney efsanesi artık bitti diyorlarmış. Oysa daha yeni başladığının farkında değiller. Bacım ve babam üzülmüş olmalılar.”
Kaynak: 1