Gündeme ve algılara yönelik yeni bir etiketimiz var. Adına “Yeni Türkiye” diyorlar. Nesinin yeni olduğunu biz anlayamadık. Yeniyi eski olandan daha iyi bir şeymiş anlamında kullanıyor olmalılar; zaten beklenti de o yönde olmalı: Yeni iyidir. Peki yaşadıklarımız o yönde mi?
Gelişmekte olan bir ülke özgürlük, demokrasi, insan hakları, adalet, refah gibi konularda eski halinden iyi konumda olmalı. Yeni olan işte o zaman evet iyidir. Buyurunuz yeni dediklerinin eskisinden ne farkı varmış hızlıca bakalım.
Eski Türkiye’de derin devlet
Susurluk skandalı patladı ve devletin bulaştığı tüm kirli işler gün yüzüne çıktı. İsimler ortadaydı yıllarca bu isimlerin karıştığı vukuatlar konuşuldu. Eski Türkiye zamanında mafya – derin devlet ilişkisi toplumda bomba etkisi yaratıyor, aylar hatta yıllar boyu gündemden düşmüyordu.
Yeni Türkiye’de derin devlet
Yeni Türkiye’de mafyatik örgütlenme salt ideolojiye göre belirlenir oldu. Eski Türkiye’de yaşanılan en büyük skandallar bile yeni Türkiye’de sıradan bir günün sıradan olayları haline geldi. Menfaatlere göre beraber yürünen yollar, ufukta çıkar çatışması görününce paramparça oldu. Böylece, zaten itibarı düşük olan devlet kadroları, yargı ve emniyet sistemi benzeri görülmemiş biçimde ayağa düştü.
Eski Türkiye’de açık oturum
Yılmaz, Perinçek, Erbakan, Demirel, Ecevit ve İnönü TRT Stüdyosu’nda
Gördüğünüz gibi 1991 yılının o çook eski Türkiyesinde bile seçim öncesi diğer parti liderleri gayet medeni biçimde devlet televizyonunda tartışabiliyor. Ne kadar garip değil mi? Yeni Türkiye’nin yeni nesil demokratları bilmez, eskiden TRT ekranlarındaki açık oturumlara tüm parti liderleri katılır ve eşit olarak söz hakkı alırlardı.
Yeni Türkiye’de açık oturum
Tezgahtan özenle seçilmiş malum isimler, özenle belirlenmiş soruları sorarlar. Bırakın açık oturumda farklı görüşlerden siyasi parti liderlerini, farklı görüşten gazeteci dahi içeri giremez. Günümüzün ileri demokrat yeni Türkiyesinde belediye başkanları dahi tartışma programlarına karşılıklı çıkamıyor.
Eski Türkiye’de askeri vesayet
Erbakan’ın Başbakan, Çiller’in Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Sincan’da düzenlenen Kudüs gecesinde Hizbullah liderlerinin posterleri asılır, Refah Partisi’nin şeriat heveslisi mensuplarının her gün yeni bir İslam devleti kurma demeçleri televizyondadır. Tatbikattan dönen tanklar Sincan sokaklarına merhaba çeker ve postmodern darbe Türk siyasi hayatına girer. “28 Şubat 1000 yıl sürecek” derler, demokrasi sınıfta kalır.
Yeni Türkiye’de askeri vesayet
Yeni Türkiye’de ordunun siyasete etkisi uyduruk davalarla tasfiye edildi. Başta bu davaların gerçek olduğu, sonradan uyduruk olduğu kanısına varıldı. Bkz. Yeni Türkiye’de derin devlet başlığı.
Yeni Türkiye’de mağdur durumuna geçenler “28 Şubat bu günlerden 1000 kat daha iyiydi dediler.” Silahlı kolluk vesayeti için ise polis devreye alındı, yetkilerini artırmak için sürekli yeni paket yasalar gündeme alındı. Mit ise gizli bir servis olduğu için ne işlere karıştığını biz bilemeyiz; ama arada sırada dünya basınında haklarında haberler çıkıyormuş diyorlar.
Eski Türkiye’de basın özgürlüğü
Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy(ADD Kurucusu)
Özellikle siyasal islam ve derin devlet ile ilgili haber yapan gazeteciler öldürülürdü. Şeriat yanlısı örgütler maşa olarak mı kullanıldı diyenler oldu. O kadarını konuya ilgi duyan okuyucular araştırıp öğrenebilirler.
Çetin Emeç, Metin Göktepe ve hepsini yazsak ayrı bir liste yapmamız gerekecek kadar çok cinayet, baskı ve zulüm, yandaş olmayan gazetecinin kaderiydi. Ayrıca müdahale edildiğinde “yeteri kadar” toplumsal tepkinin yükselmeyeceğine inanılan gazeteler kapatılabilirdi.
Yeni Türkiye’de basın özgürlüğü
Hrant Dink, İsmail Cihan Hayırsevener ve Engin Ceber gibi isimler öldürüldü. Dünya basın ve vergi tarihinde görülmemiş cezalarla basına korkutma ve sindirme operasyonu başlatıldı. Devlet bankalarından alınan krediler ve kamu ihaleleri karşılığı iş adamlarına verilen “ballı” teminatlarla yandaş basın kavramı yaratıldı.
ATV ve Sabah TMSF tarafından satışa çıkarıldı. O dönem Başbakan olan Erdoğan’ın damadının CEO olarak çalıştığı Çalık Grubu, Sabah ve ATV’yi 1,1 milyar Amerikan Dolarına satın aldı. Çalık Grubu ödemeyi devlet bankaları olan Vakıfbank ve Halkbank’tan çektikleri 750 milyon Amerikan Doları tutarındaki kredi ile yaptı. Krediler çok düşük faiz oranlarıyla hesaplı şartlarda verildi ve tartışmalı teminatlara dayandırıldı.
Tuncay Özkan’ın Kanaltürk Televizyonu, iktidarın o dönem en büyük destekçilerinden olan Akın İpek’in Koza Grubu’na satıldı. Bkz. Yeni Türkiye’de derin devlet başlığı vol.2. Ve yine maalesef isimlerinin hepsini yazsak ayrı bir liste yapmamız gerekecek kadar çok gazete, tv ve dergilerle ortak manşet atan bir medya yaratıldı.
Eski Türkiye’de siyasi mizah
Demirel’in falan hastasıyız sanılmasın. Kendisine sorsak da ülkenin yaşadığı karanlık günlerin en baba mimarlarından olduğunun kabul eder muhtemelen. 7 farklı hükümette, toplam 10 yıl 5 ay başbakanlık yapmış olan Demirel, bu süreyle İsmet İnönü ve Erdoğan’dan sonra en uzun göreve gelmiş isim. Üstüne bir de Cumhurbaşkanlığı macerası var. Keza Özal da hayli güçlü bir siyasi figürdü. Bu ikisine göre daha hoşgörülü olan, Ecevit, Erbakan, Erdal İnönü gibi isimleri saymaya dahi gerek yok. Tansu deseniz o zaten doğal haliyle komediydi.
Eski Türkiye zamanında tüm bu siyasiler, TRT dahil her türlü ulusal yayın yapan kanalda çatır çatır eleştirilir, en abartılı taklitleri yapılabilirdi. Tv’de Plastip Şov, Olacak O Kadar hatta Reyting Hamdi de bile politik yüzler yerden yere vurulurdu. Mizah dergileri en sert eleştirileri yapar, Fikret Kızılok (Şarkı: Demirbaş) Barış Manço (Şarkı: Süleyman) gibi pop müzik sanatçıları salt Demirel’i taşlamaya yönelik parçalar yapardı.
Yeni Türkiye’de siyasi mizah
Al siyasi mizah!
Yeni Türkiye’de siyasi mizah denilen bir kalıbı bile telaffuz etmek durumunda kalıyoruz. Mizah zaten doğası gereği siyasi değil midir? Televizyonda mizah adı altında sadece şive komiği yapılabiliyor. Karikatüristlere dava açılıyor. Mizah dergisi Harakiri, henüz ilk sayısını çıkarttıktan sonra “Türk halkını tembellik ve maceraperestliğe itmek” ve müstehcenlik gibi derginin kendisinden bile komik gerekçelerle inanılmaz bir para cezasına çarptırılıyor ve dergi kapanıyor.
Eski Türkiye’de futbol ve tribünler
Herkesin biletini tribünün istediği yerinden, fişlenmeden istediği tezahuratı istediği gibi yapabildiği bir yerdi Eski Türkiye. Yine fanatikti. Yine ölümlü kavgalar, yaralamalar ve genel itibariyle dandik bir spor basını vardı; ama fişlenmeden maça gidilebiliyor ve toplumsal olaylara tribün diliyle tepki koyulabiliyordu.
Yeni Türkiye’de futbol ve tribünler
Ermenistan ile oynanacak milli maçta o dönem Ermenistan ile yürütülen açılım çalışmaları yüzünden stada Azerbaycan bayrağıyla gelen taraftarlar alınmadı. Azerbaycan karşılığında ülkesindeki Türk bayraklarını indirdi.
Çarşı’ya darbecilikten dava açıldı. Gezi sonrası protestolarda tribünde binlerce taraftarın sesi yayıncı kuruluş tarafında siyasi tezahürat gibi uyduruk bir gerekçeyle kesildi. Fenerbahçe taraftarının her maçın 34. dakikasında sürdürdüğü ‘her yer Taksim, her yer direniş’ ve “Ali İsmail Korkmaz Fenerbahçe yıkılmaz” sesleri kısılmaya çalışıldı, taraftar daha da çok bağırdı, sonunda ses komple kısıldı. Türkiye sessiz maç yayınıyla tanıştı. Buna karşılık kimi futbolcuların siyasi figüre dönüşen Rabia işaretini sahada yapmaları uzun uzun gösterildi.
Her şeyin sonunda yayıncı kuruluşa TMSF tarafından el koyuldu. bkz. Yeni Türkiye’de basın özgürlüğü başlığı.
Tribünleri kontrol altında tutmak üzere ortaya atılan e-bilet uygulaması geldi. Uygulama modern ülkelerdeki gibi değil, Yeni Türkiye’ye özgü tuhaf fişleme ve tek bankaya mecbur olma gibi garip zorluklarla doluydu. Mecbur kalınan banka yine Çalık grubuna ait bir banka oldu. Sonuçta seyirci maçtan ayağını çekti. Kulüpler uzun süre forma sponsoru bile bulamadı, e-bilet uygulaması futbolu katlettiğiyle kaldı.
Eski Türkiye’de Yolsuzluk
Yolsuzluk kavramı İski skandalıyla özdeşleşmişti. İSKİ’nin Genel Müdürü Ergun Göknel satın alınan klor bedeli yüksek gösterilerek yolsuzluk yapıldığı suçlamasıyla hakim karşısına çıktı. 6 Aralık 1993’te davanın tutuklu zanlılarından Ergun Göknel’in, İsviçre’de bulunan 30.000 ABD Doları ve 670.000 Markı bulunduğu saptandı. Göknel’in tüm hesaplarına el konulurken, İsviçre’deki paranın da iadesi istendi. Göknel, 13 yıl hapse mahkum edildi, cezasının 5 yılını yattı.
Yeni Türkiye’de Yolsuzluk
30 Bin Dolar ya da 670 Bin Mark gibi rakamların çerez parası olarak bile kabul görmediği dönemlere denk gelir. Hatta Mark’ı icat etmiş memleket Almanya, Deniz Feneri davasındaki meblağın yüksekliğinden dolayı asrın soygunu tabirini kullandı. Sanıklar belliydi, kanıtlar Almanya tarafından Yeni Türkiye’ye gönderildi. Sonuç olarak davaya yayın yasağı geldi, kimse ceza almadı.
17 Aralık sürecinde Bkz. Yeni Türkiye’de derin devlet başlığı Vol.3. akıl dışı paralar ortaya çıktı. Aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükûmeti kabine üyesi dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık” suçlarını işledikleri iddiasıyla soruşturma başlatıldı.
Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan ve Rıza Sarraf gözaltına alındı.
Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılması istendi. Bu günlerde Bilal Erdoğan ortadan kaybolmuştu. Dava hakkında yayın yasağı istendi.
Egemen Bağış Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bakanlık görevlerinden istifa ettiler. Bayraktar ayrıca yaptığı bir açıklamayla, Başbakanı eleştirerek milletvekilliğinden de istifa ettiğini duyurdu.
AKP’den milletvekilleri İdris Naim Şahin, Erdal Kalkan, Ertuğrul Günay, Hasan Hami Yıldırım ve Haluk Özdalga istifa etti. Tutuklanan şüpheliler serbest bırakıldı. Kimse ceza almadı. Bunun yerine soruşturmaya katılan emniyet ve yargı mensupları tutuklandı ya da sürüldü. Bkz. Yeni Türkiye’de derin devlet başlığı Vol.4.
Bir de Reza diye bir figür vardı, kilit isimlerden… Neyse, değmez.
Eski Türkiye’de para pul
Eski Türkiye fakirdi. Dış borcu vardı, zamlar vardı, gelir adaletsizliği vardı, vardı allah vardı. Niteliksiz siyasiler yüzünden bir kesim sürekli zenginleşirken, bir kesim seneden seneye erir giderdi. Hepimiz aynı toprağın çocuklarıyız biliyoruz durumları.
Yeni Türkiye’de para pul
İstatistik tablo www.bigpara.com
Yeni Türkiye çok zengin ve IMF’ye borç veriyor denilse de işin aslını üstteki tablodan görebilirsiniz. Dış borç son 10 yılda 3 kat atmış ve 388 milyar dolara yükselmiş. İç borç ise 2.7 kat artarak 403 milyar dolar olmuş. 92-2002 arası faiz giderleri 135 milyon TL iken, 2003-2013 arası faiz için 548 milyon TL ödenmiş. Cari açık ise son 10 yılda 65 milyar dolara çıkmış. IMF? Yeri geldiğinde dalga geçtiğimiz batık Yunanistan’ın yarı gelirine sahibiz.
Bonus: Kadın cinayetleri, çevre katliamları, laik ve bilimsel eğitimden kopuş vb…
https://www.youtube.com/watch?v=MXilt-7jfMA
Bu hususlar da başımıza sürekli taç olan eskimeyen dostlarımız olarak varlıklarını sürdürmekteler. Öyleyse hangi Yeni Türkiye? Yaşasaydı da Başbakan Zeki Paşa olasaydı demekten kendimizi alamıyoruz. Arzu ettiğimiz yenilik budur. İstirham ederiz.