Herkes iddia bayii açmak istiyor ama bütün sokaklar dolu. Ah o bayiyi açsak ne para kırarız. Yandaki dükkanı da minik bir çaycı… Yeğen durur başında. Kafa rahat, gelsin paralar…
Bunun butik pastacı açmak isteyen versiyonu, yeni bir video paylaşım formatı geliştirip milyon dolar kırmak isteyen yazılımcısı, ucuza ev alıp içini yaptırarak pahalıya satmalı emlakçısı, büyük markasına bir de minik yemekçi zinciri kurmak isteyen kodaman patronu gibi farklı şekilleri var.
Özetle herkes köşeyi dönmek istiyor.
Köşeyi dönerken ya mevcut koşullarda hareket edenler var ya da koşullar içinde yeni yollar keşfedenler. Son yıllarda bu yeni yolları keşfedip sektörlerinde çağ atlayan bazı markaların hikayeleri dikkatimizi çekti.
Erkek berberi gibi tek düze bir işten tüm kıtanın saçını kesmeye: QB House
Erkeklerin çilesi mi keyfi belli olmayan bir mekan: Berber. Yıllarca sigara kokulu mekanlarda uzun uzun sıra beklenildi. Siz sıra beklerken berber müşterinin burnunun kılıyla, yanağında milimetrik tüyün ipiyle, ense masajıyla, hafta sonu oynanan maçın pozisyonuyla ilgilendi. Siz ise ööylece beklediniz. Çünkü bu işin üslubu buydu ve başka da seçenek yoktu.
İşte aynı durumdan Japonlar da şikayetçiymiş. Orada da işin gelenek durumu işin kendi önemini aşmış. Japonlarda da tıraş demek, masajlar, yağlar ve baştan sonra bir ritüel demek. 1 saate varan bu hizmetin bedeli yerine göre 30 – 40 Dolar’a denk gelen fiyatlara kadar varıyor. Oysa bir sorun var, yoğun iş temposu ve koşturmaca arasında özellikle büyük şehirlerde kimse bu hizmeti almak istemiyor; ama başka bir seçeneği olmadığı için almak zorunda kalıyor.
Sektördeki açığı yakalan QB House adlı firma tıraş işini tüm o ritüellerden sıyırmış ve kendine 10 dakika sınırını koymuş. Temel olarak hijyeni almış. Yani diğer her şey feda edilmiş ama hijyen asla. Ultraviyole hijyen dolapları yapılmış, saçı yıkamadan ve haliyle daha sonradan kurutmadan kıllardan kurtulmanızı sağlayan vakumlu bir saç temizleme sistemi geliştirilmiş. Bu şekilde traş işi 10 dakikada biter hale gelmiş. Daha az eleman, daha az maliyet ve müşteri sirkülasyonuyla kesim fiyatı 9 dolara düşmüş.
Sıra rakamlarda, firma tek bir dükkanla yola çıkmış. 2003’de 200 dükkandan fazla sayıya ve 3,5 Milyon müşteriye ulaşmış. Artık Japonya dışında, Singapur ve Malezya’da kadınlara da hizmet veriyor ve 1000 dükkanı hedefliyorlar.
Gösteri dünyasının algısını tamamen değiştirip alanında tek oldu: Cirque du Soleil
Bir zamanlar sırık üstünde yürüyen ve ateş yutan adam “Guy Laliberte” bugün Kanada’nın en büyük kültür ihracatçısı. Peki, bu nasıl oldu?
Alanında tek oldu; çünkü kendine yeni bir alan yarattı. Sirk dünyası sadece çocuklara hitap eden bir yapıya dönüşmüştü. Bilindik birkaç dev marka ve yerel küçük topluluklardan ibaret bu sektör, gün geçtikçe küçülüyordu. Dijital oyun çağı almış yürümüş, bilgisayar ve ekran teknolojisi inanılmaz şekilde gelişmişti. Sirklerin işletme maliyetleri çok yüksekti. Sadece hayvanların nakliye, konaklama ve sağlık giderleri bile çılgın boyutlara ulaşırken rekabet iyice imkansız hale geldi.
Bir diğer yandan hayvan hakları savunucularının baskısı da artmıştı. Cirque du Soleil biten sektörü gördü ve tüm handikapları yeni bir model üzerine kurguladı: Hayvansız sirk.
Sadece dansçılardan kurulu, epik olayların hikaye edildiği bir nevi yeni nesil dans tiyatrosu. Bu yeni ürün çocuklara satılamazdı. Cirque du Soleil’in amacı da çocuklar değildi. Ellerinde eğitim ve personel motivasyon alanlarında harcamak üzere milyonlarca dolarla gezinen şirketler vardı. Bunlar için yeni nesil bir gösteri prestij anlamına da geliyordu.
Cirque du Soleil dünyanın dört bir yanındaki profesyonel, amatör, yarı zamanlı, sezonluk, dönemlik ne kadar dansçı varsa bunlara ulaştı. Bu yöntem dansçılar için de kariyere iyi bir başlangıç ve yüksek motivasyon demekti. Böylesine büyük bir prodüksiyonla dünya turnesine çıkmanın deneyimi kolay kolay ele geçmezdi.
Sirki yeni baştan icat ediyoruz diyen Cirque du Soleil dünyada sirk işini yürüten en büyük yapı olan Barnum & Bailey’nin yüz yılda elde ettiği serveti sadece 20 yılda kazandı. Cirque du Soleil gösterileri dünyada 40 milyon insan tarafından seyredildi.
Şarap karizmatiktir, pahalıdır, zordur algısını yıkan Yellow Tail
Avustralyalı şarap imalatçısı Casella Wines, şarabın yüksek algısının son tüketici tarafından aslına pek de algılanamadığının farkına varır. Yüksek fiyatlı şarapların fiyatı çok yüksek, düşük fiyatlı olanlarının da çok düşüktür. Tüketicinin neyi nerde nasıl içeceğine dair kafası oldukça karışmıştır. Ayrıca yüzlerce şişe, marka, üzüm cinsi, bağ, parsel arasında korkunç bir karmaşıklık da almış yürümüştür. Öyle ki market reyonlarındaki görevliler bile aslında pek bir şey bilmemektedir.
Şirket yetkilileri duruma uyanır ve yeni bir strateji geliştirirler. Genel için içimi kolay, kalitesi anlaşılabilir, kolay tanınabilir bir şarap üretilecektir. Firma öncelikle Avustralya ve Amerika pazarına yoğunlaşır. Karmaşık kupajlar, üzüm özellikleri, tadım teknikleri hepsi geride kalır. Beyaz için sadece Chardonnay, kırmızı için ise sadece Şiraz üretilerek işe başlanır. Etiketlerdeki kafa karıştıran teknik detaylar es geçilir. Siyah fon üzerine sarı ve turuncu bir kanguru basılır. Avustralya’nın simgesi kanguru tıpkı bu ülke gibi enerjik ve çılgın hale gelir. Böylece iyi hissettiren, basit ve her eğlenceye gidecek bir şarap türü yaratılmıştır. Firma bu yeni stratejisiyle Amerika’da dünya şarap piyasasının önde gelen iki ülkesi olan Fransa ve İtalya’nın toplamından daha fazla şarap satar.
Ucuz özel jet olur mu olur: NetJets
Hani Davos’ta sözde İklim Değişikliği Zirvesi’ne jetlerle gelen bu yüzden tüm dünyada tepki çeken konuşmacılar var ya… Hani, bir jetin atmosfere yaydığı zehirli gazların hesabı yapılarak yerden yere vuruluyorlar, işte aslında onların birçoğu kendi jetleriyle oraya gelmiyor. Bir nevi jet dolmuş hizmeti var. NetJets adındaki firma da bunu yapıyor.
Abiler oturmuşlar dünyadaki uçuşları incelemişler ve en büyük masrafın şirketlerin CEO ve üst düzey yöneticileri tarafından yapıldığını görmüşler. Business biletin anlamsızca pahalı oluşu herkes gibi onların da dikkatini çekmiş. Öyle ya, uçak rötar yapınca herkes için rötar yapıyor, havalimanında kuyruklar uzayınca herkes için uzuyor. Business bilet girişi ayrı yerde olsa da diğer yolcuların güvenlik prosedürlerinden onlar da geçmek zorunda. Uzayan yolculuklar aynı, çile aynı ama bilet parası çok daha yüksek.
Şirketlerin business bilet tercihindeki tek kıstas var o da buna mecbur olmaları. Bunun yerine ancak kendi özel jetlerini alabilirler ama bunun da hem ilk maliyeti çok yüksek hem de sonraki giderleri. NetJets ise firmalara bir teklifle gider. Jetler bizim, kullanım hakkı sizin. Firma 375.000 Dolar’a 7 Milyon Dolarlık bir lüks sunmaktadır. 375 bine yıllık 50 saat uçuş dahildir. Bu şekilde bir jet 16 müşteriye kiralanır. Ortaya dört kişilik bir yolculuk içi normal uçaklarda 19.400 Dolarlık bir maliyet yerine özel jette 10.100 Dolarlık bir fiyat çıkar. Buna artı olarak havalimanlarının özel kapılarından girme, minimum rötar ve prestij gibi ekstralar da bu fiyatın içindedir. NetJets havayolu şirketlerinin Business bilet çakallığını görerek kısa sürede 500’den fazla uçağa ve 250.000’den fazla uçuşa kavuşur.
Fitness’a giden kadınlar ve gitmeyen kadınlar: Curves
Amerika’da temel olarak iki tip spor salonu uygulaması vardır. Biri geleneksel salonlar diğeri de daha da geleneksel olan evinizin salonları. İlkinde kaslı erkekler ve güzel vücutlu fit kadınlarla aynı salona gitmek ve onlarca anlamsız cihaz arasında, hareketin en doğru nasıl yapılacağını çözmek, sıra beklemek, ağırlıkları söküp takmak gibi sıkıcı şeylerle uğraşmak durumundasınız.
Diğer alternatif ise eve yollanan dergiler, eve alınan sağlık cihazları, gereçleri vb. zırvalıklar. İkisinde de çözüm bulamayan kitleyi gören “Curves” adlı şirket, sadece kadınlara özel bir yapı geliştirdi. Sadece kadınların kullanımındaki salonlar ve özel egzersiz programlarıyla hızla büyüdüler. Başladıkları 1995 yılından itibaren 9000 noktada, 4 Milyondan fazla üye ve 1 Milyar Doları geçtiler.
Diyabet hastalarını hayata döndüren kalem: Novo Nordisk
Kandaki şeker seviyesini düzenlemek için diyabetliler tarafından kullanılan insülini dünyada üreten birçok firma vardı. Bunlar daha çok doktorları hedef alan ve kendi ilaçları doğrultusunda yönlendirme yapılmasını isteyen firmalardı. Danimarkalı üretici “Novo Nordisk” sorunun insülin ilacının içeriğinde olmadığını fark etti. Kullanıcılar toplum içinde ya da özel hayatlarında bu minik cam tüplerdeki ilacı, enjektörlere çekip vücutlarına uygulamak istemiyorlardı. Onca alet edevat hem zor taşınıyor hem de uygulanırken çok dikkat çekiyordu.
Novo Nordisk, zaten ilacı üretiyordu, bunu kullanıcılara ulaştırmak için bir de Novo Pen adında kalem büyüklüğünde taşınabilir sistem geliştirdi. Tüm o cam tüpler, iğneler, enjektörler tarihe gömülmüştü. Hastalar tek bir kalemle tüm şırınga işini halledebilir hale gelmişlerdi. Zamanla içinde kendi hafızası da olan tam otomatik doz ayarlı sistemler, yine kalem boyutunda hizmete sunuldu. Firma bugün tek başına Avrupa’da %60, Japonya’da % 80 pazar payına sahip.