Edebiyat dünyamız tüm hızıyla yeni eserler vermeye, yeni yazarları sahasına katmaya devam ediyor. Özgün ve üzerine gerçekten çalışılmış kurgular yerli ve yabancı alanlarda karşılığını buluyor. Okurunu, kitlesini kazanmayı başaran yazarlar da imza günleri ve çeşitli aktiviteler vesilesiyle okuyucusuyla buluşarak ilerliyor. Orhan Pamuk’un yeni hayatında dediği gibi ‘’Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti’’ dediğiniz oluyor mu bilemem ama yeni çıkan yerli eserler listesine şöyle bir bakıp size göz kırpanı bulabilirsiniz. İşte Türk romanı dalında yeni çıkanlar!
1. Kedi ve Ölüm (Erhan Bener)
2007 yılında kaybettiğimiz Türk yazar Erhan Bener’in eseri olan Kedi ve Ölüm 1961’de kaleme alınır. İlkin ‘’Ara Kapı’’ adıyla bilinen eser, sonraları Kedi ve Ölüm olarak adını sürdürür. Roman bir resim öğretmeninin ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenmesi, üç aylık bir hayatının kalması ve bunların bilinciyle hayatla ölüm arasındaki sorgulamalarını işliyor. Fransa, Belçika ve Almanya’da da yayımlanıp büyük takdir gören eser kısa olduğu kadar yoğun ve çarpıcı bir dile sahip.
2. Domatesin Eziğini Seçen Adam (Vehbi Vakkasoğlu)
Şehirde yetişmiş ve yeni kitabını yazma derdine düşen genç bir yazarla taşrada, ıssız bir şekilde yaşayan ihtiyar bir bilge birbirlerine tesadüf ederler. Bu karşılaşma, genç yazarın kitabında gideceği yolu da tamamen değiştirir. Öyle ki kitabın sadece son kısımlarını kendi yazar. Tanıtım yazısında şöyle güzel bir cümle var: ‘’Anadolu irfanının tatlı örneklerini bulacağınız etkileyici bir anı roman…’’
3. Yıldızlar Mektup Yazar (Nazlı Eray)
Ülkemizde ‘’fantastik edebiyatın kraliçesi’’ olarak bilinen Nazlı Eray’ın yoğun imgelem ve fantazyadan beslendiği romanıdır. Hem mekân hem de tarihsel olarak birden fazla olaya, yere, hadiseye sıçrayan romanda Viyana, Berlin, Amerika, Bodrum; Sigmund Freud, Malta’da şehit düşen Boyabatlı Tayyareci Nuri Bey, Arşidük Rudolf von Hapsburg, Berlin kabarelerinden çıkma Rosita Serrano ve daha nicesi var.
4. Bir Gemide (Ferit Edgü)
‘’Hakkari’de Bir Mevsim’’in müellifi, Türk şair ve romancı Ferit Edgü’nün 8 öyküden meydana gelen derin eseridir. İlk kez 1978’de basılan Bir Gemide toplumun duyarsızlıklarını, iletişim sorunlarını, uzlaşma problemlerini ele alır. Edgü’ye 1979 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandıran eser bugünü olduğu gibi, belki daha çok da 1970’li ve 80’li yılları anlamamız için önemli bir yapıt.
5. Beyaz Perdenin Yakamozları (Yılmaz Erdoğan)
Aslen Tokatlı olan yazar 1961 Ankara doğumludur. Gazi Üniversitesi’nde Gazetecilik ve Halkla ilişkiler bölümlerini okuyan Erdoğan şiir, hikâye ve roman gibi farklı türlerde eserler vermiştir. Gençlik romanlarıyla ön plana çıkan yazarın bu kitabındaki tanıtım yazısı hem karakterleri hem de içeriği şöyle bir anlamak açısından oldukça faydalı: “Küçük bir sehpanın etrafındaki hasır oturaklarda otururken sahneli, sinemalı bir sohbet başladı. Setlerde yaşadıkları sakarlıklardan bahsederken yine herkesi güldürdüler. Nihat ve Serhat anlatılanları dinlerken bir yandan da denizi ve şehrin karşı sahilden göz kırpan ışıklarını seyrediyorlardı. Suyun üzerindeki yakamozlar onları adeta büyülemiş, bilinmeyen uzak diyarlara götürmüştü. Bahar Hanım, yanındaki emektar sinemacıları o yakamozlara benzetti.”
6. Sabahattin Ali Seçme Eserler
Gün geçtikçe değerini daha çok bildiğimiz yerli yazarlardan Sabahattin Ali’nin üç eserinin bir araya getirildiği güzel bir çalışma. Nâzım Hikmet’in de gerçek halk edebiyatının ilk kurucularından biri olarak kabul ettiği Sabahattin Ali’nin bu kitapta Kürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan eserleri bir arada sunuluyor.
7. Ankara’da Sıcak Bir Yaz Günü (Bahattin Yücel)
Siyasîlerin de kendi devirlerini anlatarak edebiyat sahalarına girmeleri bence güzel bir olay. Geçmiş dönemlerde İstanbul milletvekilliği ve Turizm Bakanlığı yapan Bahattin Yücel okuyucuyu bu kitabıyla hem 1990’ların Ankara’sına hem de 1950’li ve 60’lı senelerin Türkiye’sine götürüyor. Devrin siyasîlerinin de adlarının geçtiği kitaptan hoş bir alıntı: ‘’Aslanlı Yol’un başında bekleyen bir kişi dışında, koyu renk elbiseli topluluk; TC tarihinde ilk kez ülkenin kuruluş paradigmasına açıkça karşı olduğunu ifade eden bir siyasal parti liderinin başkanlığındaki koalisyonun; 54. Hükûmeti’nin bakanlarından oluşuyordu. Önde Başbakan Necmettin Erbakan, Anıtkabir’e uzanan Aslanlı Yol’da bir piyade albay ve ardında yürüyen iki erin taşıdığı çelengi izliyor, Bakanlar Kurulu üyeleri de ağır tempoyla ona eşlik ediyorlardı. Biraz önce kapıda durdurulan adam; bu topluluğun arasında yürürken, çevresine göz atmayı ihmal etmiyordu. Bakışları sıranın en önünde yürüyen Başbakan’a takıldı. Acaba Erbakan’ın aklından neler geçiyordu?’’
8. Bir Pederin Hatası (Ayşe Zekiye)
Eserin yazarı Ayşe Zekiye Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde yaşayan aktivist bir kadın yazardır. Dönem dergilerinde kaleme aldığı yazılarındaki maksadı her daim kadının yaşam koşullarının iyileştirilmesi olur. 1909 yılında yazdığı Bir Pederin Hatası adlı romanı da bir paşanın iki farklı sınıfa mensup kadından olma iki ayrı çocuğunun hikâyesidir. Kıskanç ve şirret Enise ile, güzel ahlaklı Fıtnat’ın yaşamlarına eğilen romanda, iki karakter de ‘’annelik’’ kavramı etrafında buluşur. Romanda iyilik ile kötülüğün iki farklı anadan olma kardeşler vesilesiyle gösterilmesi ve böylesi bir kurgunun da Osmanlı devrinde yapılmış olması romanı ilgi çekici kılan iki temel özellik.
9. Bir Taşra Köpeği (Akın Aksu)
Ahlat Ağacı filminin senarist ve oyuncularından Akın Aksu’nun bir taşrayı anlattığı eseridir. Yalnız bu taşra sessiz sedasız, sokakları pek de işlek olmayan şu bildiğimiz taşralardan değil. Nuri Bilge Ceylan’ın tanıtım yazısından bir parça: ‘’Akın Aksu, Bir Taşra Köpeği’nde olağanüstü ustalık ve takıntı derecesinde bir ayrıntı düşkünlüğüyle ıssız taşrayı rafa kaldırarak yerine canlı, çoksesli bir tablo koyuyor. Kapısı, yalnızlığa ve varoluşun kaçınılmaz çırpınışına açılan sıcak, uzun, sıkıcı bir yaz mevsimi. Amaçsız, istemsiz, adeta başka algı alanlarına eğilim duyan bir adam, yaz sıcağına teslim olmuş bilinciyle, Diyojen’in Feneri gibi dolaşarak, varlığımızın gezegendeki anlamını arıyor. Birbirinden pek de farkı olmaksızın sürüp giden günlerin içerisinde oradan oraya; kendisi için hiçbir anlamı olmayan sözlerin, düşüncelerin, inanışların arasında, sahipsiz bir gölge gibi dolanıp duruyor.’’
10. Geçmiş, Bir Daha Gelmeyecek Zamanlar (Selim İleri)
‘’Her gece Bodrum’’, ‘’Dostlukların Son Günü’’ gibi eserlerin yazarı, usta romancı Selim İleri’nin beş romanından oluşan özel bir çalışma. Sırasıyla; ‘’Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın’’, ‘’Gramofon Hâlâ Çalıyor’’, ‘’Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver’’, ‘’Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin’’ ve ‘’Daha Dün’’ kitabı oluşturan beş eser. İleri’nin naif ve Türkçeyi duru bir su gibi kullandığını görebileceğiniz beş eserinin toplamında II. Abdülhamid’den 1980’ler Türkiye’sine değin geliyorsunuz.
11. Borges Çetesi (Hakan İşcen)
Büyük bir edebiyatçının adını alan bir çeteyi kitap severler mutlaka hayal etmişlerdir. Borges Çetesi; edebiyatın farklı alanlarında da eserler veren Hakan İşcen’in birbirinden farklı yaşamları, yaşları, kişilikleri olan bir grup insanın bir araya gelmesini ve ortaya çıkan ‘’çete’’yi anlatıyor.
12. Bize Güzel Bir Son Lazım (Gökçe Dölek)
Söz konusu aşk olduğunda ve konu konuyu açtığında özellikle psikiyatristlerin de gündeme getirdiği bir konudur: narsist biriyle çabuk adanan birinin ilişkisi nasıl olur? Eserde; narsist bir adam olan Kaya ile ilişkiye bağımlı bir kadın olan Narin’in birbirleriyle olan tutku dolu ve şiddetli duygular içeren ilişkileri ele alınır. İkisinin de yara aldığı yerler farklıdır ve o yerleri keşfettikçe işler daha da inişli çıkışlı bir hale gelir. Aşkın durağan değil devingen hallerini anlatan eserde pek çok okuyucu kendinden bir şeyler bulacaktır.
13. Anısı Olmayan Sokak (Ümran Ersin)
2010 yılında çıkan ‘’Gün Lekesi’’ eserinin ardından yeni bir yapıtıyla karşımıza çıkıyor Ümran Ersin. Anısı Olmayan Sokak; kent kadınlarını, erkeksinin öteleyip berilediği kadınları anlatıyor. Ev hayatında kapana kısılan ama yine de yaşamaktan vazgeçmeyen kadınların öyküsü bu eser.
14. Çemişgezek Sürgünü (M. Necat Özgür)
Geçmişten günümüze tam olarak çözüme kavuşturulamayan ‘’liyakat’’ meselesi, eserde bir öykü olarak karşımıza çıkıyor. Tanıtımında şöylesi güzel birkaç cümle var: ‘’Türkiye’de, kamu bürokrasisinde teşvik, takdir ve ödül yerine cezalandırma hep revaçta olagelmiştir. Geçmişten günümüzü, liyakatsiz yöneticilerin en sık başvurduğu yöntem olan cezalandırma, olağanüstü çeşitlenmekle birlikte çoğun ‘sürgün’de ifadesini bulmuştur. En kötü, en çok korkulan veya en uzak yer… Kim gitmek ister ki! M. Necat Özgür’ün Çemişgezek Sürgünü öykü kitabında öne çıkan bu memur tipi, aslında özel sektörde de hep sorunlarla karşılaşır. Çünkü genel olarak işini hakkıyla yapan, hakkını arayan liyakatli çalışana hiçbir yerde tahammül yoktur. Çünkü zaten balık baştan kokmuştur.’’