Yedi Numara, taşra kültürü ile kent kültürünün farklılıklarından dolayı birbiriyle çatışması üzerine kurulu bir hikayeden oluşan ve önermesi ise iyi niyet olduktan sonra bütün zorlu zıtlıklara rağmen bunların üstesinden gelinebileceği olan bir senaryoya sahiptir. Bu durum kentlerde hepimizin belki de her gün karşısına çıkan bir kültür çatışması olduğundan bize çok tanış gelen bir dizi omayı başarabilmiştir.
Yalılarda, konaklarda geçen peri masalı özentisi çoğu dizinin aksine çoğumuzun oturduğu küçük odalarda, ucuz mobilyalar üzerinde hepimizin aşina olduğu konular işlenmiş ve çok büyük kitlelerin yüreğine dokunarak unutulmazlar arasına girmiştir. Bütün bunları yaparken bir de güldürmüş, hem de çok güldürmüştür. Bu eğlenceli dizinin sıcacık repliklerinden bazılarını derledik. Keyifli okumalar.
1. “Daha 8 yaşında falandım. Babam gözümün önünde anama bir yumruk vurunca kendimi dışarı attım. Etrafıma baktım…”
“… Tavuklar, köpekler, koçlar, sığırlar… Hiç bir hayvanın erkeği dişisine kuvvetini denemiyor. O zaman dedim ki dişisine vuran erkeğe hayvan bile demek yanlış. Hayvana haksızlık.”
2. Sabit – “Benim artık 4 tane de bacım var. Yanınızda çok güzel günlerim geçti. Allah sizden razı olsun kardeşler.”
Armağan – “Biz de seni çok sevdik.”
Ayten – “Hatta ben bile. Bizi unutma.”
Sabit – “Güzel anılar güzel filmlere benzer. Konuyu unutsan bile baş rolleri oynayanları unutamazsın Ayten kardeş.”
3. Cansu – “Vahit Emmi, ne taklidi yapalım sana?” (Canı sıkkın olan Vahit’i neşelendirmek istemektedir)
Vahit – “Bana şööle fırında nar gibi kızarmış davuk taklidi yapabülü müsünüz?”
Cansu – “Onu yapamam; ama istersen tavşan taklidi yapabilirim.”
Vahit – “Olur olur. Recep sen de turşu ol!”
4. “Yerleri kirletmeden kendimi nerede öldürebilirim?”
5. Haydar – “Üzerinde çalıştığım proje bitmek üzere biliyon mu?”
Armağan – “Ne güzel. Bazen senin yanında kendimi işe yaramaz hissediyorum. Biz dersleri zar zor yetiştiriyoruz bir de sana bak.”
Haydar – “Sana bir hikaye anlatayım mı?”
Armağan – “Hıhı”
Haydar – “Bir sucu boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronunun evine giden uzun yolu dolu olarak tamamlarken çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş.”
Armağan – “Ben çatlak bir kovayım. Sevdim. Devam et…”
Haydar – “Bu durum iki yıl boyunca böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece bir buçuk kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken zavallı çatlak kova, görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan utanç duyuyormuş. Bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. “Kendimden utanıyom ve senden özür dilemek istiyom.” “Neden?” diye sormuş sucu. Kova cevap vermiş…”
Armağan – “Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum ve benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun… Ben çatlak bir kovayım! Ben çatlak bir kovayıııııım!”
Haydar – “Devamını dinleyecek misin? Sucu demiş ki. Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyom. Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu, diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün ırmaktan dönerken sen onları suladın. Ben de bu güzel çiçekleri toplayıp patronumun evini süsleyebildim. Geçtiğin her yerde çiçek açtırıyon, hiçbir şey yapmasan da olur.”
6. “Seni seviyom dedüm. Seni doğduğum… nefes aldığım günden beri, toprağın sıcağı avuçladuğundan berü, ağacın dibine oturup yaktığım türkülerden beri seviyom…”
“… Hiç görmeden bildiğüm, Görünce tanıdığımsın. Yanımda yokken sen bende varsın; Yanımda varken ben sen de yok oluyom. İşte söyledüm Armağan. 2 Yıllık sessüzlüğümün mührünü su gibi attım. Gerüsü sana kalmış.”
7. “İnsanın memleketi kalbinin attığı yerdir.”
8. Cansu – “Kimi aramıştınız beyefendi? Ayten olabilir mi? Haa,hayır öyle mi.. e o zaman yanlış numara.”
Yusuf Güdük – “Orası neresi ki gardaşım?”
Cansu – “Burası Kraliçe Elizabeth’in gardolabı.”
Yusuf Güdük – “Allah Allah, sen kimsin ya?”
Cansu – “Ben Kraliçenin sekreteriyim, not bırakacaksınız sizi banyo küvetine bağlayım.”
Yusuf Güdük – “Ya ne diyon gardaşım, cepten konuşuyom ha bire yazıyor zaten. Orada Recep Ballıoğlu bulur mu aslanım?”
Cansu – “Ayy üzgünüm, hiç kalmadı. Ama buzdolabına bir bakayım. Belki bir parça ayırmışlardır.”
9. Armağan – “Biraz kolonyanız var mı? Rüya bunalıma girdi de.”
Haydar – “Tütün kolonyası var olur mu?”
Armağan – “Bunalımın üstüne bi de şoka girmesin. Şöyle değişik, keskin bir şey yok mu?”
Haydar – “Recep, sabah çıkardığımız çoraplar nerede?”
10. Haydar – “Su ve elektürük tamam.”
Recep – “Ee okula yol paramuz kalmadu.”
Haydar – “Yürürüz.”
Recep – “Bakkala olan borc da duruyor.”
Haydar – “Bakkal da yürür.”
11. Recep – “Küçükken beni, Haydar’ı, Satılmış’ı felan toplar, film çevirmecilik oynardık.”
Haydar – “O Kadir İnanır ya da Yılmaz Güney olurdu.”
Recep – “Ya da burslü.”
Zeliha – “O da kimmiş?”
Recep – “Burslü, burslü. Hani şu Çinli kareteci. İşte o olurdu, film icabı önüne çıkanı döverdi.”
Zeliha – “Nası filmmiş bu böyle, her önüne çıkanı dövmek? Siz napıyodunuz peki?”
Haydar – “Önüne çıkıyoduk.”
12. Ayten – “Düğün harekatı için aramızda bir parola belirleyelim. Harekatın kod adı olsun.”
Cansu – “Tamam, ne olsun.. Rüya bul bir şey.”
Rüya – “Buldum, ‘Yeşil giysili çayırlarda yaklaşan bahar rüzgarıyla soyunan gelincik çiçeğinin nazlı şarkısı’ harekatı.”