Bu eserler, bendeniz ikiseksen’in tuhaf kafalardan sekerek topladığı hoş kokulu zevklere göre arz-ı endam ettiğinden, baştan belirteyim, ona buna satmak için spoiler aramak gibi ucuz beklentilerle bu listeye dadanan kimseleri sukut-ı hayale uğratabilir. Dolayısıyla, “Gözü kitaplardan başka bir şeyi görmeyen bir ineğin tavsiyelerine mi uyacağım” diye içinden geçirenlerin ‘Grinin Elli Tonu’ndan alıntılarla beni taciz etmesine müsamaha göstereceğim.
Sırrımı aşk edeyim: Bu listeyi bir kısır döngünün fıldır fıldır dönmesi için tasarladım. Şöyle ki; listede yer alan her roman size kendini daima hatırlatma kudretinde. Bu liste, olmayanlara en damarından bir partner hediye ederken, olanları da daha iyisiyle aldatmaya davet ediyor. Şeytani haz böyle bir şey, beslenmek için aldatmak gerekir. İsmi lazım değil, bir büyük yazarın söylediği gibi: Her roman, okutabildiği roman kadar iyidir.
Listedeki romanlar fazla romantik ya da arabesk gelebilir çünkü bu kitaplar sadece okuyun diye değil, âşık olun, yine olun, sonra yine âşık olun diye seçildi ve hiçbiri üzerine gül kokladığınız için size öfkelenmeyecek. Görsellere gelince, hepsi iştahınızı daha da kabartmak türden.
Not: Grinin Elli Tonu meselesini düşündüm de… Duvarlara tırmanmaktan vazgeçin! Sakın ha!
Psikanalistler bunu da incelesin: Gündüz Güzeli (Belle de Jour) – Joseph Kessel
Bilen az kişinin hatıraları, Catherine Deneuve’ün oynadığı ve Luis Buñuel’in yönettiği Bell de Jour filmiyle hemen canlandı. İtirazları duyar gibiyim: İyi ama bu roman değil ki! Ne mutlu ki bu bir roman sevgili okuyucular, hem de az buz bir roman değil. Joseph Kessel’ın, yatakta buz kesen bir eşi, bir randevuevinin histerik fahişesi yapan romanı türlü okumalara gebe. Biz en sofistike olanını seçelim: Freud’un ‘karanlık kıta’ dediği kadın erotizmi, sanki Lacan’ın o herkeslere göstermeye çekindiği ama yalnız kaldığında uzun uzun seyretmekten vazgeçemediği Gustave Courbet’ye ait L’Origin du Monde tablosunun karanlık merkezinde kaybolur. Kadınlığını keşfeden Belle de Jour, cesaret etmeye korkan her kadına çok şey anlatıyor; özellikle de aşk hakkında.
Gündüz Güzeli, harika bir fahişeye pezevengi gibi sarılan bir cüzzamlı gibi: “İnsan bir şey bekliyorsa, her zaman son dakikaya kadar yanılmayı sürdürür.”
Erkekler hizaya: Küçümseme (Il Disprezzo) – Alberto Moravia
Herkesin bir favorisi vardır; bu listenin içinde en nadidesi bu romandır benim için. Bunda romanın yazarı Alberto Moravia ve Good God Godard’ın da büyük payı var muhtemelen. Mantık ve aşkın kavga etmeden duramadığı bugünün ilişkilerine 60’lı yılların Avrupası’ndan mantığın gönüllü boyun eğişini, aşkın dizlerine kapanışını göstermesi, bir büyük hayat dersi gibi.
Aşk elbette yaşanmalı, yaşanmadan aşk olmaz ama Küçümseme, aşkın anısının dahi insanı mutlu etmeye yeteceğini söylüyor. Bugün kulaklara bir kekemenin bozuk heceleri şeklinde gelen bu ders, bu romanla kulakların pasını siliyor.
Küçümseme, film uyarlamasıyla arasında bir hiyerarşi yapılamayacak ender romanlardan; hem Moravia hem Godard bu işi biliyor. Ve herkesle aynı fikirdeyim: Brigitte Bardot: En güzel canlı.
‘Portugaise’ artık aşk mektubu demek: Portekiz Mektupları
Histerik kadın cinselliğini ketler; hele bir de aşıksa erkeğinin peşini bırakmaz. Korkuya lüzum yok, kadınımız tutkusunu kelimelere döküyor. Portekiz Mektupları, gerçekten de mektuplardan oluşuyor, yanıtsız, tek taraflı bir aşkın dökümü olan tek taraflı mektuplar. Terk edilmiş bir kadının feryadı, aldatılmış bir kadının yakarışı, defalarca odasına girilmiş bir kadının erkeğine yardım çağrısı. Kadının cevapsızlığa tahammülsüzlüğü ve unutulmuşluğa isyanıyla kendi kurduğu oyunu uzatmadan oynayışına şahit oluyoruz.
Dünyalar senin olsun Betty Blue – Philippe Djian
“Betty Blue’yu harcayacaklar matmazel.”
40’lı yaşlara merdiven dayamışlar çok iyi bilirler, gerçi onlar her şeyi, başta da sevmeyi çok iyi bilirler ya.. Aşık olamıyorum diyenlere ömür boyu mutluluk vaat eden bu roman, sulu gözlüleri de gerçekçi olmaya davet ediyor. Zamanı harcamayın, sevmeyi ve sevilmeyi öğrenin; sonra aşık olursunuz.
Yıldızlar kadar güzelken bir köşede çürüyüp giden Betty Blue çok sevildi ve giderken umutsuz iki pırıltı bıraktı: “İç sıkıntısı ve saçmalık dünyanın iki memesidir.”
Her kadın için yalnız bir erkek vardır: Ateşler (Feux) – Marguerite Yourcenar
Tiyatro sahnesi yıkılıyor, gerçeğin içine karışıyoruz. Çarşı pazar dolaşıyor ve aşk satın alıyoruz. Her biri birbirinden renkli, renksiz, riskli ve güvenli.
Her kadın için yalnız bir erkeğin olabileceğini hatırlatan Yourcenar, o erkeğin kadını ölümden ayıran tek genişlik olduğunu söylüyor; acınılası derecede içten. Uyarıyorum; bu kitaba ‘iddialı’ diyenlerdenseniz, siz âşık olmamış ve olmayacaksınız.
Biz erkekler de “Her erkek için önce ve yalnız Yourcenar var” diye muştuluyoruz.
Bilinçdışında aşk: Rüya Roman (Traumnovelle) – Arthur Schnitzler
Madem film uyarlamaları denk geldi, devam edelim. Bu kez sırada, sakallarına kurban, tonton deha Kubrick’in sanat yolunda hayatını verdiği son filmi Eyes Wide Shut var. Evet ya, bu nadide eser de bir roman uyarlaması.
Kim o? Filmi neydi ki romanı ne olsun diyen? Düşüncelerini biberlerim, aklını tut! Ya da düşünme uyu çünkü çok güzel bir rüya göreceksin. İşte o güzel rüyayı bir başkası, Arthur Schnitzler de gördü. Bu savaş yanlısı, vurdumduymaz ve zengin Alman milliyetçisi hiç fena yazmıyor. En iyi yazarlar hep orta yolculardan çıkmamış mıdır?
Romana gelince, tek cümleyle özetlersek yanılmış olmayız: “Kendisine karşı mücadele etmenin imkânsız olduğu biricik öğe, aşkın kayıtsızlığa dönüşmüşlüğüdür.” Doğru; böyle bir aşk ancak rüyada sürer.
İlk önce aşk vardı: Meroe – Olivier Rolin
Bu roman bir yazar romanı. Olivier Rolin büyük adam; daha büyük yazar. Aşka değerini alayla vererek gözleri yaşartmak için aşk acısı çekmek mi gerekiyor? Olivier Rolin en kaşarlılardan. Goethe’nin zamanesi, intihara meyilli Eros, anti-Don Juan.
“Abartmayalım, melek değiliz biz, belki insan da değiliz pek. Ve gocunmadan ve gocundurmadan, dalga geçerek eleştirdiğimiz, hoşnutsuzluğumuzu belli ettiğimiz bulimik bir kadın bizi terk ettiğinde onun oburluğunu da sevmiş olduğumuzu kendimize itiraf edemeyecek kadar insanız ve melek değiliz.”
Bu roman jiletçilerin kolu; eksiler, artılar, çarpılar ve bölmelerle dolu: Rolin, gönlünde kazı yapıyor, derinlerde.
Ufak destek: Bulimik bir kadının çıkardıkları, sadece yedikleri değil, yiyemedikleridir de..
Yeter ki aklını değil gönlünü kaptır: Filozof Köpek (Quincas Borba) – Machado de Assis
Bu aralar evli kadınlarla birlikte olan erkekler ve evli erkeklerle birlikte olan kadınların hikâyeleri çok revaçta… Ve tabii küfürler ve kınamalarla cici bici giydirilmiş bu sözde öfke dolu iltifatlar, cinselliği değersizleştiren bir özgürleşme halesini öven geniş ufuklara karışıyor, olan da sadakate ve evliliğe oluyor. Yine romancıların yalancısıyız; bir erkek parayı bulur, istediği kadını elde etme gücüne sahip olur ve evli bir kadına tutulursa ne olur? Bu aşkın hamuru bozuk, gözleri yaşlı ve mükemmel; nam-ı diğer Quincas Borba’dan tadımlık: “Biri ağlarken öteki güler… Evreni mükemmel hale getiren şey işte bu kanundur.”
Nadiren Türkçeye çevrilmiş değerli Machado de Assis’in bu romanında Dostoyevski’nin Budala’sının bir çift göze vurgun yemiş versiyonunun trajikomik mukadderatına şahit olacaksınız. Bu bir aşk romanı değil, bu âşık bir adamın hazin hikâyesinin romanı.
Sevsen olmuyor sevmesen olmaz: Kadın ve Kukla (La femme et le pantin) – Pierre Louÿs
Pierre Louÿs’un bu harika romanı, cesur kadınlara gönlünü kaptıran özgüvenli erkeklere güçlü bir tavsiyeyle açılır ve bir daha da kapanmaz: “İki tür kadın vardır, ne pahasına olursa olsun tanımamak gerekir: Sizi sevenler ve sizi sevmeyenler. Bu iki sınır arasında binlerce hoş kadın vardır ama biz onların değerini bilmiyoruz.”
Çık işin içinden çıkabilirsen! Uzatmadan sözü Louÿs’un günümüzde değil ama tüm geleceklerde geçerli olacağına emin olduğum sözlerine bırakıyorum: “Ah! Kendilerini zırhlandırdığımız bu dokunulmazlık, kadınların sonsuz gücünün en büyük göstergesidir. Bir kadın sizi aşağılıyor mu, yerin dibine mi geçiriyor; selamlayın. Size vuruyor mu; koruyun kendinizi ama kendi kendini yaralamasından sakının. Sizi batırıyor mu; bırakın batırsın. Sizi aldatıyor mu; belli etmeyin, güç durumda bırakmayın onu. Yaşamınızı mı yıkıyor; canınız isterse kendinizi öldürün! Ama sizin elinizin vereceği en geçici acı bile bu çok hoş ve yabanıl yaratıkların cildini sızlatmasın hiçbir zaman, kötülük şehveti, ten şehvetini bile geride bırakır kadınlarda.”
Sözüm erkeklere: Aşk ve ölümden müteşekkil bir hayattan başka bir şey istenmez. Kukla olmanın değerli olduğu zamanları da es geçmeyin.
Son bir not: Psikanalize uğraya uğraya lime lime olmuş Luis Buñuel’in neden hep aşk romanlarına sulandığını anlamak zor değil: Buñuel, bu şaheseri de ‘Arzunun şu karanlık nesnesi’ (Cet obscur objet du désir) ismiyle sinemaya uyarlamaktan kaçınmamıştır.
Kim demiş erotizm romantizmi öldürür diye! Sevgili (L’Amant) – Marguerite Duras
Marguerite Duras’nın olmadığı bir listenin aşktan ve özellikle aldatmaktan bahsettiğini iddia etmesi komik olur. Sevgili, bu listedeki eserlerin en ateşlisi, en erotiği ve romantizmin hükümdarlığına boyun eğeni. Duras, kendi yaşantısında ne kadar haymatlos ise, yarattığı kadı kahramanlar da bir o kadar öyle. Değerli taş taklitlerinden oluşmuş küçük nakışlarla bezeli pabuçlarını, tuhaf görünme pahasına değil, tuhaf görünmeden kendini iyi hissetmediği için giyen liseli fakir ve güzel bir kızın zengin bir adam sayesinde kendi bedenini tanıyışı. Kız şapkalı, kız güzel, kız alımlı. Adam yaşlı, adam her gün daha yaşlı.
“Orospu diyor, şıllık diyor bana, biricik aşkı olduğumu söylüyor, söylemesi gereken de bu, sözü oluşmaya, bedeni istediğini yapmaya, aramaya, bulmaya bıraktığımız zaman söylenen de budur, her şey iyidir o zaman, döküntü yoktur, döküntülerin üstü örtülüdür, selde, arzunun gücünde her şey akıp gider.”
O benim kolum bacağım: Port Sudan – Olivier Rolin
Biri terk edilmek üzerine der, biri aşk üzerine. İkisi de birbirinden doğru bu tanımların hangisi daha doğru bilmek isteyenleri şu alıntıya davet ediyorum; yine Olivier Rolin’den:
“Sevgilisini yanında bulundurmaya alışmış bir adam, birbirine dolaşan ellerin eşitlik işaretiyle ya da bele ya da omza dolanan bir kolun daha korumacı işaretiyle sevgilisine bağlanan bir adam, gözlemlemeyi bilirseniz, hemen tanınır: Tek başınayken iki kişiyle olduğu gibi yürümez; ama yalnızlığa alışkın bir adam gibi de yürümez. Bir beden eksiktir, o bedenin görünmeyen izi varlığını hissettirmeyi sürdürür; sanki adam bir yokluğa dayanır, bir hayaletin yanında yürür gibidir. Dik duruyor gibi görünür; oysa incelikli şeyleri görmeye bilenlere göre, bir yarısı koparılıp alınmıştır; o yarının kaybı sonsuza dek adamın dengesini bozar…”
Rolin de bir Fransız ve söz konusu edebiyatsa, tüm Fransızlar sevilmeli.
Biraz biberleyelim: Kürklü Venüs (Venus im Pelz) – Leopold von Sacher-Masoch
Biliyorum, evet, modern zamanlarımızda artık bizler, acımasız bir kadının insafına kalmış olmaktan çok linç edilmeyi, hatta iğdiş edilmeyi arzuluyoruz için için. Ama bir adam, kendisini bir kadının ellerine böylesine koşulsuz teslim edince insan tereddüte düşüyor: Acaba öldüresiye kırbaçlanmak mı yoksa yüksek doz kuşku mu adamımızı hazzın doruklarına taşıyan? Mazoşizm (mazohizm de olur mazoizm de) patentini Leopold von Sacher-Masoch’un Kürklü Venüs’üne borçlu.
Tehlikeli sularda yüzmenin tadına bakmayı da es geçmeyiniz.