‘Müzisyeni oynadığı’ 31 yıllık kısa hayatına baktığımızda Yavuz Çetin’e çok şey söylendi: Altın Çocuk, eşsiz yetenek, dahi, Türkiye’nin çıkardığı en iyi gitarist… Tüm bu yakıştırmaları bir kenara bırakın şu bir gerçek ki böylesi bir insan dünyaya ender gelir. Bambaşka biriydi o. Dünyayı algılayışıyla içinde yaşadığı zihni bulantıyı yine dünyaya en güzel anlatabilme yolunu müzikle yapabildiğini keşfetti yalnızca ve bu yolda devam etti. Kısacık ömrünün son 16 yılını notalara verdi. Güzel zihninin en güzel yanlarını en iyi bildiği ve keyif aldığı şeyle anlattı. Bir benzeri olmayan gitar çalışıyla, yani ona has gitar tonu ve attığı sololarla, bir MFÖ ya da başka bir müzisyenin şarkısını dinlerken hemen anladık ve dedik: “İşte bu Yavuz! Bu şarkıda Yavuz çalmış!”
Herkes iyi ya da kötü bir enstrüman çalabilir. Ancak hissederek çalabilmek apayrı bir şeydir. Bir müzisyeni farklı kılan da bu olsa gerek. İçinde yaşadıklarını müziğiyle insanlara hissettirebilmek… İşte bunu yapabildi Yavuz. Hem de öyle güzel yaptı ki, ülkemizdeki birçok çocuk sayesinde müziğe başladı, onun gibi olmak istedi. Aslında tüm toplum için eserleriyle özellikle son albümüyle hayatın bazı gerçekleriyle yüzleştirmek istedi. Her yaştan insanı daha önce duyulmamış bir saflıkta pürüzsüz ve melodik soloların beslediği özgün besteleriyle ruh doygunluğuna ulaştırdı. Ve biliyoruz ki nicelerini de ulaştıracak…
Bu yazı hazırlanırken güçlük çekildi. Cümleler düğümlendi. Sözün kısası;
Yavuz Çetin anısına, saygıyla…
Anadolu müziğiyle başlangıç
Samsun’lu Yavuz Çetin, ilk müzik aletiyle, curayla, 10 yaşında tanıştı. Daha sonra bağlama da çaldı. Ancak 15’ine geldiğinde ilk kez bir akustik gitarı oldu. Yalnızca müzik dinlediği bir dönemin ardından elektrik gitarın sesine hayran kalan Yavuz, 17 yaşında ilk elektro gitarına kavuştu. Profesyonel müzik yaşamı da tam bu zamanda başladı. 14 yıl boyunca elinden hiç düşürmeden son anına kadar enstrümanını çalışı böyle başlar Altın Çocuk’un.
Batı müziğiyle devam
Haydarpaşa Lise yıllarında aynı okuldan arkadaşı Ercan Saatçi’nin kurduğu gruba girdi ve Ercan-Yavuz-Vahe oluştu. 1985’te HEY dergisinin düzenlediği müzik yarışmasına kendi parçaları I’ll Cry Again ile katılarak birinci oldular. 1989’da da Yıldız Üniversitesi, Üniversiteler Müzik Yarışması’nda Labirent adlı çalıştığı grupla birinci oldular. Ve Yavuz böylece nitelikli jüri üyelerinin dikkatlerini çekmeyi başarmıştı.
Üniversite ve aşk
Yavuz, çok sevdiği müziği de okumaya karar vermesiyle Marmara Üniversitesi, Müzik Bölümü’ne girdi. Eğitimini tamamlayamayacak olsa da burada evleneceği kadınla tanıştı. Bir arkadaş ziyareti için üniversiteye giden Didem Mandabaş, okulda öğrenci olan Yavuz Çetin’i piyano başında görür. Yavuz da güzel sesiyle bir şeyler çalar ve bu şekilde tanışmalarıyla başlayan aşkları 1992’de evlilikle sonuçlanır. 1993’te de Yavuz Çetin tek oğlu, onun canı, Yavuzcan dünyaya gelir.
Efsanevi cover grubu: Blue Blues Band
“Yavuz’u dinlemem için Deha diye bir arkadaşım geldi. ‘Ya,’ dedi, ‘Batu Abi sen uzun süredir müzik yapmıyorsun ama bu adamı dinle’ dedi. Ben de gittim dinledim. Dinledikten sonra da bir daha adamdan kopamadım.”
Der Batu Mutlugil. Batu Ağabeyi. Böyle seslenir ona Yavuz. İkili, 1990’larda 60-70’lerin blues ağırlıklı cover parçaların repertuarlarını oluşturduğu Blue Blues Band’i kurdular. Bas gitarda Sunay Özgür ve birçok gelip giden davulcular sonrasında en uzun dönem kalan bir başka efsane isim Kerim Çaplı grupta yer aldı.
Yavuz’un en sevdiği gitarist Jimi Hendrix’ti ve onun parçalarını seslendirirken nasıl büyük bir zevk aldığına az sayıdaki video kayıtlarına bakarak hissedişine tanık olabilirsiniz.
1969 Woodstock’ta bir Türk: Kerim Çaplı
Kerim Çaplı öylesine büyük bir dahiydi ve yine buna ters olarak öylesine az tanınıyordu ki ülkemizde, ondan ayrıca bahsetmezsek olmazdı. Çünkü, Amerika’da yaşamış ve hepimizin bildiği efsanelerle çalışmalar yapmış bir isim Kerim. Kim Capli adını alarak birçok müzisyenle çalma şansına erişti. Bunlar arasında The Monkees ve Jimi Hendrix var. 1969 Woodstock’ı görmüş birinden bahsediyoruz. Gerçekten saygı uyandırıyor. Kerim Amerika’daki müzik kariyerinin ardından 1987’de aniden Türkiye’ye dönme kararı almıştır. Burada da MFÖ’nün davulculuğunu yaptı ve son yıllarında Yavuz’la aynı sahneyi paylaştı. 2004’te ise aramızdan ayrıldı.
Gitaristler arasında bir söz vardır: “Sen hiç durmadan çalışmaya devam et, iyi (pahalı) gitarlar seni bir gün mutlaka bulacaktır.” Bu da aynı şey sanıyoruz: “Sen efsane bir gitarist ol, kendin gibi efsane müzisyenlerle çalma şerefine bir gün ereceksindir.
Attığı soloları dinleyebildiğimiz ilk kaydı Fethi Taner ile gerçekleşti
Yavuz, aynı zamanda en baştaki sahne arkadaşlarından Fethi Taner’in 1994’te çıkardığı İş Dönüşü İstanbul Kentinde albümüne katkı yaparak ilk kez bir kayıt çalışmasında yer almış oldu. Blues tarzındaki bu albüm ne yazık ki artık piyasada yok. Ama bu güzide albüm sayesinde ilk kez sololarını dinlediğimiz Yavuz’un, stüdyo çalışmalarının aranan adamı olma yolunda ilk adımını atmış olması açısından önemlidir.
“ilk…”
1997’de ilk albümü sıfatını da belirtir şekilde İlk adıyla çıktı. Albüm elbette ki müzikal anlamda mükemmeldi ve ülkemizin o güne dek pek görmediği türde bir şey olduğu açıktı. Albümdeki son şarkı olan Dünya’yı yazan Yavuz’a bu şarkıda bir başka üstat Erkan Oğur eşsiz perdesiz gitar çalışıyla eşlik etti. Klasik gitarın perdesiz türevi, bizzat Oğur tarafından 1976 yılında icat edilmiştir. Ayrıca bu şarkı Sinan Çetin’in yönettiği Propaganda filmi için de soundtrack olarak kullanıldı.
Aynı mekanlarda sahneyi paylaştığı müzisyen arkadaşı Serdar Öztop bu albümün ev ortamında gayet pijama, terlik rahatlığında kaydedildiğini söylemiştir. Yaptıkları müziğin ülkede anlaşılıp anlaşılmayacağı gibi bir kaygı gütmeden kafalarına göre istediklerini yaptıklarından bahsetmiştir. Ancak albümün çıktığı dönemdeki satış sayısına bakacak olanlar bununla doğru orantılı olarak gerçekten de herhangi bir kaygı taşımadıklarını anlayacaklardır. Ağlamayı Sevmem Ben şarkısıyla evdeki herkesin katıldığını ve kedi, köpek sesleriyle de harmanlandığını görüp ne kadar rahat olduklarını anlayabiliyoruz.
“Araba geliyor arkadaşlar, biraz çekilin.”
“HAV! HAV!”
“Biraz yaklaşın abi.”
“Miyeeeğv!”
“Serdar arkadaşım, biraz mikrofona yaklaşabilir misin?”
Talkbox denen hadiseyi kullanan ilk adam
Türkiye’de blues müziğine bu denli hakim ve hakkını vererek yapanların başında gelmesinin yanında Yavuz, Göksel’in solo albüm çalışmalarında stüdyo gitaristi olarak ona destek verirken ne kadar yeniliğe açık ve çok yönlü olduğunu da gösterdi. Çünkü ülkemizde daha önce hiç kullanılmamış bir aleti, yani ‘talkbox’ı hepimizin de çok iyi bildiği Sabır şarkısında kullandı.
Peki nedir bu talkbox? Enstrümandan gitaristin ağzına koyulan bir boru şeklindedir. İşlevi ise gitardan çıkan farklı frekansları şarkı söyler gibi ağzın oynatılarak sesin mikrofona verilmesi ve değişik etki seslerini ortaya çıkartılmasıdır. Neyse, siz bu açıklamayı bir kenara bırakıp iyisi mi şarkıyı açın. Ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınızdır. Hem uzun zamandır dinlememişsinizdir de. Güzel olur.
Ne büyük efsane olduğunu daha da iyi anlayalım diye
Fuat Güner’in anlatımına göre, Deniz Arcak’ın albüm çalışmasında yer almak üzere Yavuz stüdyoya gelir. Katkı yapacağı şarkı olan Bırakın Beni’yi bir kere dinler ve Fuat’a dönüp, “tamam, kayıt.” der. Fuat da, “bak bu şarkıda bir sürü farklı armoni ve geçiş vardır şaka yapıyorsun herhalde” diye düşünse de Yavuz kendinden emin bir şekilde yine “kayıt” der. Ve Yavuz tek seferde tüm riff geçişleri ve sololarıyla birlikte hatasız bir şekilde çalar ve şarkının kaydı yapılır. Bunun üstüne -haliyle- çok şaşıran Fuat, üstadımızın elini öpeceğini söyler. Yavuz böyle bir virtüöz işte.
Akın Eldes de onun birçok müzik aletini çaldığına birlikte sahneyi paylaştığı dönemde kendisi şahit olmuş. Yavuz, basta bir sorun varsa bas gitar alıp şarkı da söylermiş. Keza aynı şekilde davul için de hem çalıp hem söylermiş. Klavye için de durum bu iki enstrümanda olduğundan farklı değil elbette. Çok yönlü, harikulade ve eşsiz bir müzisyendi Yavuz.
Büyük acıların başlayışı
Yavuz’un, 1996’da eşi Didem’den boşanmasıyla başlayan sorunlarının çalkantılı iç dünyasını giderek daha da kötüye gitmesine yol açtı. Bundan sonraki yaşadığı son beş yıl içinde depresyonla boğuştu. En kötü zamanlarını ise son bir buçuk yılında geçirdi.
“Sadece aşk şarkıları yapan bir adam olarak anılmak istemiyorum…”
Yavuz, eski eşiyle yaptığı konuşmalarda yalnızca aşk şarkıları yazmak istemediğini toplumdaki büyük haksızlıklar üzerine; gelir dağılımının adaletsizliği, insan hakları, tüm bu yokluk üzerine de şarkılar yazmayı istediğini belirtmiştir. Onun içini yiyip kemiren bu dünya düzenine karşı bir başkaldırı olarak şarkılarında içini dökmüş, attığı o hisli sololarda kelimelerden çok notalarıyla bunu topluma yansıtmaya çalışmıştır. İkinci solo albümü Satılık da işte tam olarak bu düşüncelerini içeren mükemmel bir sanat eseridir. İlk albümüne yapılan sözlerin zayıf kaldığı yönündeki eleştirilerin ardına gelen Satılık’la söz yazma yeteneğinin de ne denli kuvvetli olduğunu herkese kanıtlamıştır üstat.
Kimdir Yavuz’un katilleri?
“Sana öğretilen her şey,
Bana önerilen her şey,
Bana dayatılan bu yaşantı,
İşe yaramaz bir çöplük.”
Biraz olsun farkındalığa sahip insanlar için bunu algılayabilmek çok da zor olmamakla birlikte hayatı daha da olumsuz yönde etkiler. Cahillik mutluluktur sözü her seferinde beynimizde şimşekler çakarak kendisini gösteriyor.
“Benden sizden biri yaşatmayı nasıl başardınız?” demesi de aslında aramızdan erken ayrılışının bir göstergesi olabilir mi? Çevresinde gördüğü tüm bu olumsuzluklara karşı özgürlüğü hissettiği gitarıyla dahi bir etkisinin olamadığını düşünmesi veya yeterince takdir görmemesi veya bir şeylerin kendisinden bağımsız ve yine olabilecek en kötü şekilde hayatın olası akışıyla devam ediyor oluşu onu yıldırmış mıdır? Ya da eski eşinin ölümünden sonra verdiği röportajda, “Yavuz, ölümü hiç düşünmedi ve hayat dolu biriydi” diyor oluşu bize yaşadığı ağır depresyon sonucu bir anlık bir tercihle yaşamına son verdiğini mi gösteriyor? Kimse bilemez.
Ardından son bir not arayanlar, son notalarını okusun
Yavuz, 2001 yılının 15 Ağustos’unda köprüden aşağı kendini bıraktığında köprünün Ortaköy’e yakın kısmında 1977 model Peugeot arabası vardı. Arabanın içinde ehliyeti, ruhsatı, 500 dolar ve 190 milyon lirasıyla çeşitli ilaçlar ve 7 tane anahtarı vardı. Ama ardında tek bir not bile bırakmamıştı. Dersek olmaz. Böyle demek hiç doğru olmaz. Çünkü bıraktı. Bize harikulade Satılık albümünü bıraktı. Piyasaya çıktığını bile görmeden gidişiyle “söyleyeceklerim bu kadar” demiş aslında. Dememiz o ki yine de son bir not arayanlar son notalarını okusun.
Huzur içinde uyu Yavuz. Seni unutmayacağız.
Bonus: Yavuz & Fuat gitar kapışması
Uzun süre MFÖ’nün stüdyo ve konser gitaristliğini yapan Yavuz, burada MFÖ’nün 1996 Rumeli Hisarı konserinde. Heyecanlı şarkısında solo kısmına gelindiğinde Fuat, Yavuz’la bir gitar düellosuna girme gafletinde bulunur. Kimin kazandığını söylemeye gerek yoktur sanıyoruz…
Ve Mazhar’ın, “gitarda Yavuuuz!” deyişiyle gözler doluyor…
Çok iyiydin üstat.
Çok.
Yazar bonusu: Oyuncak Dünya
https://instagram.com/p/2WDfzGoDe4/