“Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.”
Böyle söyler edebiyatımızın gamlı prensesi Tezer Özlü tüm aykırılığını ortaya koyarak. Aslında aykırılık da değildir onunki; sınırlara katlanamayışından ileri gelir. O, insan ruhunu sınırlayan her şeye karşıdır çünkü.
Kısacık ömrüne çokça keder sığdıran Özlü, yaşamı boyunca kimseye ve hiçbir şeye sahip; hiçkimseye de ait olmadı. Aklın insanı zorlayan en ince sınırlarında gezdi daima ve tüm otoriteleri reddetti. Onun 42 yıllık kısa ömrüne altı tane kitap sığdı belki ama altısı da hayata dair derin anlamlar taşıyordu.
İşte bu kitaplardan biri “Yaşamın Ucuna Yolculuk”… Ve belki de böylesine derin düşünmesinden ötürü dünyaya “uyum” sağlayamayan Özlü’nün bu kitabı, aslında kendi yolculuğundan çok önemli izler taşıyor.
1. “Görmek istediği ben değilim, biliyorum. Görmek istediği, benim kendime olan bağımlılığımdan taşan bağımsızlığım.”
2. “Kurumlarınıza uyuyor gibi görünmem, onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime inanmamdandır.”
Başarı diye nitelendirdiğiniz olgulara direnmem, en az sizin kadar başarılı olabilmem gerektiğinden.
3. “Bomboş var olacağım. Kendi doluluğumun boşluğunda. Ve bir başıma. Ve bağımsız. Ovadaki yalnız ağaç gibi. Yaşlı ve büyük. Ve yalnız. O vadide. Bir yamaçta. Başıma buyrukluğuma hayranım.”
4. “İnsan sevgisi zaman zaman yalnızlığımızın boyutlarını aştı, zaman zaman da insanlar yalnızlığımızı bir başınalığımızdan daha derin, daha dayanılmaz boyutlara iteledi.”
5. “İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir; o denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük.”
6. “Doyum içinde ayrılacağını sandığın bu yaşamdan, zaman zaman algılıyorsun ki; hiç de doyumla ayrılamayacaksın.”
7. “Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini.”
8. “İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.”
9. “Tüm yaşam, diye düşünüyorum böylesi sabahlarda, tüm yaşam güneş altında bir oyun.”
10. “Duvarlar yaşamımızdaki mezarlar mı? Duvarlar gerisinde en çok kendimiz olmuyor muyuz?”
11. “Tüm duyguların en güzeli duygusuzluk, öyle bir duygusuzluk ki, insanın tüm dünyayı ve tüm insanları kucaklayabileceği duygusuzluğun duygusu.”
Her zaman yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. Öyleyse yaşamımızı neden yalnız yabancılar arasında geçirmiyoruz? Hiçbir beklenti olmadan, hiçbir yük olmadan ya da insanın kendi kendine mutluluk dediği kısa anlardan yoksun.
12. “Sevgilerimizi, duyguların yükseliş ve alçalış dalgalanmalarını, kendi kendimize algıladığımız biçimde bir başka insana akıtmak isteğimizde tümüyle içimize hapsetmiyor muyuz?”
13. “Bütün günlerini içerek geçiren, gene de çalışabilen insanları hep kıskanın. Belli bir sarhoşluk içinde yeryüzüne dayanmak daha kolay.”
14. “Herkes bir başka kentte. Herkes bir başka dili konuşuyor. Ya da anlamaya çalışıyor. Aynı dili konuşan iki kişi yok.”
Her sözü, insanın kendisi için söylediğine inanıyorsun. Her söylenen söz, bir biçimde insanın kendi kendini onaylaması. Karşısındakine bir şey anlatmak istese de, gene kendi gerçeğini, bilmişliğini ya da doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler. Bir bedenin üzerinde dolaşan her el, kendi bedenini okşamak istercesine dolaşıyor öteki beden üzerinde.